Bismillah…
Hamd ve senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) aittir. Allah’ın salât ve selamı kulu ve elçisi Muhammed’in (s.a.s), alinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Fehm/Anlayış:
4. Madde: Muskacılık, nazar boncuğu takmak, falcılık, büyücülük, kehânet, gaybı bilme iddiası ve bu kapsama giren tüm durumlar; kendisiyle savaşılması gereken münkerlerdir. Ancak Kur’an’dan bir âyet veya sahih hadislere dayanan bir dua okumak (rukye) bunun dışındadır.
 1. Giriş: Üçüncü maddeyi açıklarken İslam inancının düşünce boyutu olduğu kadar gönül boyutunun da olduğu, aklın kabul ettiğini kalbin de benimsemesi gerektiğini, bunun organlara yansıyarak amele dönüşmesi gerektiğini ve bu durumun inancımıza şahitlik etmesi gerektiğini açıklamıştık. Bu madde açıklamasında ise iman ve eserleri ile çelişen ve Müslümanın uzak durması gereken bazı batıl (hurafe) inanç, adet ve davranışlardan söz edeceğiz.
 2. İslam dini denge dinidir. Her hususta inananları ifrat ve tefritten uzak durmaya davet eder. Mümin bir kişi, Yüce Allah’ın varlığına, birliğine inanmalı ve O’na tevekkül etmelidir. Gerçek yaratıcının, gerçek fayda ve zarar verenin sadece O olduğuna yakinen inanmalıdır. Maddi sebeplere sarılması, maddenin ötesini görmesine engel olmamalıdır. Sözgelimi; su içtiğinde susuzluğu giderenin Yüce Allah olduğuna, suyu bunun için bir sebep olarak yarattığına, dilerse bu ihtiyacı başka bir sebeple veya sebepsiz olarak giderebileceğine inanmalıdır.
Mümin bir kişi, Yüce Allah’a tevekkül etmekle beraber O’nun yarattığı sebeplerden ve kurallardan istifade etmeye çalışır ve bu ikisi arasında çelişki görmez. Sebeplere sarılırken Yüce Allah’ın verdiği en büyük nimetlerden biri olan ‘aklı’ kullanır. Böylece akılla çelişen ve insan saygınlığına halel getiren durum ve inanışlardan uzak durur. Tedavi olurken, bilgi edinirken, maddi ve manevi ihtiyaçlarını giderirken akıl dışı yollara sapmaz.
Müslümanlar Arasında Batıl Anlayışların Yaygınlık Kazanmasının Sebepleri
Tarih boyunca Müslümanlar arasında inanç zaafına, cehalete ve diğer topluluklardan etkilenmeye bağlı olarak nice hurafe, batıl inanç, anlayış ve davranışlar yaygınlık kazanmıştır. İslam’ı kabul eden diğer din mensuplarından bazıları eski dinlerine ait bazı inanış ve davranışları korumuşlar ve sonraki nesillere, bunların İslam kaynaklı(!) olduğu kanaatini aşıladıkları görülmüştür. Hurafelerin Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmasına yol açan önemli sebeplerden birisi de cehalettir. İslam’ı ana kaynaklarından öğrenip halkı aydınlatacak yeterli sayıda alimin yetişmemesiyle orantılı olarak Müslüman halklar arasında hurafe ve batıl inançlar yaygınlaşmıştır. Oysa ki İslam’ın temel ilkelerinden birisi şu ayette ifade edilendir: “De ki: “İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah’a çağırırız.” (Yusuf: 108)
Bazı materyalist düşünürler dinin bilimsel verilere dayanmadığını ve bu sebeple Müslümanların hurafelere yatkın olduklarını ileri sürerler. Oysa ki gerçek onları yalanlıyor. Hurafelerin Kur’an ve Sünnet’e dayalı herhangi bir temelinin bulunmadığı, bu iki kaynağın her türlü hurafeyi reddettiği, İslam’ı bilen herkesin kabul ettiği bir husustur. İslam inancında Yüce Allah’ın hem zatında hem de sıfatlarında vahdaniyeti en temel esastır. Hurafeleri kabul eden zihinlerin bu temel esasla ciddi bir şekilde çelişkileri mevcuttur. İslam’ın gerçekleştirmek istediği önemli amaçlardan birisi aklın özgürleştirilmesidir. İslam’ın bunun için öngördüğü temel yöntemler vahiy ile beraber aklın işlevsel kılınması ve ilimdir. Batıl inanç ve hurafeler her şeyden önce aklı ve ilmi devre dışı kılmayı gerektirir. Böyle bir İslam’ın hurafelere yatkınlık oluşturulması düşünülebilir mi? El insaf…
Kur’an’ın birçok yerinde gaybı yalnız Allah’ın bildiği vurgulanmakta, peygamberlerin bile sadece Allah’ın bildirmesi halinde gayptan haber verebilecekleri ifade edilmektedir (Bakınız: Al-i İmran: 179; Cin: 26-27). Hadislerde de arraflık, falcılık ve kahinlik yapmak, gayptan haber almak için bunlara başvurmak, Allah’a eş koşup Hz. Peygamber’i ve onun getirdiği vahyi inkar etmek anlamına geldiği bildirilmiştir.
