Bismillah…

Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c) aittir. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. “Allah’ım! Öfkenden rızana; cezandan affına sığınırım. Senden yine sana sığınırım. Senin övgülerini saymakla bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.”

Allah’ın salât ve selamı insanlara iyiliği öğreten, onlara hidayeti gösteren, insanlığı küfrün ve sapıklığın karanlığından, darlığından ve bunalımından hidayet nuruna, iman aydınlığına ve iki dünya mutluluğuna çıkaran, şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (sav), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…

Bir imtihan yaşıyoruz. Öyle bir imtihan ki, zahiri müsebbibi her yerde nam salmış. Okur-yazar olmayanlar, küçük çocuklar, herkes onu tanıyor. Niye tanınmasın ki? Boy boy görselleri, renkli fotoğrafları, çıkıntılı, taçlı ve heybetli görüntüsü yıllarca unutulacak gibi değil. Oysaki o, küçücük, normal olanla değil ancak elektron mikroskobuyla görülebilen bir mikroorganizma. Basında gösterilen boy boy görselleri ve kocaman şekilleri sizi aldatmasın. Onun gerçek boyutunu mu merak ediyorsunuz?  Bir (1) milimetrenin başına 6 sıfır yazıp birinci sıfırdan sonra virgül koyunuz. 0,000001 mm. İşte boyu bu kadar. Yani, bir milimetrenin milyonda biri kadarmış. Başka bir ifade ile bir milimetrelik alana bir milyon Covid-19 virüsünü tren vagonları gibi dizebilirsiniz.

Evet, kendisi küçük, fakat tahribatı büyük. Büyüklüğü (ya da küçüklüğü) bu kadar ama insanları parmağının ucunda nasıl oynattığını görüyorsunuz. Küçüklüğü belirleyen ne? Âlim, Habir, Kadir ve Kavi olan Allah (c.c) izni ve yetkisi ile hareket eden, küçük olarak değerlendirilebilir mi?

Gözle görünmeyen bu küçücük virüs insanoğluna yeteneklerinin sınırını ve haddini gösteriyor sanki. Haddini göstermekle yetinmiyor, onu dizginliyor, kurallarını ona karada, denizde ve havada sıkı sıkıya uygulatıyor. Baksanıza, insanların arasına mesafe koydu. Bizim gibi tokalaşmaya, el öpmeye, sarılmaya, kucaklamaya, makas almaya, el ense çekmeye, kol kola girmeye bayılan, hatta hayatını bunlar üzerine kuran sıcakkanlı bir toplum için gerçekten radikal bir değişim bu… Mesafe şart olunca, mesafe hayat memat meselesi olunca, icabında baba oğuldan, kardeş kardeşten uzak ve en az üç adım mesafeli durur oldu. Önceleri yerli ve yabancı turist çekmek için milyarlarca dolar harcayan ülkeler artık içlerine kapanıyor, sınırları kapatıyorlar. Sadece kara trafiği sakinleşmedi, deniz ve hava trafiği teknoloji öncesi çağlara döndü. Artık semada uçak, denizde gemi görünmez oldu. Bu küçücük virüsün yol açtığı salgınla dünyanın tadı iyice kaçtı. İnsanoğlu gergin ve tedirgin, önünü göremez halde. Sanki bir dünya savaşının psikolojik yükünden daha ağır bir baskıyla her yer çalkalanıyor.

