İslam İçin Çalışanların Ortak Bir Düşüncede Buluşması Zorunluluğunun Gereği Olarak İmam Hasan el-Benna’nın Belirlediği 20 Esas “Bizler Yargıç Değil, Davetçiyiz!”

Bismillah…

Hamd ve senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c) aittir. Allah’ın salât ve selâmı kulu ve elçisi Muhammed’in (sav), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…

Bu makalede İmam Hasan el-Bennâ’nın Eğitim Risalesi fehm rüknünün 20. maddesini açıklamaya çalışacağım. El-Bennâ, bu maddede Müslümanın tekfir yaklaşımını ele almaktadır.

Fehm/Anlamak: Madde 20: Kelime-i şehadet getirmiş ve ona uygun davranan hiçbir Müslüman’ı bir görüş veya bir günah sebebiyle tekfir etmeyiz. Ancak kâfir olduğunu söyler, zarûrâtı diniyyeden olan bir şeyi inkâr eder, Kur’ân’ın apaçık hükmünü yalanlar, Arap dilinin kurallarına tamamen aykırı bir şekilde Kur’ân ayetlerini tefsir eder veya küfürden başka bir ihtimal taşımayan bir davranışta bulunursa bu durum müstesnadır.

Tekfir Nedir? Tekfir Etmek Nelere Yol Açar?

“Sözlükte ‘örtmek, gizlemek; nankörlük etmek’ anlamındaki küfr (küfrân) kökünden türeyen tekfir, ‘küfre nisbet etmek, mümin diye bilinen bir kişi hakkında kâfir hükmü vermek’ demektir. Terim olarak Allah’tan vahiy yoluyla gelip Peygamber’in tebliğ ettiği kesinlikle bilinen dinî bir esası inkâr eden kimsenin kâfirliğine hükmetmeyi ifade eder.” (1)

Tekfir etmek, Müslüman birinin dinden çıkışına karar vermek riskli, zor ve derin ilmi birikim gerektiren bir karardır. Çünkü Müslüman iken kâfir olduğuna hükmedilen kişi ile Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağı sona erer ve bu karar; eşinden boşanma, çocuklarının sorumluluğunu yitirme, Müslüman toplum veya devletle ilişkili aidiyet ve velayete dair haklardan olma, riddet ile ilgili hukukun uygulanması, ölmesi durumunda Müslüman bir birey için yapılması gereken cenaze namazının kılınması, yıkanması, Müslüman mezarlığında gömülmesi vb. işlemlerden mahrum kalma gibi çok ağır ve kritik durumları sonuç olarak doğuracaktır.

Allah’ın kullarından birisini tekfir etmeye çalışan kişinin bu ve benzeri durumları defalarca düşünmesi gerekir. Bu karar hususunda son derece teenni ile hareket etmelidir. Tekfir nedenini incelerken sadece mantığımızla değil, fiili/suçu işleyen kişinin de yaklaşımını/mantığını hesaba katmalıyız ve onu mutlaka dinlemeliyiz. Bu hususta Hâtıb b. Ebû Beltea olayı bize muhteşem bir ders niteliğindedir. Hâtıb’ın hatası ilk bakışta çağdaş hukukta vatana ihanet kapsamında değerlendirilebilecek en büyük suçlardan birisidir. Fakat onun açıklaması işin mahiyetini değiştiriyor. 

Siyer ve hadis kaynakları olayı bize şöyle aktarmaktadırlar: Allah Resûlü (sav) Mekke fethine hazırlıklar yapmaya başlamış ve bunları son derece gizli tutmaya çalışıyordu. Hâtıb b. Ebi Beltea Resûlullah’ın Mekke’nin fethi için yaptığı hazırlıkları öğrenip bir mektupla aynı yerdeki yakınlarına gizlice haber vermeye kalkışmış, ancak bu girişimi hemen vahiyle bildirilmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer onun münafıklığına hükmederek boynunu vurmak için izin talep edince Allah Resûlü (sav) Hâtıb’dan açıklama istemiş, o da bu işi Mekke’de bulunan akrabalarını korumak amacıyla yaptığını belirtmiş. Hz. Peygamber, Bedir Savaşı’na katılan Hâtıb’ın bu davranışını hata diye nitelendirip onu affetmiştir. (2)

Tekfir ve Davet!

