Bismillah…
Hamd ve senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) aittir. Allah’ın salât ve selamı kulu ve elçisi Muhammed’in (s.a.s), alinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Bu makalede fehmin 2. maddesinin birinci bölümünü (Müslümanın Kur’an Yaklaşımı) işleyeceğim. İmam el-Benna icma, kıyas ve diğer yasama kaynaklarından söz etmemiştir. Bunun nedeni bunlarla ilgili ihtilaf durumu olabileceği gibi bu kaynakların bağımsız bir kaynak olmayıp Kur’an ve sünnete dayanmaları da olabilir.
Fehm/Anlayış
2. Madde:
“Kur’an ve sünnet İslâm’ın hükümlerini öğrenmek için her Müslümanın başvuru kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim tekellüf ve ta’assuf olmaksızın Arap dilinin kurallarına uygun olarak anlaşılır. Pak sünneti anlamak için güvenilir hadis âlimlerine başvurmak gerekir.”
Tekellüf: İşi gereksiz yere zorlaştırmak, gerekmeyen kural ve yöntemleri dayatmak
Ta’assuf: İşi sulandırmak, kolaya kaçmak, gerekli kural ve yöntemleri önemsememek
Müslümanlar Olarak
Sahip Olduğumuz Kelam
Kur’an-ı Kerim Yüce Allah’ın ifadesi ile şu şekilde tanımlanmaktadır: Hidayet kitabı, dosdoğru kitap, hatırlatıcı, hikmet öğreten, hayat veren, tüm insanlık için beyanname, kalp gözünü açan kitap, büyük haber, çok kıymetli (kerim) kitap, hak kitap, zikir, en güzel kıssaları anlatan kitap, nimet, uyarıcı kitap, rahmet, hak ile batılı birbirinden ayıran (furkan) kitap, öğüt veren kitap, sağlam ip, şifa, bütün insanlığa sunulan mesaj, doğruyu yanlıştan ayıran gerçek söz, mübarek kitap, üstün ve güçlü kitap, nur, tekrar tekrar okunan kitap, müjdeleyici kitap, hiçbir çelişki ve çarpıklık barındırmayan kitap.
Kur’an-ı Kerim İslam alimlerince anonim bir tanımlamayla şu şekilde tanımlanmıştır: “Kur’ân, Yüce Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla son peygamber Hz Muhammed’e (s.a.s) apaçık bir Arapça ile indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, benzerini getirmekten insanların ve cinlerin âciz kaldığı mu‘ciz bir kelamdır.”
Üstat Yusuf el-Karadâvî, Nida Yayıncılık tarafından Türkçe’ye kazandırılan Kur’an-ı Anlamada Yöntem (Arapça İsmi: Keyfe nete’âmelu ma’a’l-Kur’âni’l-‘Azîm) adlı önemli eserinde şöyle yazmaktadır:
“Sadece biz Müslümanlar beşeriyetin hidayetle buluşması için Allah’ın son kelamını içeren, her türlü değiştirme ve lâfzî-manevi bozulmuşluktan korunan semavi bir kitaba sahibiz. Çünkü yüce Allah bu kitabın korunmasını hiç kimseye bırakmamış; bizzat kendisi üstlenmiştir. Yüce Allah bu durumla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Kur’ân’ı biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr, 9) Bu Kur’ân, yüzde yüz ilahi bir kitaptır. Yüce Allah bu hususta da şöyle buyurmaktadır: “Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır.” (Hud, 1) “Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Hâlbuki o, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.” (Fussilet, 42)
Dünyada, ister dinî ister dünyevi olsun, hiçbir kitap Kur’ân gibi değiştirilmekten ve bozulmuşluktan korunmamıştır. Hiç kimse bu kitaba bir harf ekleme veya ondan bir harf çıkartma gücünü kendisinde bulamaz.
Bu kitabın ayetleri, Yüce Allah’ın Rûhu’l-Emin (Cebrail) vasıtasıyla Hazreti Muhammed (s.a.s.)’e indirdiği şekliyle okunur, dinlenir, ezberlenir ve açıklanır. Dünyada binlerce, on binlerce insanın ezberlediği Kur’ân’dan başka bir kitap yoktur. Ezberlenmesi ve öğüt alınması için Allah onu kolaylaştırmıştır.
Kur’ân’ın sadece mana, kelime ve lafızları değil; onun okunmasındaki eda şekli, yani harflerin mahreçleri, gerekli olan med, gunne, izhâr, idğam, ihfâ ve iklabı da korunmuş ve bu zikredilenlerle “Kur’ân Tecvit İlmi” ilgilenmiştir.