Evet, bu küçücük virüs insanoğlunu ve kurduğu sahte dünyasını sarsıyor. O insanoğlu ki, şeytani mantık ve materyalist kafayı rehber edinmiş, gönlü, ruhu ve vicdanı devre dışı bırakmış ve artık Allah’ın mülkünde fütursuzca davranabileceğine, tabiatı tahrip edebileceğine, toprağı çoraklaştırabileceğine, sekülerleşerek yüce Allah’ı hayattan uzaklaştırabileceğine ve kâinat üzerinde hegemonyasını kurabileceğine inanıyor. Öyle şımarmış ki dünyaya imtihan için geldiğini kabul etmiyor, kendisini yeryüzünü onarmakla memur, vazifeli, halife ve kul olarak görmüyor. Artık sözünü tutmuyor, tartı ve ölçüde doğru davranmıyor, adaletten uzaklaşıp zulme yöneliyor. İktidar ve güç sahibi olunca kibirlenerek hududullahı çiğniyor. Maalesef, yüce Allah’ın kitabında anlattığı önceki ümmetlere ait bütün toplumsal sapmalar bugün yaşanıyor. Mal ve mülk aşırılığı, kudret ve güç aşırılığı, cinsellik ve fuhuş aşırılığı bütün yeryüzü toplumlarına yayılmış. Şuayb’ın toplumu, Lut’un toplumu, Hud’un toplumu, Musa’nın toplumu hepsi bir araya gelmiş sanki. Bugün insanlık küresel sapkınlık içinde. Hz. Şuayb’ın toplumu bir deve kesti ve cezalandırıldı. Bugünkü insanlık ise milyonlarca deve kesti. Yaptıklarıyla nerdeyse neslinin sonunu kendi eliyle getiriyor.

Bütün dünya malum virüsün pençesinde kıvranıyor. Bir yandan ilaç aranıyor, araştırılıyor, temin edilmeye çalışılıyor öte yandan ceset torbası. Başta insanların çoğu salgını geçici bir süreliğine aktif hayattan kopuş olarak algıladı. Hatta varlıklılar bunu bir nevi tatil olarak telakki etti. Tatil gibi algılayınca da köyü olan köyüne, yazlığı olan yazlığına koştu. “Biz niye evde kalıyorduk” sorusunun cevap hanesini doldurmak mesuliyetini kimse üstlenmedi.

Bu salgın ve yol açtığı korku insanoğlunu kendine getirir mi, yeni bir adil ve haddini bilen dünya düzeninin kurulmasına vesile olur mu? Bu sahip olduğumuz bilinç ve ruh haline bağlıdır. Dünyada sadece bireysel olarak değil, toplum ve devletler olarak da sebep olduğumuz kusurların farkındaysak belki. Belki diyorum, çünkü kusurunun farkında olan kişi samimi bir tövbeyle yaratıcısına dönüş yapar ve çizdiği yeni istikametle salgın sonrası için de doğru bir yol tutmuş olur. Ya kusurunun farkında olmayıp her şeyi basit bir virüs salgınıyla açıklayanlar?

Virüse yakalandıktan sonra hastaneye yatırılan ve yoğun bakımda entübe edilerek ağır tedaviler gördükten sonra iyileşen bir göğüs doktoruyla yapılan röportajı merakla okudum. Doktor bey, ilk defa ciddi bir şekilde ölümü hissettiğini ve şimdiye kadar yapmadığı bazı şeyler için üzüldüğünü ifade ediyordu. Devamında şöyle diyordu: “Bundan sonra iş dışında da bir hayat olduğunu unutmayacağım. Eşime ve kızıma daha fazla zaman ayıracağım. Televizyonda nostalji kanalında rahmetli Barış Manço’nun bir klibini izlerken omzundan astığı org benzeri bir alet çaldığını gördüm. Ben de aynısından bulup çalmayı öğrenmek istiyorum. Bir domates fidesi ekmek bile çok önemli artık hayatımda.” Burada kılınmayan namazlar, tutulmayan oruçlar veya yaratıcımız olan yüce Allah’ın üzerimizdeki diğer hakları hatırlanmıyor. İlginç değil mi? Ölümle burun buruna gelmişiz ve üzüldüğümüz nokta org benzeri bir alet çalmadan, doğayla ilgilenmeden veya domates fidesi ekmeden bu dünyadan göç etmek!

