Bismillah…
Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c) aittir. Allah’ın salât ve selâmı kulu ve elçisi Muhammed’in (sav), âlinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
“Son yıllarda kendisinde insanlara nasihat ve ders vermeye yönelik belirgin bir isteksizlik oluşmuştu. İzleyici ve dinleyicilerin ilgisizliğinden, konu ile ilgili kendisine şevk artıran iyi sorular sormamalarından dolayı sık sık şikâyet ederdi. Öyle ki, bu duruma bir tepki olarak artık topluma konuşmamayı ve yazı yazmamayı düşündüğünü söyledi. Bu düşüncesini bana açtığında bende daha fazlasını buldu. Yeis, umutsuzluk hali, üzerimize çökmüştü. Neticede susmaya, yazmamaya, ders ve konferans vermemeye karar verdik.
Ben ve kardeşim, öğrencim ve arkadaşım Dr. Adil bu hal üzereyken Yüce Allah bize, bizi hatadan kurtaran bir genç gönderdi. İkimiz önceki ruhsuz konferanslarımızdan farklı olmayan bir konferanstan dönmüş, İstanbul havaalanında uçağın kalkış saatini bekliyorduk. Sözlerimizle birbirimize karamsarlık ve umutsuzluk aşıladığımız bir anda bir genç bana yanaştı, önümde durdu ve dizlerini yere dayayarak:
-Siz Muhammed Ahmet Raşit misiniz?
-Evet. Daha önce tanışmış mıydık?
-Hayır. Houston’da verdiğiniz konferansın videosunu izlemiştim. Sizi oradan tanıdım.
-Siz kimsiniz?
-Adım Halit Mevsavî, Cezayirliyim. Afrika çölüne açılan ve başkentin bin kilometre güneyine düşen ‘Vadi Suf’ ovasındanım. Bizler orada yazdıklarınızı okur, kasetlerinizi dinler ve videolarınızı izleriz. Afganistan’a cihat için gidiyorum.
Genç kardeşimiz, bu hesapta olmayan buluşmadan dolayı mutluluğunu ifade etti, hayâlinin yarısının gerçekleştiğini söyledi ve şunu ekledi: ‘Sizi ve Dr. Adil’i görmek benim hayâlimdi.’ Ben de kendisi ile karşılaştığım için memnun olduğumu söyledikten sonra:
-Dubai’ye vardığımızda seni onunla tanıştırmama ne dersin?
-Benim için bayram olur. Kendisinin sohbet ve konferanslarını çok dinledim, videoları olmadığından kendisini göremedim.
Konuşmanın burasında Dr. Adil de bize katıldı. Kendini tanıtmadan gence hangi ders ve kasetlerini dinlediğini sordu. Dr. Adil genç kardeşimizi çok sayıda soru sorarak imtihan etti. Genç ise bizi hayran bırakacak şekilde tüm soruları en iyi şekilde cevapladı. Gencin cevaplarından anladık ki konferans ve ders kasetlerimizi defalarca dinlemiş ve her konunun özetini zihnine yerleştirmişti.
Gencin iyi niyetini, temiz fıtratını ve çalışkanlığını gördükten sonra Dubai’ye varmayı beklemeden, kendisine şöyle dedim: ‘Seni imtihan eden Dr. Adil’dir.’ Genç, sevinçten uçacak gibiydi. Şaşkınlığını atlattıktan sonra şöyle dedi: ‘Hepimizin ‘Vadi Suf’ ovasında yaptığı şey: Kitaplarınızı okumak, kasetlerinizi dinlemek ve konuyu kavrayıncaya kadar onları tekrar etmekti.’ Daha sonra çantasından Şatıbî’nin ‘el-Muvâfakat’ adlı eserini çıkarıp Dr. Adil’e döndü ve şöyle dedi: ‘Bir kasetinizde bu kitabı övmüş ve davetçilerin onu okumalarını istemiştiniz. Ben de cihatta bana yoldaş olsun diye onu edindim.’
Bu olay Dr. Adil’i dehşete düşürdü, ona ‘kendisine bilgi ulaştırılan nice insanın o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anladığı ve koruduğu’ (Tirmizî, İlm) gerçeğini kavrattığı gibi, kendisinin umutsuzluktan kurtulup tövbe etmesine vesile oldu. İlgi görmediği konferans ve sohbetlerden sonra şunu söylerdi: ‘Okumuş ve medeni insanlar için değil; çöl ve ovalardaki insanlar için konuşuyorum.’
Bu olaydan sonra dersler vermeye ve konuşmaya daha fazla zaman ayırdı. Vefatından az bir zaman önce hareketliliğinin zirvesindeydi. Bir ayağı Malezya’da iken öteki ayağı Moritanya’daydı. Amerika’yı dolaştı, Ukrayna’ya uğradı. Davet bilincini yayarak, ders ve konferanslar vererek davetçi ve öncüleri eğitmeye ve harekete geçirmeye çalıştı. Davet arzusu/şevki onu Irak Kürdistan’ına götürdü. Irkları birleştiren İslâm kardeşliğini müjdelemek ve Kürtler arasında yükselen İslâmî hareket akımını desteklemek için çaba sarf ederken ve davet hayatının zirvesini yaşadığı bir anda Süleymaniye’de geçirdiği bir trafik kazasından sonra aniden kendisini kabirde buldu.
Cenazesine yirmi binden fazla insan katıldı.”
Muhammed Ahmet Raşit’e ait yukarıdaki paragraflar Dr. Adil eş-Şüveyh’in ‘Müsâfirün fî-tarîki’d-da’veh’ adlı kitabının ön sözünde geçmektedir. Üstad Raşit, kendisi ile Dr. Adil’in birbirini tamamlayan bir çalışma ekibi olduğunu; fikirleri beraber olgunlaştırdıklarını, beraber gezip birlikte yazdıklarını söylüyor ve onun vefatı ile yarısını kaybettiğini söylüyor.

