Bismillah…

Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (sav), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…

Dergimizin Temmuz ve Ağustos sayılarında ihlâsın önemine dair bazı açıklamalarda bulunmuş, Kur’an ve sünnette kendisine verilen değerden söz etmiş ve ihlâs göstergesi sayılabilecek bazı işaretleri açıklamıştık. Bu sayıda ise tasavvuf ve zühd öncülerinden konuyla ilgili bazı alıntılar yapıp ihlâs timsali sayılabilecek biri selef diğeri halef olmak üzere iki örnek takdimiyle konuyu tamamlamaya çalışacağım.

İhlâsı, “Kulun Rabbiyle muamelelerinde, halkı aradan çıkarması” şeklinde tanımlayan Hâris el-Muhâsibî onun önemini şöyle açıklamıştır: “Şunu iyi bil ki, her türlü iyi halin temelinde doğruluk ve ihlâs vardır. Doğruluktan sabır, kanaat, zühd, rıza ve ünsiyet doğar. İhlâstan ise yakin, havf, muhabbet, ta’zim ve haya doğar. ” 1 Zühd ve takva öncülerinden Sehl b. Abdullah et-Tüsteri ise ihlâsın ne denli yüce ve nefse ağır gelen bir amel olduğu hususunda şöyle buyurmuştur: “İhlâs, nefse en ağır gelen ameldir, zira nefsin onda payı yoktur.”2

İhlâs dinî hayat için ruh, fert ve cemiyet için karakter konumundadır.

Zirve bir amel ve kurtuluş akçesi mesabesindeki ihlâsın elde edilmesi için çalışılması gerektiği kadar, korunması için da çaba sarf edilmelidir. Bu hususta bize ne yardımcı olabilir denilirse, özellikle iki hususu ifade etmek istiyorum. Biri murakabe, diğeri ise örnekliktir. Murakabe, ihlâsın elde edilmesini sağlayan ve korunmasını kolaylaştıran başlıca unsurdur. Kişi, kendisinin yüce Allah’ın gözetiminde olduğunun –ki, bunda şüphe yoktur– bilincinde ise buna uygun bir hayat yaşamaya çalışır, hiç şüphesiz tüm salih amellerini sadece O’na has kılar, riyakârlık ve benzeri manevi hastalıklardan kendini korur. Örneklik ise başta manevi terbiye olmak üzere tüm eğitim sistemlerinde temel araç ve yöntemlerdendir. İhlâslı zatların örnek davranış ve tavırlarının öğrenilmesi ve görülmesi başta ihlâs olmak üzere manevi iyi özelliklerle donanım için kritik bir öneme sahiptir.

Biz de burada örnekliğin önemine binaen biri selef, diğeri halef olmak üzere iki örnekle makalemizi sonlandırmaya çalışacağız. Her iki zata nasip olunan ihlâs benzerinin bize de verilmesini yüce Allah’tan dua ediyoruz.

Birinci örneğimiz: Kaledeki gediği aşan kahraman mücahid

Komutan Mesleme b. Abdülmelik3 bir kaleyi kuşatmış ve uzun bir zaman geçmesine rağmen onu feth edememişti. Kalede oluşan gedikten birilerinin içeri girip kapının içerden açılmasını emretti. Ordunun öncü birliklerindeki mücahitlerden buna cesaret eden olmadı. Derken, ordunun geri birliklerinden tanınmayan bir mücahid geldi, gedikten içeri girdi ve kalenin kapısını mücahitlere açarak fethi sağladı.

Komutan Mesleme o mücahidin bulunup huzuruna getirilmesini emretti. Duyuru yapıldı fakat ne o mücahid ortaya çıktı ne de onu tanıyan oldu. Bunun üzerine komutan ‘O kişi her kimse mutlaka huzuruma çıkmalı.’ diye kesin bir emir vererek duyuru yaptırdı.

Bir gün sonra bir asker gelip görevliye ‘İzin ver komutanın huzuruna çıkacağım.’ dedi. Görevli ‘Gedikten girmeyi başarıp fethi sağlayan sen misin?’ diye sordu. Asker de ‘Onun kim olduğunu size bildireceğim.’ dedi. Bunun üzere kendisine izin verildi ve komutanın huzuruna çıktı.

