Bismillah…
Hamd ve senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) aittir. Allah’ın salât ve selamı kulu ve elçisi Muhammed’in (s.a.s), alinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Fehm/Anlayış:
3. Madde: “Sadık imanın, düzgün ibadet ve mücahedenin lezzet ve nuru vardır. Yüce Allah bunu dilediği kimsenin kalbine yerleştirir; ancak ilham, havatır, keşf ve rüya, şer’i hükümlerin delillerinden değildirler. Bunlara, dinî hüküm ve nasslara ters düşmemek şartıyla itibar edilebilir.”
Giriş
İmam Hasan el-Benna fehmin birinci maddesinde İslam’ın tanımını, ikinci maddesinde İslam kaynaklarının neler olduğunu ve onları ele alma usulünü veciz bir şekilde ifade etmiştir. Bu maddede ise nelerin İslami hükümler için kaynak olamayacağını ifade etmiştir. Maalesef, Müslümanların tarih boyunca İslam kaynakları hususunda ifrat ve tefritten kurtulmadıklarını okumaktayız. Bazen temel kaynaklara yeteri kadar önem verilmemiş, bazen de kaynak olmayan hususlara hak etmedikleri önem verilmiştir. Biz Müslümanlara düşen vazife; ifrat ve tefritten kaçınarak temel kaynakları önemsemek, onlardan istifade yoluna gitmek, onların anlaşılması ve uygulanması hususunda çabaları birleştirmektir. Keza kaynak sayılmayan hususları fazla gündem etmemek ve ihtilaf alanını aralamamaktır.
Havâtır, hâtır sözcüğünün çoğulu olup, kalbe düşen bilgi, sezi, kanaat ve düşüncelerdir. Bu, eğer melek kaynaklısı ise ilham, nefis tarafından gelen bir durum ise hevacis, şeytan tarafından gelmişse vesvese olarak adlandırılır. Kalbe düşenin kaynağının belirlenememesi onu şüpheli duruma düşürür ve yasama kaynağı olmaktan çıkarır. Kişilerin amellerine bakıp bunu ayırmak ise kesin bir bilgi sağlamaz.
“Keşf; sözlükte “perdeyi ve örtüyü kaldırmak, kapalı olan bir şeyi açığa çıkarmak, var olan fakat niteliği bilinmeyen bir şey hakkında bilgi edinmek” gibi anlamlara gelmektedir. Sufiler, keşf terimini hem “perde arkasında ve aklın ötesinde olduğu için gaib olan bazı şeyleri bilme”, hem de “AIIah’ın tecellilerini temaşa etme” anlamında kullanmışlardır.” (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi, Keşf maddesi)
Rüya; oluş mekanizması, arka planı, sebepleri ve çeşitleri hakkında çok sayıda teori ve çalışmalar olmasına rağmen bilinmezliğini koruyor. Rüya, gündelik hayatta bastırdığımız istek ve duygu mudur? Vesvese midir? Yüce Allah’ın bize bildirdiği doğru bir bilgi midir? Tüm bunlar cevapları netleştirilemeyen sorulardır. “Rüya üçtür: Allah tarafından olup müjde veren rüya, üzüntü ve korku verip şeytandan gelen rüya ve insanın nefsinden, iç âleminden kaynaklanan rüya.” (Buhari, Tirmizi, Darimi, İbni Mace) Netice itibarıyla kapalı ve bilinmezlik barındıran rüyanın yasama kaynağı olması düşünülemez. Peygamber rüyasının istisnai bir özelliğe sahip olduğunu unutmamamız gerekir.
İslami Yaşantının Gerekliliği ve Etkisi
İslam inançtır, sadece akılda yerleşen bir inanç değil; akıl ve bilinçten duyguya yansıyan yani beyinden kalbe inen ve orada kabul gören bir inançtır. O bununla da yetinmez; organlara yansımalıdır. El-kol hareketlerimiz ondan izler taşımalıdır. Özetle yaşantımız ve ahlakımız inancımızı temsil etmelidir.
Aklın kabul edip kalbin reddettiği bir inancın değeri ne olabilir ki? “Andolsun ki kendilerini kimin yarattığını onlara sorarsan elbette «Allah» derler. O halde nasıl olup da (Allah’a ibâdetten) çevriliyorlar? (Zuhruf, 87) Yukarıdaki ayete benzer çok sayıda ayet mevcuttur. Bu ayetlerin ortak ifadesi, iman etmek ve mümin biri olarak sayılmak için akılla bilmenin yetmemesidir. Aklın bildiğini kalbin de kabul etmesi gerekmektedir.
