Bismillahirrahmanirrahim…

Bu makalede Fehm Risalesinin 11. ve 12. Maddelerini işleyeceğiz.

Fehm/Anlayış: 11. Madde: “Dinde dayanağı bulunmayan, insanların şahsî arzu ve meyilleri sebebiyle güzel buldukları ister dinde olanı eksiltme ister ilave şeklinde olsun, bütün bid’atlar sapıklıktır; daha kötü sonuçlara sebep olmayacak en uygun yöntem ve araçlarla bunlarla mücadele etmek ve onları ortadan kaldırmak gerekir.”

  1. Madde: “İlave veya terk şeklindeki bid’atte, serbest bırakılmış (nafile) ibadetlerden belli bir sayıyı, belli bir zamanda devamlı yapmakta fıkhî ihtilaf söz konusudur. Her tarafın bu konularda kendine göre görüşü vardır. Fakat delil ve kesin dayanakla doğruyu ortaya çıkarmaya çalışmanın bir sakıncası yoktur.”

İmam el-Bennâ 11. Maddede bid’atin ne olduğunu ve onunla nasıl mücadele edilmesi gerektiğini, 12. Maddede ise bid’at olup olmadığı hususunda ihtilaf bulunan bazı durumları ve bunlara dair nasıl bir yaklaşıma sahip olmamız gerektiğini izah etmiştir.

Bid’at Nedir ve Ne Değildir?

Arapçada “icat etmek, örneği olmaksızın yapıp ortaya koymak, inşa etmek” anlamlarına gelen ve “bid’a” kökünden türeyen bid’at, “daha önce benzeri bulunmayıp sonradan ortaya çıkan (muhdes) şey” anlamına gelir.

Bid’at biri geniş, diğeri dar kapsamlı olmak üzere iki şekilde tarif edilmiştir. Geniş kapsamlı tarife göre bid’at, Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan her şeydir. Bid’atin sözlük anlamından hareketle yapılan bu tarife göre dinî mahiyette görülen amel ve davranışlardan başka günlük hayatla ilgili olarak sonradan ortaya çıkan yeni fikirler, uygulama ve âdetler de bid’at sayılmıştır. Başta İmam Şâfiî olmak üzere Nevevî, İzzeddin b. Abdüsselâm, Mâlikîlerden Şehâbeddin el-Karâfî, Zürkânî, Hanefîlerden İbni Âbidîn, Hanbelîlerden Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Zâhirîlerden İbni Hazm bid’atı bu şekilde kabul edenlerdendir. Bu tarifi benimseyen âlimler, kendi görüşlerini Hz. Peygamber ve sahâbelerden nakledilen bazı rivayetlere dayandırmaktadır. Meselâ Müslim, Nesâî, İbn Mâce gibi muhaddislerin naklettiği bir rivayette Resûl-i ekrem, İslâm’da güzel bir çığır (sünnet-i hasene) açana o çığıra uyanlar bulunduğu sürece sevap verileceğini, kötü bir çığır (sünnet-i seyyi’e) açana da aynı şekilde günah yazılacağını ifade etmiş, Hz. Ömer de teravih namazını topluca kılanları görünce, “Bu ne güzel bir bid’attir” demiştir. Kur’ân’ı bir mushafta toplamak, teravih namazını cemaatle kılmak, minare ve medrese inşa etmek iyi bid’ate, kabirlerin üzerine türbe yapmak ve buralara mum dikmek de kötü bid’ate örnek olarak gösterilebilir. Bu anlayışa göre hadislerde reddedilen bid’at türü şüphesiz kötü olan bid’attir.

Bid’ati dar kapsamlı olarak anlayanlar ise onu, “Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilâve veya eksiltme özelliği taşıyan her şey” diye tarif etmişlerdir. Bu görüşü benimseyenler arasında, Mâlikîlerden başta İmam Mâlik olmak üzere Turtûşî, Şâtıbî; Hanefîlerden Bedreddin el-Aynî, Birgivî; Şâfiîlerden Beyhâkî, İbni Hâcer el-Askalânî, İbni Hâcer el-Heytemî; Hanbelîlerden Takıyyüddin İbni Teymiyye ve İbni Receb sayılabilir. Bunlara göre dinle ilgisi ve dinî mahiyeti bulunmayan şeyler bid’at sayılmaz; bu bakımdan örf ve âdet türünden olan davranışlar bid’at kavramının dışında kalır. Dar kapsamlı bid’at anlayışına sahip olanlar görüşlerine mesnet olarak, “İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir”; “Sonradan ihdas edilen her şey bid’attir” ve “Her bid’at dalâlettir” mealindeki hadislerin genel ifadelerini esas almışlardır (6).”