Muskacılık, nazar boncuğu takmak, falcılık, büyücülük, kehânet, geleceği (gaybı) bilme iddiası, bazı eşyalarda uğursuzluk veya uğur aramak vb. durumlar ne yazık ki bazı Müslümanların umut bağladığı batıl davranışlardır. Kur’an-ı Kerim’de duyu, haber ve akıl yoluyla bilinemeyip gayb aleminde kalan hususları Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği açıkça ve çok defa belirtilmiştir. Dolayısıyla gaybi bilme iddiasında bulunanların makam ve aidiyetleri ne olursa olsun, itibar edilmemeleri gerekir. “Bazı hayvanları veya nesneleri görmenin veya seslerini duymanın, belirli günlerde ve zamanlarda iş yapmanın, mavi boncuk vb. şeyleri takmanın ve bazı rakamların uğursuz yahut uğurlu olduğuna inanmak İslami temeli bulunmayan inançlardandır. Aynı batıl inançlar çerçevesinde evden çıkarken kedi veya köpek görmek, baykuş sesini ve köpek ulumasını duymak, elden ele sabun veya makas vermek, Salı günü iş yapmak veya yolculuğa çıkmak, Cuma günü çalışmak, iki bayram arasında nikah kıymak, Cumartesi günü yorgan kaplamak, insan üzerinde iken elbisenin söküğünü dikmek uğursuz sayılmış; buna karşılık at nalı, kurt dişi, leylek kemiği, inek veya koç boynuzunu taşımak yahut evin dış kısmına asmak uğurlu kabul edilmiştir.” (İslam Ansiklopedisi, Hurafe maddesi)
Muska ve muskacılığı ayrı tutarsak diğer ismi geçen tüm durumlar Müslümanın başta tevekkül anlayışı olmak üzere Yüce Allah’a imanın neticeleri ile çelişkili bir hal oluştururlar. Bu hususların haram oluşu hususunda muteber alimler arasında ihtilaf söz konusu değildir. Bu nedenle bunlar üzerinde fazla durmayacağım ve muska konusunu biraz detaylı bir şekilde işleyeceğim.
İslam’da Tedavi Yaklaşımı ve Muskanın Hükmü
Muska; hastalıklardan, kötülüklerden ve nazardan korunmak için boyna asılan veya kişinin üstünde taşıdığı yazılı kağıta denir. Arapça bir sözcük olup kökeni “nüsha”dır. Farklı bölgelerde farklı isimlerle (hurz, hamaya ve hafiz gibi) anılmış, hadis ve fıkıh kitaplarında ise “rukye” olarak geçmektedir.
Her şeyden önce İslam dini, insan sağlığının korunmasına ve hastalandığı zaman tedavi görmesine son derece önem vermiştir. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste birisi Resulullah’ın (s.a.s) huzuruna gelerek, “Ya Resulallah, gerektiğinde tedavi olalım mı?” diye sormuş. Hz. Peygamber (s.a.s) bu soru üzerine: “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın dışında her hastalığın şifasını yaratmıştır” diye buyurmuştur.” (Buhârî, Tıb; Tirmizî, Tıb)
Hasta olan bir insanın dua etmesi ve Kur’an veya Sünnet’ten bazı bölümler okuması caiz olduğu gibi, salih olduğunu düşündüğü kimselere bunu yaptırmak da caizdir. Hz. Aişe (r.a)’dan şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.s) hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: “Ey Allah’ım, ey insanların Rabbi, şu hastalığı götür, şifa ver, şifa veren sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifa ver.” (İbni Mace, Tıb).