Tanınmayan mücahid asker, komutan Mesleme’ye; gediği aşan kişinin üç şartı var, bunlar yerine getirilirse kendisini size açıklayacak, dedi ve şartları saydı:

Adının bir belgeye yazılıp halifeye bildirilmemesi,

Kendisine mükâfat verilmesinin teklif edilmemesi,

Hangi kabileden (kim olduğu) olduğunun sorulmaması.

Komutan tamam deyince de ‘Ben o kişiyim.’ dedi ve komutanın huzurundan çıktı. Bu olaydan etkilenen komutan Mesleme her namazdan sonra şöyle dua etmeye başladı: “Allahım, beni o gediği aşan zatla haşr eyle.”4

İkinci örneğimiz: Çağının büyük davetçisi Hasan el-Benna

“Kardeşlerden biri, onunla bir etkinliğe gitmişti. Yorucu etkinlik bitip herkes uyumaya çekilince, üstad el-Benna ve arkadaşı, içinde iki sedir bulunan bir odaya davet edildiler. Her sedirin üzerinde birer yorgan da vardı. Her ikisi sedire uzanıp yorganlarına büründüler. Birkaç dakika sonra el-Benna: “Ey falan! Uyudun mu?” diye seslendi. Cevap: ‘Henüz değil.’ şeklinde olumsuzdu. Sorular kısa aralıklarla tekrar edildi. Cevap hep aynıydı. Öyle ki o kardeş sıkılmaya başladı ve içinden ‘Yorgunluğum yetmemiş bir de beni uyutmuyor!’ şeklinde söylenmeye başladı ve soruları cevapsız bıraktı. Üstad el-Benna onun uyuduğunu zannetti. Terlikleri giymeyip  eline alarak dışarı çıktı, abdest aldı, odanın uzak noktasına çekilip seccadesini serdi ve teheccüd namazını -Allah nasip ettiği kadar– kılmaya başladı.” 5

Yüce Allah’tan duamız bizlere salih ameller nasip etmesi ve bunları sadece kendisine has kılmasıdır.

Kaynakça

1) Hâris el-Muhâsibî, Risaletü’l Müsterşidîn, s. 233. 2) el-Kuşeyri, Er-Risaletü’l Kuşeyriyye, s. 105. 3) Emevî komutanlarından Mesleme b. Abdülmelik: Bizans cephesine kumandanlık yapmış, 88-89 (707-708) yıllarında Bedendûn (Pozantı) çevresini, Tuvâne (Tyana), Ammûriye ile (Amorion) Eskişehir’i ve 108’de (726-27) Kayseri’yi fethetti. 92-93 (711-712) yıllarında Anadolu cephesi seferlerini kumanda eden Mesleme Amasya’yı ve bölgedeki bazı merkezleri, 95’te (714) Kafkasya cephesinde bölgenin en müstahkem şehri Derbend’i ve çevresini fethetti. Konstantiniye’nin fethi için yaklaşık 100.000 kişilik bir ordu ile Suriye’deki Dâbık’tan 97 yılında (Eylül 715) hareket eden Mesleme, Maraş üzerinden Afik’e geçip kışı orada geçirdi. Baharda Ammûriye üzerinden yoluna devam ederek Sardes ve Bergama’yı fethetti. Abidos (Nara) Burnu’na yönelip Çanakkale Boğazı’ndan Trakya’ya geçti ve bu istikametten gelerek İstanbul’u muhasara altına aldı (Zilhicce 97 / Ağustos 716). Bir ay sonra 1800 gemiden oluşan donanması Haliç’in karşısına demirledi. 99 yılı başlarında (Ağustos 717) yeni halife Ömer b. Abdülazîz kuşatmayı kaldırıp ordusunu geri çekmesini emretti. Bunun üzerine muhasarayı kaldırıp geri döndü. Mesleme’nin, bu kuşatma sırasında Bizans makamlarının izniyle İstanbul’da müslümanlar için bir cami -Bugün bu cami Beyoğlu ilçesindeki Galata semtinde yer alan Arap Camii olarak biliniyor.- ve müslüman esirler için bir bina yaptırdığı rivayet edilmektedir. (Detaylı bilgi için bakınız: TDV İslam ansiklopedisi, “Mesleme b. Abdülmelik” maddesi.) 4) Abdülfettah Ebu Gudde, Risaletü’l Müsterşidîn tahkiki, s. 237. O da İbn Kuteybe, Uyunü’l Ahbar, 1, s. 172’den nakletmiştir. 5) Ömer Tilmisanî, Hatıralarım-Hasan el-Benna Mektebi, Nida Yayıncılık, s. 61.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?