Bismillah… Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (s.a.v.), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…

İslam dininin en temel özelliklerden birisi hiç şüphesiz vasat, orta yol oluşudur. İnsan davranışlarının ifrat ve tefrit denilen iki aşırı uç arasında orta bir halde olması şeklinde açıklanan bu özellik bazen itidal olarak da ifade edilir. Bu özellik öyle kapsayıcıdır ki, o olmadan bu dinin hiçbir alanı tam ve doğru olarak anlaşılmaz. İnanç esasları, ayetler, hadisler, fıkıh, siyer ve tarih, tasavvuf ve ahlak, cihad ve hareket, siyaset ve yönetim, sosyal münasebetler ve kişiler arası ilişkiler… Evet, vasat anlayış benimsenmeden bu alanların hangisine girişirsek, kendimizi ya ifrat ya da tefrit yollarında bulur ve böylece sıratı müstakimi yitirmiş oluruz. Bu özellik hem dinin anlaşılmasında hem de yaşanmasında, düşünce ve yaklaşımlarda, ilmi tahlil ve duyguda kritik bir öneme haiz olduğundan, dinimizin ilk beş özelliği sıralandığında, kanaatimce mutlaka zikredilmelidir.

İslam dini vasat olduğu gibi İslam ümmeti de Kur’an’da vasat olarak nitelendirilmiştir. “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (aşırılıklardan uzak) bir ümmet yaptık.”1 Müslümanlar bu özellikle bezenmelidirler. Biz bu makalemizde İslam’ın bu özelliğini değişime kapalılık ve esneklik bağlamında uygulamaya çalışacağız. Allah’tan (c.c.) bizi muvaffak kılmasını dua ederiz.

Kişi, sahip olduğu düşünce, fikir ve yaklaşımları ömür boyu korumalı mıdır? Öyle ki değişim gerekliliği ağır bastığında bunu düşünceye vefa, dönek olmama, sözünün eri, omurgalı duruş ve benzeri kavramlarla bastırsın. Yoksa düşüncelerimizden, daha önce benimsemiş olduğumuz yaklaşım ve araçlardan her istediğimizde vazgeçebilir miyiz? Bu durum fırsatçılık, pragmatizm, kişinin kıblesinin seyyar olması, döneklik… olarak nitelendirilemez mi? Burada ölçü ne olmalı? Ne zaman sarsılmaz ve yerinden kopmaz dağlar gibi düşünce ve yaklaşımda sebat ederiz ve ne zaman esnek davranıp bir çırpıda bunlardan vazgeçebiliriz?
Fıkra olarak anlatılır. Nasreddin Hoca’ya yaşı sorulmuş, kırk diye cevaplamış. On yıl sonra aynı soruyla karşılaşan Hoca, yine kırk demiş. Bu duruma şaşıranlara de şöyle demiş: “Erkek adam sözünden caymaz.” Hiç şüphesiz bu fıkradaki hâle düşmek de yanlış olduğu kadar ölçüsüz, değer yargısız ve ilkesiz bir şekilde bukalemun gibi sürekli hal değiştirmek ve “dün dündür, bugün bugündür” felsefesiyle hareket etmek de kabul edilir değildir.
Bu hususta genel bir çerçeve çizmemiz gerekirse olaya şöyle yaklaşabiliriz: Kişi, sahip olduklarını ve şimdiye kadar bagajına koyduklarını tasnif etmelidir. Yani, bellek ve zihin çantasını dolduranları;
İnanç esasları,
Değer yargıları veya ahlak ilkeleri,
Düşünce ve duygular,
Araç ve yöntemler şeklinde bölümlendirmeli ve her birisinin değişebilirlik/değişmezlik hükmünü zihninde netleştirmelidir. Bu konuda orta yol yaklaşımı şu olmalıdır. İnanç esasları ve ahlak ilkeleri değişmezlik mührüyle mühürlenmeli ve sabitelerimiz şeklinde kişiliğimizde yer edinmelidirler. Fakat düşünce ve duygular, araç ve yöntemler ise değişebilir ve yeni gelişen şartlara göre uyarlanabilir şekilde bizde yer edinmelidirler.