Hasan el-Bennâ’dan sonra gelen İhvanı Müslimin’in mürşidi/başkanı, hukukçu, âlim ve davetçi Hasan el-Hudeybi, tekfircilik akımına karşı güçlü ve sert bir duruş sergiledi. İşin ilmi boyutunu ele aldığı gibi davetçilerin dikkatini çok önemli bir hususa çevirmeye çalıştı. Tabiri caizse, kendisini yargıç veya daha ileri giderek gardiyan yerine koymaya çalışan Müslümanlara, ‘bizim bu rolle işimiz yok, biz davetçiyiz!’ demeye çalıştı, tarihe geçen şu sözünü söyledi: “Bizler yargıç değil, davetçiyiz!” ve konu ile ilgili çalışmalarını bu adla kitaplaştırdı. (3) Ben de bu makalede merhum üstadımızın başlığını kullanarak bu konudaki uyarıyı tekrarlamak istedim. Evet, davetçinin görevi davet edilene hakkıyla davette bulunmak, onun gönlünü kazanmaya çalışmak, onunla kendisi arasında köprüler yıkmak değil inşa etmek ve meşru yollarla kendini ona sevdirmeğe çalışmaktır. Davet sürecinde insanlar hakkında karar vermek, onları fasık, kâfir vb. şekillerde sınıflandırmak işin neresinde mevcuttur? Davet ve tekfir sözcüklerini yan yana getirme cinayetini nasıl işleyebiliyoruz?

Tekfir etme durumu hukuki bir süreçtir ve yargıç olmayı gerektirir. Bu durumda tekfir edilmesi gereken kişi çağrılır, hakkındaki bilgi/şüphe, belge söylenir, savunması istenir ve işin aslı anlaşılmaya çalışılır. Oysaki İslam’ın hüküm sürmediği ortamlarda Müslümanlar yargıçlık rolüne soyunamazlar. Onların temel rolü davetçi kişiliktir. Davetçi ile yargıç arasında sayılamayacak kadar fark vardır.

Yargıç, insanların lehine ya da aleyhine karar verebilmek için onların durumunu araştırmak zorundadır. İnsanların özelliklerini bilmeli, durumlarını ve tutumlarını bilmeli ki, onların suçlu mu suçsuz mu olduğuna karar verebilsin. Ayrıca yargıçlık bazen insanlara suçlu gözüyle bakmayı ve kuşkucu olmayı gerektirir. Yargıç soğuktur, tarafsızdır. Hangimiz mahkemede kendimizi iyi hissederiz?

Davetçi ise herkese ulaşmaya çalışır ve herkesi eğitir. Davetçi, İslam davasını haykırır, herkesi ona çağırır. Yanlış yolda olan doğru yolu bulsun, asi olan tövbe etsin ve cahil olan öğrensin diye çabalar… Öyle ki davet ettiği kişi kâfir ise onun Müslüman olması için gayret eder, cezalandırılması veya öldürülmesi için değil. Davetçi, hata edenlerin cezalandırılması için çalışmaz. Bilakis onun hidayete ermesi için uğraşır. Mürtetleri, öldürmek için araştırmaz. Onları İslam dairesine yeniden kazandırmak için uğraşır. Davetçi insanlar hakkında karar vermekle meşgul olmamalıdır. Bu onun görevi değildir. Onlara acıyarak, ruh hali ile onlara “Siz kendinizi ateşe atıyorsunuz, ben ise sizi ondan kurtarmaya, korumaya çalışıyorum.” diyerek onlara davette bulunmaya yoğunlaşmalıdır.

Davetçi, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir. (Nahl, 125) ve “Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin!” (5) düsturları gereğince kolaylaştırıcıdır, samimidir, davet edilenin tarafgiridir, hoşgörülüdür, merhametlidir.

Dergimizin sonraki sayılarında tekfir ile ilgili genel yaklaşımı ve dikkat edilmesi gereken esas ve kuralları açıklamaya çalışacağım.

Başarı Allah’tandır.

Kaynakça

1) Tekfir maddesi, Yavuz, Yusuf Şevki, DİA 2) Ebû Dâvûd, “Cihâd”; Siyer Kaynakları 3) Bu kitap Türkçeye çevrilmiş ve ‘İslam Âleminin İnanç Problemleri; Davetçiyiz, Yargılayıcı Değiliz’ ismi ile yayınlanmıştır. 4) Buhârî, İlm; Müslim, Cihad

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?