Resm (yazım) ve imla kuralları gelişmesine rağmen Resmü’l-Mushaf, Halife Osman b. Affan’ın resmettiği (yazdığı) şekliyle günümüze kadar korunmuş ve bu haliyle basılmıştır. Şimdiye kadar hiçbir Müslüman hükümet veya bilim kurulu Resmü’l- Mushafı değiştirmeye, yazılıp basılan kitap, risale, gazete ve benzerlerine uygulanan yazı kurallarını ona uygulamaya cüret etmemiştir.”
Böyle bir kelama sahip olan biz Müslümanlar onun değerinin farkında mıyız? Onu hakkıyla tanıdık mı? Onunla amel ettik mi? Onu rehber edindik mi? Fahruddin Razî, “Yüce Allah katından insanlara indirilen nimetlerin en büyüğü, Kur’an’dır.” demektedir. Biz Kur’an’ı nimet olarak bildik mi? Bu sorulara verilecek cevaplara göre müslümanlığımızın ölçüsü ve Yüce Allah katındaki değerimiz belirlenecektir. “Şüphesiz ki bu Kur’ân en doğru yola iletir.” (İsrâ: 9)
Kur’an-ı Kerim’e Karşı Sorumluluklarımız
1- Kur’an-ı Kerim hususunda bilinçli olmalıyız. Kur’an’ı sevmeli, onun hakkında bilgi edinmeliyiz ve onu yakınlarımıza ve çevremizdekilere de sevdirip tanıtmalıyız. Kur’an-ı Kerim’e saygının İslam’ın şiarlarından olduğunu bilmeliyiz. Bu konu ile ilgili kitaplığımızda en az bir kitap bulunmalıdır. Nida Yayıncılık tarafından Türkçe’ye kazandırılan İmam Nevevi’nin ‘Kur’an Okuma Adabı (Et-Tibyan)’ kitabı İslam aleminde ciddi bir şekilde kabul görmüştür. Çağımızın büyük alimlerinden Yusuf el-Karadâvî’nin ‘Kur’an’ı Anlamada Yöntem’ adlı kitabı Kur’an hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için doyurucu ve kapsayıcı bir kitaptır.
2- Kur’an-ı Kerim’i tecvit kurallarına uygun olarak okumayı öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Müslüman, mazereti olmadığı halde Yüce Allah’ın kelamını bilmemeyi kabullenmemelidir. Bu hususta çaba sarf etmelidir. Yüce Allah her konuda bu kitabı kolay kılmıştır. Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buharı, Fedailü’l-Kur’an 21) Başka bir hadiste ise Peygamberimiz (s.a.s): “Kur’an okuyan mü’mini kokusu ve tadı güzel turunca, Kur’an okumayan mü’mini tadı güzel ama kokusu olmayan hurmaya, Kur’an okuyan münafığı kokusu güzel ama tadı acı fesleğen otuna, Kur’an okumayan münafığı da kokusu olmayan acı yaban keleğine (Ebu Cehil karpuzuna) benzetmiştir.” (Buharı, Fedailu’l-Kur’an 17) Kur’an’ı okumanın sevabını ifade etmek için de şöyle buyurmuştur: “Okunan her Kur’an harfine on sevap vardır. “Elif lam mim” bir harf değil; “elif” bir harf, “lam” bir harf, “mim” de bir harftir.” (Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 16)
3- Her gün Kur’an okumalıyız. Hiçbir günümüzün Kur’ansız geçmemesine özen göstermeliyiz. Kur’ansız geçen günümüzü sorgulamalı ve Yüce Allah’ın kelamından daha önemli ne vardı da bizi ondan engelledi diye kendimizi uyarmalıyız. Kur’an-ı Kerim’in tümünü veya bir kısmını ezberlemeliyiz ve ezberlediğimizi korumalıyız. İyi hafızlardan bolca dinlemeler yapmalıyız. Böylece hem ezberimiz pekişir hem de tecvit ilmi kurallarına göre okumamız düzelmiş olur.
4- Kur’an’ı anlamalıyız. Yüce Allah’ın, Kur’an’ı ve önceki vahiyleri göndermesinin başlıca sebeplerinden birisi bunların insanlar tarafından anlaşılması ve yaşanmasıdır. Günlük okuduğumuz ayetlerin meallerini de okumaya zaman ayırmalıyız. Mealle yetinmeyerek tefsir kitaplarından da sık sık yararlanmalıyız. Belli aralıklarla Kur’an-ı Kerim’i hatm ettiğimizde bilgi dağarcığımız genişlemeli, Kur’an’ın mana, hikmet ve amaçlarına vukufiyetimiz artmalıdır. Böylece Kur’an bize etki etmeye başlar, Kur’ani bir birey olmaya başlarız ve yeryüzünde yürüyen, yaşayan Kur’an olmaya başlarız. Kur’an Müslümanların rehberidir, anlaşılmayan bir kitap nasıl rehber edinilebilir?
