15 Temmuz 2017’de Gaziantep Karahöyük köyündeki medreseyi ziyaret ettim. Medresenin yemeğini yedim, çayını içtim. Müderris hocalarımızla görüşmede gündeme gelen bir husus dikkatimi çekti ve beni son derece mutlu etti. Medreseyi konuşurken medrese yerinin müftülüğe ait olduğunu öğrendim. Müftülüğün burayı kendilerinden alması durumunda ne yapacaklarını sorduğumda, önceki müftülerden birisinin böyle bir teşebbüste bulunduğunu, burayı medrese yerine Kur’an kursuna dönüştürmek istediğini, fakat köy halkının buna karşı çıkması üzere düşüncesinden vazgeçtiğini söylediler.
Köy halkının medreseye sahip çıkmasının arka planını merak kapsamında: ‘Köy halkı buranın medrese olmasında neden bu kadar ısrarlı davranmış?’ diye sorduğumda; medresenin köy halkıyla bütünleştiği, medrese talebelerinin çoğunun köyden oldukları, medresede köyün çocuklarına başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere dini dersler verildiği, köydeki yetişkinlere de İslami eğitim verildiği bana anlatıldı. Bu tablo karşısında onurlandım ve zihnimde medresenin tüm köy halkına yaptığı katkı canlandı.
Medrese sadece yabancı talebelerin ilim tahsil ettiği ve çevresinden kopuk yaşadıkları bir ilim yuvası değildir. Medrese, bulunduğu köy veya mahalle için şöyle bir hedef yapamaz mı: DOKUNMADIĞIM EV, ETKİLEMEDİĞİM BİREY KALMAMALI.
Ben bu ruhu ve ideali Karahöyük köyündeki medresenin müderris ve talebelerinde gördüm. Müderris ve talebe kardeşlerimi davetçi kişiliklerinden dolayı takdir ediyorum.
İnsanoğlu noksanlıklardan beri değildir. Tissot marka kol saatimi büyük talebelerden birisine hediye olarak bırakmak istedim. Fakat alan olmadı. Bunu not ettim.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?