Üstteki uzun alıntıyı Rahmi Yaran’ın DİA için yazdığı Bid’at maddesinden aldık. Dikkat edilirse bu konudaki ihtilaf eskilerin ifadesi ile ihtilaf-i lâfzîdir. Yani, her iki grubun vardığı yer aynıdır. Çünkü her iki taraf da dinde dayanağı olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve dinle ilgili uygulamaların reddedilmesinin gerektiği konusunda görüş birliği içindedir. Keza, sonradan ortaya çıkan, dinî mahiyette görülmeyen ve dinî esaslara da ters düşmeyen fikir ve davranışlara gelince, bid’ati geniş kapsamlı olarak ele alan âlimler bu tür fikir ve davranışlara iyi bid’at demekte, diğerleri ise bunları bid’at olarak isimlendirmemektedir. Bunu bir örnekle açıklarsak matbaa icadı her ikisine göre de kötü değildir. Birinci grup sonradan ortaya çıktığından dolayı buna bid’at demekle beraber bunu yanlış veya kötü görmez ve ona ‘iyi bid’at’ der. İkinci grup ise dinle ilgili bir durum olmadığından bunu bid’at olarak nitelendirmez.

Konuyu, ilgili kavramları tasnif edip özet bir açıklama ile netliğe kavuşturalım:

  1. Gerçek bid’at (bid’at-ı hakîkî): Dinde, kulluk amacı ile sonradan ortaya çıkan ve dinî dayanağı olmayan her türlü ekleme ve çıkarmalardır. Bu tanımda iki kavramın altını çizdik. Çünkü sonradan ortaya çıkan bir duruma bid’at diyebilmek için dinî bir konuda olması ve dinî bir dayanaktan yoksun olması gerekir. Birinci koşulla dinî alanla ilgili olmayan değişim ve buluşlar, ikinci koşulla ictihad kapsamındaki durumlar bid’at tanımı dışına çıkarılmış olur.
  2. İzâfî bid’at (bid’at-ı izâfî): Şeriatta dayanağı olup ilk şekli sünnet veya faziletli bir amel olan ve uygulamasında sonradan meydana getirilen değişikliklerle tartışmalı hal alan durumlardır. Buna örnek olarak Cuma günü namazdan önce Kehf suresinin topluca ve sesli olarak okunması verilebilir. Kehf suresinin Cuma günü okunması sünnet iken topluca, sesli ve belli bir saatte okumak ise sonradan oluşturulan bir durumdur. Farz namazlardan sonra eda edilen zikirler de buna benzerdir.
  3. Terkî bid’at (bid’at-ı terkî): Kişinin, dinen helal olan bir şey veya durumu ibadet amacıyla kendisine yasaklaması ve onu terk etmesidir. Buna örnek olarak dindarlık niyeti ile kişinin evlenmeyi terk etmesini veya belli bazı helal gıdaları (et gibi) kendisine yasaklamasını verebiliriz. Burada niyet belirleyicidir. Çünkü bir kişi, eti dindarlık dışı bir amaçla (sağlık, zevk gibi) kendisine yasaklarsa bu bid’at olarak değerlendirilmez.
  4. Mutlak ibadetleri bir düzene bağlamak: Kur’ân veya sünnetin teşvik edip belirli bir şekil veya yöntem belirtmeden serbest bıraktığı ibadetleri belli bir düzene koymak. Kişinin günün belli bir vaktinde her gün 101 defa istiğfarda bulunması veya tesbih etmesi gibi…

Birinci madde gerçek bid’at olup tüm Müslümanların uzaklaşması gereken bir durum iken, diğer üç madde tartışmalı olup ictihad kapsamında cevaz verenler olduğu gibi onları yasaklayanlar da olmuştur. Cevaz verenlerin de yasaklayanların da kendilerine göre şer’î dayanakları vardır. Müslümanlara düşen bunları ictihadî bir mesele olarak görüp ikna olduğu ile amel etmesi ve diğer görüş sahiplerine hoşgörü ile yaklaşmasıdır.

Bid’at Yaklaşımımız Ne Olmalıdır?

Yüce Allah, hak din olarak bize İslâm’ı göndermiş, mübarek kelâmı ve elçisinin sünneti ile emir ve talimatlarını bize ulaştırmıştır. İslâm’ın en başta gelen temel özelliklerinden birisi ‘Rabbanî’ oluşudur. Başkaları bu dinde ne azaltmaya gidebilir ne de eklemede bulunabilir. Allah ve Resûlü dışında teşri’/yasama yetkilisi yoktur. “…Bugün sizin dininizi bütünlüğe/kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (2) Allah ve Resûlü dışındakilere bağımsız teşri’/yasama yetkisini tanımak şirktir. “Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri’ ettiler (bir şeriat kıldılar)?” (3)

Burada ictihad kurumunun ve müctehid âlimlere tanınan yasama yetkisinin bid’atle karıştırılmaması gerektiğini ifade etmekte yarar vardır. Çünkü bu, bağımsız bir yetki olmayıp Kur’ân ve sünnete dayanır. Bid’atın ise en belirgin özelliklerinden birisi dinde bir dayanağının olmamasıdır.