İbni Abbas (ra), Resulullah’ın kendilerine şöyle hitap ettiğini söyledi: “Bana ümmetler gösterildi: Yanında bir kişi bulunan, yanında iki kişi bulunan ve yanında on kişi bulunan peygamberler önümden geçti. Yanında hiç kimse bulunmayan peygamber de geçti. Ufku dolduran büyük bir karaltı gördüm, bunun benim ümmetim olmasını umdum. Bana, ‘Bu, Mûsâ peygamber ile kavmidir’ diye cevap verildi. Sonra bana ufka bak! denildi. Bakınca ufku dolduran sevâd-ı a`zamı (büyük karaltıyı) gördüm. Sonra bana semâ ufuklarının şurasına ve bu tarafına da bak! denildi. Bir de ne göreyim! Sevâd-ı a`zâm (büyük karaltı) baştan başa ufku kaplamıştı. Bana, ‘Bu senin ümmetindir. Bunlarla beraber yetmiş bin kişi hesaba çekilmeksizin Cennet`e girecektir’ denildi.” Resulullah (s.a.s) bu hitabından sonra odasına çekildi. Ve hesaba çekilmeden Cennet`e gireceklerin özellikleri hakkında mecliste bulunanlara bir şey söylemedi ve meclistekiler dağıldı. Sahabeler, aralarında konuyu şöyle değerlendirdiler: “Bize gelince, bizler şirk ortamında doğup büyüdük, fakat daha sonra Allah’a ve elçisine iman ettik. O zaman bunlar çocuklarımızdır.” Bu konuşma Resulullah’a (s.a.s) ulaşınca şöyle buyurdu: “Bunlar; eşyada uğursuzluk aramayanlar, dağlama yapmayanlar, muska yapmayanlar ve Allah`a tevekkül edenlerdir.” Bunun üzerine Ukkâşe İbn-i Mihsen sordu: “Ben onlardan mıyım?” Resulullah (s.a.s): “Evet, onlardansın”, buyurdu. Sonra başka birisi ayağa kalkarak: “Ben onlardan mıyım?” diye sordu. Resulullah (s.a.s): “Bu hususta Ukkâşe seni geçti”, buyurdu. (Buhari, tıp, 5752 nolu hadis)
İmam Buhari (ra), sahihinin tıp kitabında muska ile ilgili hususları işlemiştir. Buhari’nin bu kitapta topladığı hadisler ve diğer sahih hadisler bir bütün olarak incelendiğinde oluşan kanaat şudur: Muska, Kur’an-ı Kerim’den bir bölümle veya Resulullah’tan (s.a.s) gelen bir dua ile yapılırsa caizdir. Bunun dışındakiler ise yerine göre mekruh veya haram kapsamında değerlendirilir. Keza, rivayetler incelendiğinde okuma, üfleme ve yazma sureti ile muska yapmak caizdir.
Sahih-i Buhari’nin önemli şarihlerinden İbni Hacer el-Askalanî, alimlerin şu üç şartın bulunmasıyla muskanın caiz olacağı üzerinde görüş birliği içerisinde olduklarını bildirmektedir:
 a) Yüce Allah’ın kelamıyla (ayetlerle), isimleri veya sıfatlarıyla olması,
 b) Arap diliyle veya başka bir dille anlaşılır olacak şekilde yapılması,
 c) Yapılan muskanın bizzat faydasının dokunduğuna değil, umulan faydanın Yüce Allah tarafından gönderildiğine inanılması (Fethul-Barî,10. cilt, sayfa 260)
Yüce Allah’tan temennim; beni ve tüm Müslümanları “eşyada uğursuzluk aramayanlar, dağlama yapmayanlar, muska yapmayanlar ve Allah`a tevekkül edenler”den kılmasıdır. 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?