Konuya bir Müslüman olarak baktığımızda zaman, mekân ve şartlar ne kadar değişirse değişsin bizim inanç esaslarımızda veya ilkelerimizde bir değişimin olması kabul edilir değildir. Bu alanlarda olacak değişim duruma göre yozlaşma, tahrif, sapmak vb. ifadelerle dillendirilir. Örneğin; bir Müslüman hiçbir zaman ve tüm şartlarda ne Allah ve Resulü’nün sevgisinden ne de doğruluk, ahde vefa, hayâ vb. erdemlerden vazgeçebilir. Bunlar söz konusu olduğunda tamamen değişime kapalı olmalıdır. Fikirler, düşünceler, duygular, yöntem ve araçlar ise zaman, mekân ve şartlarının değişimiyle değişebilirler hatta değişmelidirler.

İnanç esasları ve ahlak ilkeleri konularında değişime açık olmak ne kadar yanlışsa fikirler, yöntemler ve araçlar hususunda değişime kapalı olmak da o kadar yanlıştır, denilebilir. O zaman, değişime kapalı konularda zihin yormak yerine değişime açık konularda zihin yormalıyız. Örneğin, adalet ilkesi sabitelerimizdendir, bunu olduğu gibi kabullenmeli ve özümsemeliyiz. Fakat adaletin nasıl sağlanacağı ve hangi yargı sistemi ve araçlarının benimseneceği konuları ise değişime açık konulardır. Bu hususlarda fikirlerimizi gözden geçirmeliyiz ve yeni arayışlar peşinde koşmalıyız. Çağımızda yargı sistemi savunma makamı, iddia makamı ve yargı makamı şeklinde tanzim edilmiştir. Bu bir fikirdir ve değişime açık bir fikir olarak benimsenmelidir. Böylece daha iyisini bulduğumuzda bundan hemen vazgeçebilmeliyiz.

Yukarıda özetleyerek ifade etmeye çalıştığım yaklaşımda yanılgıya düşmemek için bazı hususları özellikle açıklamakta yarar vardır:

İslam dinini evrensel ve zaman boyu kalıcı, baki kılan başlıca özelliklerden birisi onun aynı zamanda önemli teşri aracı olan ictihad kurumudur. Bu kurum sayesinde İslam, elverişli oluşunu çağlar boyu ispatlamış ve Müslümanlar yasama sorunlarını çözmüşlerdir. İctihad kurumu ve onun özelleşmiş bir hüviyet kazanmış şekillerinden biri olan fetva ile elde edilen fikir ve düşüncelerin değişime açık konular oldukları unutulmamalıdır. Bunlara dini sabite bakışıyla yaklaşmak doğru değildir. Ehli sünnetin saygın mezheplerinden birisinin kurucusu olan İmam Şâfiî (ra) şehir değiştirdikten sonra içtihada dayalı görüşlerinde önemli değişimler olmuş ve kendisinin bu süreci kavli kadim, kavli cedid şeklinde önemli iki ana görüşün doğmasına sebep olmuştur. Bir âlimin şehir değiştirmesi onun görüşlerinde ciddi değişime sebep olmuşsa bu onun ufkunun ne denli açık olduğunu ve şartların değişimini ne kadar doğru izlediğini gösteriyor. Şartların değişimine rağmen hâl, fikirlerde değişime gitmemek donukluğu, acizliği ve ufuksuzluğu ifade ediyor.

Gerek inanç esasları gerekse ibadet, muamelat, adap ve diğer tali konularda, Kur’an ve sünnet yoluyla gelen bilgiler Müslüman nezdinde sabitelerdir, değişime açık konular değildirler. Müslüman bireye yakışan tutum, bunları olduğu gibi kabul etmesi ve uygulamasıdır. Bunun dışındaki ve genelde insanların dünya işlerini ilgilendiren konularda ise Müslümana düşen hünerli davranmak, aklını kullanmak, sorgulamak, iyi alternatifler bulmaya çalışmaktır. Önceki alimlerimiz bunu şu şekilde ifade etmişlerdir: “Müslümanın yaklaşımı dinî konularda ittiba, dünyevi konularda ise i ibtidâ’2 olmalıdır.” Maalesef, günümüzde Müslümanlar çoğu defa bunun tersini yapmakla zaman tüketiyorlar. Bugün Müslümanlar namaz rekatlarını, hangi elle yemek yenileceğini, orucu vb. dinî konuları sorgulayacaklarına adalet ve yargı sistemini, Müslümanların niçin geri kaldıklarını, bildiklerimizin niçin pratiğimize yansımadığını, sosyal adaletin nasıl sağlanacağını vb. konuları sorgulamalıdırlar. Hiç kuşkusuz, Müslümanları ileriye götürecek yaklaşım budur.
Selam ve dua dileği ile…

Kaynakça
1. Bakara, 143.
2. İcat etmek, buluş sahibi olmak anlamındadır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?