Aslında kusurunun farkına olanların bir kısmı da bu dönemde tabir caizse tevbe-i nasuhla dönüş yapmalarına rağmen, salgın geçtikten sonra eski hallerine dönerler. “İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, “Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir” der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Zümer, 49) O zaman ancak imtihan bilincine sahip olanlar bu süreci doğru değerlendirebilir ve sonrası için iyi bir yol tutabilir.

Az önce ifade ettiğimiz gibi salgın olsun, kıtlık olsun veya başka bir şey olsun fark etmez, musibetten önceki hazırlığımız, bilincimiz hem musibet döneminde hem de sonrasında doğru tavır takınmamıza vesile olacaktır. İnsanoğlu bu dünyanın bir yaratıcısının olduğunu ve insanları bir vazifeyle görevli olarak yarattığını ve samimiyetinin test edileceğini en başta bilmeliydi. Evet, o bu dünyaya imtihan için, iyi işler yapıp yapmayacağının belirlenmesi için gönderildiğini bilmeliydi. “O hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için, ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.(Mülk, 2)Biz, insanların hangisinin daha güzel amel işleyeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi, dünyanın kendine mahsus bir ziynet/süs yaptık.(Kehf, 7) İlk öncüsü Âdem (a.s) ve tüm nesli imtihan için yaratılmıştır. Hz. Âdem’in (a.s) yaratılıştan sonra cennete konması sizi aldatmasın ve sanmayın ki o ağaçtan yemeseydi o ve soyu orada ebedi kalacaktı. İlk atamız yaratılış sonrası geçici bir süreliğine cennete yerleştirildi. O ağaçtan yemeseydi de oradan dünyaya gönderilecek ve imtihana tabi tutulacaktı.

Müslüman olarak Allah’tan sıhhat, selamet ve afiyet istenmeli. Kötülük, musibet taliplisi olunmamalı. Fakat dünya hayatının her zaman gülistan olmayacağını ve imtihanın kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır. Dünyaya imtihan için geldiğini öğrenen insanoğluna düşen ilk vazife sağlam bir imtihan bilincine sahip olmasıdır. İmtihan nedir? Bu konuda öncülerimiz kimler? Ne kadar, niçin ve nasıl imtihan oluruz? İmtihanda kalmamak için neler yapmalıyız? Ne ile imtihan oluruz?

İnsanoğlu ilk başta imtihanı bilmeli ve kabullenmelidir. Bu dünyaya piknik yapmaya gelmediğinin farkına varmalıdır. İman etmeli, imanını amelle desteklemeli ve bunu kanıtlamalıdır. “İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; keza O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır. (Ankebût- 2-3) “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri ortaya çıkarmadan ve sabredenleri belirlemeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?” (Âl-i İmrân, 142) Kur’an-ı Kerim nelerle imtihan olacağımızı ve bu süreçteki en önemli azığımızı vurgulayarak bu hakikati apaçık bir şekilde beyan ediyor. Buyurunuz, istifade edelim: “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber!) Sen sabırlı davrananları müjdele. İşte o sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman ‘Biz Allah için varız ve biz sonunda O’na döneceğiz’ derler.(Bakara, 155-156)Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda peygamber ve beraberindeki müminlerle “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır denildi.(Bakara, 214)

Esasen, bu imtihanda belalara, musibetlere ve zorluklara maruz kalmak kötülere has bir durum değildir. Aksine, kişi ne kadar dindarsa o oranda sınanacağını söyleyebiliriz. Başta peygamberler olmak üzere Allah herkesi denemektedir. Bir hadise göre en şiddetli belâlara uğrayanlar önce peygamberler, sonra da onlara en çok benzeyenlerdir.1 “İnsanların belâ/imtihan yönünden en şiddetlisi, en çok belâya müptela olanları peygamberlerdir, sonra Salihler, sonra da derece derece iyi hal sahibi diğer mü’minlerdir.”2