Müslümanın sorumluluğu sadece dinini ve bilgi kaynaklarını öğrenmek değildir. O, bunun ötesine geçerek İslam’ı yaşamalı ve ondan etkilenmelidir. İslam’ın ilk nesli Kur’an’ı ve Allah resulünün öğretilerini hayatlarına tatbik ettiler, kendilerini onların somut birer örneği haline getirdiler.
“Şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir. Onu geri çevirecek hiçbir şey yoktur.” (Tur, 7.8) ‘Rivayete göre Hz. Ömer (ra) yukarıdaki iki ayeti okumuş ve o kadar etkilenmiş ki bir ay evden çıkmamış ve onları her hatırladığında sıtmaya tutuluyormuş. İslam inancı sadece okunan bir kelam veya tahsil edilen bir ilim değildir. O aynı zamanda kalbi bir etkilenme ve duygu dolu bir tutkudur. Müslüman ondan etkilenmeli ve onu yaşantısı haline getirerek pratik hayata tercüme etmelidir.’ (Kaynak: Cuma Emin Abdulaziz’in ‘Fehm’ul İslam Fi Zilal’il Usul’il İşrin Lil İmam eş-Şehid Hasan’ul Benna; Şehid İmam Hasan el-Benna’nın Yirmi Esası Çerçevesinde İsalam’ın Anlaşılması’, sayfa 85)
Bugün, Müslümanların eksiği ne ilimler ne de metinlerdir. Temel eksiklik, İslami yaşantının azlığıdır. Bizler abdestli yüzlere, Allah için ağlayan gözlere, O’nun huzurunda kıyama duran ve O’nun yolunda cihat eden erlere muhtacız. “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.” (Enfal, 2,3,4)
“Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” (Nahl, 97) Bu ayetteki hoş bir hayattan maksat dünya hayatındaki iman ve salih işlerin etkisidir. Yani iman eden ve salih işler işleyen birisi dünya hayatında hoşlanacağı, mutlu ve huzurlu olacağı bir hayatla ödüllendirilecektir.
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu?” (En’am, 122) İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır. (Meryem, 96)
Hadis-i şeriflerde daha detaylı bir şekilde imanın etkisinden, tadından ve bunun nelerle gerçekleşeceğinden söz edilmiştir. Biz bir hadis-i şerifle yetineceğiz. Enes b. Mâlik’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır: Allah ve Resûlü’nü (s.a.s) herkesten fazla sevmek, sevdiğini yalnızca Allah için sevmek ve Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, Îmân, 9; Müslim, Îmân, 67)
Hz. Osman, yanına gelen birine, “Gözünde/yüzünde zina eseri var. Bir kadına bakmışsın.” dedi. O kimse “Nereden bildin? Resûlullah’tan sonra vahy mi vardır?” diye karşılık verdi. Hz. Osman da “Müminin ferasetinden korkun, o Allah’ın nuru ile bakar.” hadis-i şerifini bildirdi. Bunun üzere adam yolda bir kadına baktığını itiraf etti. Buna benzer bazı haller diğer sahabelerden de sadır olmuştur.
İbni Abbas (ra) iyilik ve kötülüğün oluşturduğu etki hususunda şöyle demiştir: İyiliğin; yüzde parlaklık, kalpte nur, vücutta güç, rızıkta genişlik ve halk nezdinde sevgi ve kabul etkisi vardır. Kötülüğün; yüzde karanlık, kalpte katılık, vücutta zayıflık, rızıkta azalma ve halk nezdinde sevilmezlik ve kabul görmeme etkisi vardır. (Kaynak: İbni Kayyım, el-Vabil es-Sayyib, sayfa:48)
Netice itibarıyla keramet, feraset ve benzeri durumları bir Müslümanın kabul etmemesi doğru değildir. Aynı zamanda bunların hüküm kaynağı olarak kabul edilip onlarla amel edilmesi de doğru değildir. Bazı tarikatlarda yaygın bir söylem haline getirilen “Kalbim rabbimden şunu edindi” veya “Sened olarak sahih olmamakla beraber keşf yönünden sahihtir” şeklindeki ifadelerin kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Rüya, hatıra, keşif vb. yollarla edinilen bilgi ve kanaatlere İslam’ın temel kaynaklarıyla çelişmemek şartıyla itibar edilebilir ve bunlar bağlayıcı değildir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?