‘Müsâfirün fî-tarîki’d-da’veh’

Dr. Adil (1946, Basra-Irak-24 Temmuz 1993 Süleymaniye-Irak), yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra kendini davet ve eğitim çalışmalarına adamış bir davetçi idi. Onun en büyük şanslarından biri de Üstad Raşit gibi bir öncü ile yol arkadaşı olması idi.
Umutsuzluk bazen yüce Allah’ı tanımamak ve takmamaktır. Bazen de O’nun farkında olmamak, O’ndan gafil olmaktır. Umutsuzluk kişinin haddini aşıp O’nun hududuna ve hukukuna girmektir. Umutsuzluk, imanın değil, küfrün sonucu; inananların değil, inanmayanların vasfıdır. “Oğullarım, gidin de Yûsuf ve kardeşinden bir haber getirin ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” (Yûsuf, 87) “De ki: Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim ümit keser?” (Hicir, 50)
Umutsuzluk, İlahi terbiyeden uzak yaşayan insanlarda rastlanabilecek ruhi bir bozukluktur. Bu, insanların Allah’ı gereği gibi tanıyıp bilmemelerinden kaynaklanır. Yeis, umutsuzluk hali, bir davetçinin içine düşmekten en çok korktuğu hallerden birisidir. Bu nedenle davetçinin hazırlığı döneminde bu hastalıkla ile ilgili iyi bir bilinç verilmelidir. Fakat tüm tedbirlere rağmen kalpler yüce Allah’ın elindedir.
İnsanlar ne zaman umutsuzluğa kapılırlar? İnsanlar, istedikleri bir şeyi elde edemeyince, sevdikleri bir şeyi yitirince veya başlarına kötü bir olay geldiğinde umutsuzluğa kapılırlar. Allah’a inanan, O’nun için çalıştığının bilincinde olan ve sevabını O’ndan alacağını bilen bir davetçinin umutsuzluğa düşmesi yakışık durmaz. Ona yakışan, yaratıcının işine (sonuç) karışmayıp sonuçlardan etkilenmeden davete devam etmesidir. Ne başarı onu kibir ve gurura, ne de başarısızlık onu umutsuzluğa sürüklemelidir. Dünyevi ölçeklerle değerlendirilip başarısız sayılan davetçi, çalışmasının mükâfatını elde edecektir. O zaman umutsuzluk, karamsarlık ve kötümserlik ne diye? Aksine, davetçi, yağan yağmuru emip etrafını yemyeşil kılan bereketli toprak gibi olmalıdır. “De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım, Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhamet sahibidir.” (Zümer, 54)
Umut insan için ruh gibidir. Umutsuz insan, ruhu çıkmış ceset gibidir, ‘kolu kanadı kırılmış’ kuş mesabesindedir. Öyle ki, arkasında yılan olduğunu gören veya hisseden kuşun kolu kanadı kırılır ve yılana yem olur. Hâlbuki kuşun uçmak gibi bir avantajı vardır. Buna rağmen umutsuzluk ve korku belası onun bu avantajını kullanmasını engeller ve onu yem olmaktan kurtarmaz.
Mehmet Akif Ersoy umutsuzluk hâlini ne güzel tasvir etmiştir!

“Yeis öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun.
Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun!
Yaşayanlar hep ümitle yaşar,
Me’yûs olan, rûhunu vicdânını bağlar.”

Bugün etki etmediğini sandığımız veya tesirini görmediğimiz bir sözcüğün yıllar sonra nasıl tesir edeceğini veya bir yerde tesir etmeyen bir sözcüğün başka bir yerde nasıl tesir edeceğini nereden bilebiliriz? Bazen Yüce Allah o sözcüğün tesirini yıllar sonrasına bırakır. Bazen o sözcük kulaktan kulağa, alıcıdan alıcıya dolaşarak nihayette kabul göreceği gönlü bulur. Davet için söylenen her söz mübarek bir tohum gibidir. O, eninde sonunda bereketli toprağı bulur, biter ve ürün verir. Davetçiye düşen her halükârda; evde ve yolculukta, işte ve evde, sokakta ve dinlenmede, aile ve akrabalarla beraber olduğunda, misafir ve dostlarla buluştuğunda davette bulunmaktır. O her fırsatı değerlendirmeli ve davet vazifesini yerine getirmelidir.
Davetçi, başta Hz. Muhammed (sav) olmak üzere tüm peygamberlerin hayatını incelemeli, onların hayatını kendine rehber edinmelidir. Mekke ve Medine’yi dava için terk ederek diyar diyar dolaşan son elçinin öğrencileri olan sahabe neslini kendine örnek edinmelidir. Keza, “Allah bilir, nice gecelerimizi ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ümmetin durumunu tahlil etmek, sıkıntılarına çözümler üretmek için çokça düşündük. Bu hallerin tesiriyle bazen ağlama durumuna gelirdik.” diyen, bu sıkıntılara çare olması umuduyla yirmi iki yaşında iken Müslüman Kardeşler hareketini kuran ve bu hareketin gelişip büyümesi için Mısır’da dört binden fazla köy, kasaba ve şehir dolaşan Hasan Ahmet Abdurrahman el-Bennâ gibi çağdaş davetçileri kendine örnek edinmelidir.
Allah’ım! Rahmetinden umut kesenlerden eyleme bizi. Âmin.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?