Öncülerimiz olan Peygamberlerden (a.s) hangisi sınanmadı, hangisi bu dünya hayatında rahat yüzü gördü? Âdem (a.s) mi, Nuh (a.s) mu? Oğlunu kurban etmekle emrolunan İbrahim (a.s) mi? Ya İsmail (a.s)? Kur’ân, baba-oğul imtihanını, Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban etme teşebbüsünü “apaçık bir belâ (deneme)” (Saffât, 106) olarak nitelendirmiyor mu? Altın silsilenin son halkası Allah Resulü (sav) mü imtihandan muaf tutuldu? Hayır, o da kardeşleri gibi sınandı. Hatta onunki en çetin olandı. O Mekke’de sınandığı gibi Medine’de de sınandı. Mekke’de imtihan sebebi ağırlıklı olarak müşriklerdi. Medine’de onlara Münafıklar, Yahudiler ve Arap yarımadasını çevreleyen Sasani ve Bizanslılar eklendi. O (sav), işkence görerek, aç bırakılarak, çeşitli musibetlere maruz kalarak maddi olarak sınandığı gibi namusuna iftira edilerek (ifk hadisesi gibi), adaleti sorgulanarak, delilik, sihirbazlık vb. kendisinden fersah fersah uzak hakaretlere uğrayarak manevi olarak da sınandı.

İmtihan olmak, sınanmak, belalara duçar olmak her zaman kötü değildir. Aksine kalitenin, özün ve cevherin ortaya çıkarılması için bazen şarttır. Deri için tabaklanma ne ise insan için ibtilâ da odur; altın ateşte, insan mihnette belli olur, denmiştir. İmtihan olmadan, insanoğlunu en yüce mertebelere çıkaran yakîn, tevekkül, sebat, sabır, umut, güven, iyimserlik gibi haller nasıl ortaya çıkar? İbrahim (a.s) bile sınandıktan sonra imam kılınmadı mı? “Vaktiyle rabbi İbrâhim’i bazı sözlerle sınayıp da İbrâhim onları eksiksiz yerine getirince, “Ben seni insanlara önder yapacağım” buyurmuştu.” (Bakara, 124) Ahmet b. Hanbel’in (r.a) imtihanını, kamçılar altında vücudunun inlemesini gözlemleyen sûfî dostu Bişr el-Hâfî onun peygamber sabrı gösterdiğini belirtmiş ve atıldığı ateşten has altın olarak çıktığını söylemiştir. İmam Ahmed bu imtihana maruz kalıp cevheri ortaya çıkmasaydı hakkında İmam Şâfiî, “Bağdat’ta Ahmed b. Hanbel’den daha faziletli, müttaki, âlim ve fakih bir kimse görmediğini” söyler miydi? Veya Ali b. Medînî şöyle der miydi: “Allah bu dini ridde günü Ebû Bekir ile mihne günü de Ahmed b. Hanbel ile yüceltmiştir.3

İmtihan olmak küllerden doğup yeniden bilenmek, zahiren şer görünende hayır aramaktır. Aynı zamanda günahtan arınmak ve mânen yükselmektir. İfk hadisesini ve konu ile ilgili hadisleri şerh eden İmam Nevevi bu olaydan çıkarılacak elli üç ders ve hikmet saymıştır. Ön sezgisiyle Kur’ân hükmünün habercisi olan Ömer’in (r.a) musibet ve imtihan bilinci ne muhteşemdir! “Sınandığım her musibette yüce Allah’ın üzerimdeki dört nimetini gördüm: Musibetin dinimde olmaması, rızadan mahrum olmama, daha büyüğünden korunmam ve O’ndan sevap ummam.

Selam ve dua dileği ile…

Kaynakça

1) Buhârî, “Merḍâ”, 3; Tirmizî, “Zühd”, 56; İbn Mâce, “Fiten”, 23; Dârimî, “Reḳaiḳ”, 67. 2) Dârimî, c. 2, s. 320; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr c. 1, s. 136. 3) M. Yaşar Kandemir, TDV İslam Ansiklopedisi, “Ahmed b. Hanbel” maddesi.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?