Bu hususta Müslümanlar geniş ufuklu olmalıdır. Buluş, geliştirme ve ilerleme ile ilgili kapasite ve yeteneklerini dünyevî işlere ayırmalıdırlar. Müslümanlar ibadetlerde buluş peşinde koşacaklarına, dünya ile ilgili işlerde icatlarda bulunsunlar, insanların hayatını kolaylaştırsınlar ve buluşları ile İslâm ümmetini diğer ümmetlerin önüne geçirsinler. Allah (c.c) ve Resûlünden bize ulaşan ibadetlerle yetinmeliyiz, onları sabiteler/değişmezler olarak görmeliyiz. Dünyevî olaylara ise değişim, gelişim ve buluş gözü ile bakmalı ve hep daha iyisi için çaba sarf etmeliyiz.

İslâm’a yapılan en temel saldırılardan birisi de şüphesiz bid’atçılıktır. Her bid’at İslâm’ın özüne bir saldırı olduğu gibi ondan bir şeyler de götürür. Bid’atler detaylı bir şekilde incelendiğinde her bid’atin İslâm’a verdiği zararların yanında ondan bazı temel prensip, kural ve uygulamaları götürdüğünü görülecektir. Örnek olarak selâm ile ilgili bid’atleri incelediğimizde bazı yörelerde büyüklere, kimi yerlerde küçüklere veya kadınlara selâm verilmediğini görürüz. Oysaki sünnete göre selâm küçüklere verildiği gibi büyüklere de verilir, erkeğe verildiği gibi kadına da verilir. Hatta yaşayana verildiği gibi ölüye de verilir. Allah Resûlünün bize öğrettiği kabir ziyareti selâm ile başlamıyor mu?

Kur’ân ve sünnet etrafında birleşmek ve onlarla amel etmek Müslümanları birleştirirken, onlardan uzaklaşmak ve bid’atlere sarılmak ise Müslümanları dağıtır, güçlerini parçalar ve kalbî sevgilerini yok ederek onları fırka fırka böler. Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” (4) Tefsir âlimleri bu ayette eleştirilen durumun bid’atçılık hastalığı sonucunda oluşabileceğini ifade etmişlerdir.

Çok sayıda hadisi şerifte Kur’ân’a, sünnete ve râşit halifeler yoluna sarılmak emredilirken, bid’atlere karşı uyanık olmak ve onlardan uzaklaşmak hususundan Müslümanlar uyarılmıştır. Örnek olarak aşağıdaki rivayetle yetineceğiz.

“İrbad bin Sâriye, bir sabah namazından sonra Hz. Peygamberin kendilerine tesirli bir vaaz yaptığını, kalplerinin yumuşadığını ve korkuyla ağladıklarını aktardı. Bunun üzerine sahabelerden biri, “Ey Allah’ın elçisi, bu aynen veda eden birinin vaazı gibi! O hâlde bize ne tavsiye edersiniz?” deyince, Allah’ın elçisi şöyle buyurdu: “Allah’tan korkmayı, Habeşli bir köle dahi olsa idarecinizi dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. İçinizden benden sonra yaşayanlar birçok ihtilafa şahit olacaklardır. Siz, o zaman sünnetime ve hidayet üzere olan râşit halifelerin sünnetine uyunuz, ona azı dişlerinizle sarılınız. Sonradan ortaya çıkan şeylerden uzak durunuz, onlar sapıklıktır.” (5)

Aşağıdaki cümleleri günlük ve itikadî hayatımızda kendimize şiar edinmeliyiz:

“Kim şu dinimizde, onda olmayan bir şey ihdas ederse bu reddedilir; Kim, yolumuza uymayan bir iş yaparsa o makbul olmaz; Sözlerin en iyisi Allah’ın kitabı, yolların en iyisi Muhammed’in yolu, işin en kötüsü de sonradan ortaya çıkarılanlardır ve her bidat sapıklıktır.”

Bid’atle Mücadele Ederken Nelere Dikkat Etmeliyiz?

Bid’atle mücadele yaklaşımını belirlerken işin sosyolojik ve psikolojik boyutunu hesaba katmalıyız. Yüzyıllar önce yerleşen ve toplumda kök salan bir bid’ati genel bir konuşma veya bir defalık nasihatle ortadan kaldırmanın mümkün olamayabileceğini bilmemiz gerekir. Bu nedenle;

  • Bid’atle mücadele ederken sabırlı ve hoşgörülü olmak gerekir.
  • Mücadele edilen bid’atin geçmişini, toplumda veya bireyde bıraktığı duygusal etkiyi öğrenmeliyiz.
  • Mücadelenin başında bid’atin ortadan kaldırdığı sünneti ihya etmeye çalışmalıyız. Bu hususta daha az dirençle karşılaşırız.
  • Bid’ati ortadan kaldırmak için aşamalı bir yaklaşıma ve programa sahip olmalıyız.
  • Bir bid’at ortadan kaldırılmaya çalışılırken daha büyük bir kötülüğe sebep olmamaya dikkat etmeliyiz.

 

Kaynakça

1) Yaran, Rahmi, Bid’at, İstanbul: DİA; 2) Mâide, 3; 3) Şûrâ, 21; 4) En’am: 15; 5) Ebû Dâvud, Darîmî, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibbân.

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?