Kur’an’ın anlaşılması için çaba sarf etmeliyiz. Örneğin Kur’an dağ, deniz, yağmur vb. varlıklardan söz ettiğine göre bunları ilgili bilim dalları kaynaklarından öğrenmeliyiz ki Kur’an’ın mesajını iyi bir düzeyde anlayalım. Kur’an’da geçen kavram (takva, tevekkül, sabır vb.) ve sıfatları (mümin, münafık, zalim, fasık vb.) öğrenmeliyiz. İyi kavram ve sıfatların bizde ne oranda bulunduğuna ve kötü kavram ve sıfatlardan da ne oranda uzak olduğumuza bakmalıyız.
5- Kur’an’ı yaşamalıyız. “Tevrat ümmetinin düştüğü hale Kur’ân ümmetinin düşmesi yaraşmaz.” (Yusuf el-Karadâvî) Onların halini Yüce Allah şöyle nitelemektedir: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.” (Cuma, 5) Kur’an’la iletişimimizin iyi olması için onu yaşamalıyız. Kur’ân’a tabi olarak, onunla amel ederek, ahkâmını uygulayarak ve onun hidayetine çağırarak Kur’ân’la iyi ilişki içinde olmamız gerekir. Kur’an’a sımsıkı sarılmalıyız ve ona karşı ciddi olmalıyız. “Size verdiğimize kuvvetle sarılın!” (Bakara, 63)
“Ümmetimiz asr-ı saadet döneminde Kur’ân’la iletişimi en iyi şekilde gerçekleştirdi. Onu iyi anladı, maksatlarını iyi kavradı, hayatın farklı alanlarında onu büyük ölçüde iyi uyguladı ve insanları basiretle ona davet etti. Bunun en iyi örneği sahabelerdir. Öyle ki Kur’ân onların hayatını tamamen değiştirdi. Onları cahiliyye sapıklığından İslam’ın doğru yoluna taşıdı, karanlıklardan aydınlığa çıkardı. Kur’ân neslinden sayılan talebeleri (tabiûn) ve talebelerinin talebeleri (etba-i tabiîn) en güzel bir şekilde onlara uydu. Allah o nesillerle kulları hidayete erdirdi, memleketleri fethettirdi, onlara yeryüzünde hakimiyet bahşetti. Onlar da yeryüzünde adalet, ihsan, ilim ve iman medeniyetini ikame ettiler.”
“Bu nesilden sonra gelenler Kur’ân’ı yok saydılar. Harflerini ezberlediler, fakat ahkâmını görmezden geldiler. Onunla olan iletişimlerinde kötü davranışlara ulaştılar. Onu hakkıyla anlamadılar. Kur’an’ın öncelikli gördüğünü öne almadılar. Geriye bıraktığını geride bırakmadılar. Büyüttüğünü büyük, küçülttüğünü küçük görmediler. Bazıları da daha önce İsrailoğullarının yaptığı gibi bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr etti. Allah’ın sevdiği ve razı olduğu şekliyle onunla amel etmediler. Bereket ümidiyle onu taşıyıp duvarlarını ayetleriyle süsledilerse de bereketin ona uymakta ve ahkâmını uygulamakta olduğunu unuttular. Oysa Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Bu (Kur’ân) da bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.’ (Enam, 155)” (Yusuf el-Karadâvî, Kur’an-ı Anlamada Yöntem, Nida Yayıncılık)
Evet, çağımızdaki bazı Müslümanlar Kur’an’a yüz çevirmişlerdir. Ne günlük olarak onu okurlar, ne de hayatlarını düzenlerken ona başvururlar. Bazıları ise onu sadece bir bereket ve saygı unsuru olarak görürler. Anlamını ve mesajını anlamaya çalışmadan sadece onu yüzünden okurlar, onu süslü kılıflar içerisine koyarak duvar süsü haline getirirler. Yüce Allah, bizlere kendisiyle amel etmemiz durumunda bizi ebedi cennetle mükafatlandıracağı ve ona sırt çevirmemiz durumunda bizi ebedi cehennemle cezalandıracağı kritik bir mesaj göndermiştir. Biz Müslümanlar ise ne yazık ki, mesajın içeriğini unutup dış ve yan yönleri ile uğraşıyoruz! Bizim durumumuz şuna benziyor: Büyük bir yönetici görevlisine önemli ve kritik bir mektup gönderiyor, görevli ise mektubu okuyup anlamaya ve uygulamaya çalışmak yerine ona güzel bir kılıf hazırlatıp onu yüksek bir yere asıyor ve ona saygı gösteriyor! Son dönemlerdeki Müslümanların Kur’an’la ilişkisini Mehmet Akif Ersoy ne güzel dile getirmiş!
Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için
Kur’an Yaklaşımında Dikkat Edilmesi Gereken Bir Husus
İmam el-Benna Kur’an-ı Kerim’in Arapça dil kurallarına uygun olarak anlaşılabileceğini ve bu hususta ‘tekellüf’ (İşi gereksiz yere zorlaştırmak, gerekmeyen kural ve yöntemleri dayatmak) ve ta’assufa (İşi sulandırmak, kolaya kaçmak, gerekli kural ve yöntemleri önemsememek) varabilecek ifrat ve tefritten uzak durulması gerektiğini ifade etmiştir. Şöyle ki tarihte zaman zaman bazı kişiler ‘biz kim, Allah’ın kelamını anlamak ve açıklamak kim’ dercesine Kur’an’ın anlaşılması hususunda gereksiz yere zorlaştırma yoluna gitmişlerdir. Oysa ki olay o kadar zor değildir. Yüce Allah’ın anlayalım, etkilenelim ve uygulayalım diye gönderdiği bir kitaba böyle yaklaşılmamalıdır. “Bir de kendilerine ilim verilenlerin onun Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilip de ona iman etmeleri ve kalplerinin ona saygı duyması içindir. Şüphesiz Allah iman edenleri doğru yola iletir.” (Hac, 54) “Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” (İbrahim, 52) “Bu (Kur’an), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür. “ (Ali imran, 138)
Öte yandan, Kur’an’ı anlamak ve açıklamak isteyen birisi Arapça’nın Nahiv, Sarf, Beyan, Meani, Bedi’ ve gerekli diğer ilimlerini ve ayetin söz ettiği konuyu bilmeli, aynı zamanda Kur’an’la ilgili ilimleri (nüzul sebebi, mühkem-müteşabih, usul ilimleri, amm-hass vb.) bilmelidir. İmam Suyuti El-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an adlı eserinde Mücahid’in şöyle dediğini aktarmaktadır: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden birisinin Arapça ilimlerini bilmeden Allah’ın kitabı hususunda konuşması caiz değildir.” Bunu bir örnekle açıklayalım: “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 115) Bu ayetin nüzul sebebi bilinmeden anlaşılması zorlaşır ve bu şekilde kafa karışıklığına yol açar. Çünkü namazda kıbleye yönelmenin farz oluşu hususunda ihtilaf yoktur.
Bir Uyarı
Müslüman bir kişi, ilmi seviyesi ne olursa olsun kendini Allah’ın kelamından (okuma, anlama) mahrum bırakmamalıdır. Fakat bu herkesin ilahi kelam hususunda müctehid kesileceği anlamına gelmemelidir. Kur’an ve Hadis metinleri bir yönüyle anayasal metinlerdir. Olaya böyle de yaklaşılmalıdır. Bir ülkenin vatandaşı ilmi seviyesi ne olursa olsun, istifade etmek amacıyla ülkesinin anayasa metnini eline alıp okuyabilir, kendisi için bazı şeyleri öğrenebilir ve bazı yaklaşımları benimseyebilir. Fakat diğer insanlar için hüküm vermek, karar almak söz konusu olduğunda bu yetki sadece belirli yeterliliği olanlara verilir. Bu hususu şöyle somutlaştırabiliriz: Müslüman bir kişi Kur’an-ı Kerim’de münafıkların özelliklerini (Müslümanları aldatmaya çalışmak, kandırmak, yalan söylemek, sözünde durmamak vb.) okuduğunda kendisi için dersler (Örneğin; münafıklara ait bu özellikler bende olmamalıdır.) çıkarabilir. Bunun için ileri düzeyde ilmi birikim de şart değildir. Fakat iş bu ayetleri başkasına uygulamaya geldiğinde (Örneğin, her yalan söyleyen münafık mıdır?) durum değişir ve o zaman ileri düzeyde ve kuşatıcı bir ilmi birikim gerekmektedir.
Bu durum sosyal hayatta da geçerlidir. Söz gelişi, evde ve kendiniz için pişirmek amacı ile patates alırsanız bunun için fazla prosedür ve yeterliliğe gereksinim yoktur. Fakat bu patatesleri topluma açık bir yerde (lokanta gibi) pişirip satmaya çalışırsanız bunun için ruhsat, izin belgeleri ve belirli prosedürler gerekecektir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?