Bismillah…

Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (sav), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…

Hemen hemen tüm ülkeleri derinden ve çok boyutlu bir şekilde etkileyen, 2019 sonlarında başlayan Çin başlangıçlı bir pandemi sürecini yaşıyoruz ve bu sürecin 2021’de de devam edeceği öngörülüyor. Bu sürecin birinci pik noktasının başında uzmanlar bunun kısa süreli olacağını düşündüler ve ülkeler de bununla uyumlu olarak sert, salgın kaynağı olan virüsü tamamen yok etmeyi hedefleyen ve sonuçları ağır olan tedbirler uyguladılar. Hepimiz fabrikaların kapatıldığını, cami, lokanta, çay evleri gibi ibadet ve sosyal mekanların kapılarına kilit vurulduğunu, yüz yüze eğitimin tüm şekillerinin yapılamadığını gördük. Bunlarla da yetinilmeyerek, alınan sıkı tedbirler sonrasında yollar araçsız, sema uçaksız kaldı. Her ülke bu sert tedbirleri bir süre uyguladıktan sonra anlaşıldı ki, bu virüsün tamamen ortadan kaldırılması imkansız gibi. Bunun üzere her ülke, pandemi öncesi döneme veya moda adıyla ‘yeni normal’e dönüş için stratejiler geliştirdi, aşamalar ve kriterler belirledi. Bu süreç içerisinde yavaş yavaş yollar arabalarla buluştu, uçaklar yeniden uçtu, işyerleri açıldı, ibadet ve sosyal mekanlar ilgilileriyle kucaklaştı. Gerek alınan tedbirlerde ve gerekse ‘yeni normal’e dönüş için belirlenen kural ve uygulamalarda hastalığın yayılmasının önlenmesi ile hayatın sürdürülmesi için gerekli olan faaliyetlerin (turizm sezonu, iş yerlerinin uzun süre kapalı tutulamaması vb.) sürdürülmesinin zorunluluğu arasında gel-gitler yaşansa da yüksek oranda dengenin sağlandığı söylenebilir.

Bu sürecin yönetiminde ülkemizin genel olarak başarılı olduğu ve makul bir denge sağladığı söylenebilir. Örneğin; sağlık-güvenlik, sağlık-ekonomi ve sağlık-sosyal hayat ilişkilerinde kabuledilir bir denge kurulmuştur. Fakat, aynı durumu sağlık-eğitim bağlamında söyleyebilir miyiz? Önümüzdeki yıllarda en çok tartışılacak ve etkisini en fazla hissedeceğimiz başlıca konu eğitimle ilgili yaklaşımımız ve tedbirlerimiz olacaktır. Daha açık bir şekilde ifade etmemiz gerekirse, sorulacak bu soruya vicdani bir cevap verip veremeyeceğimizdir: Erişkinler bu hastalıkta daha fazla riskli olmalarına rağmen onların, uçakta üç koltukta üç kişi şeklinde saatlerce yanyana ve bitişik biçimde oturup seyahat etmesine ekonomik kaygılar nedeniyle izin verildi! Peki, eğitim için niye benzeri bir duruma izin verilmedi? Eğitimli bir ‘gelecek’ için tedbirlere uyularak yüz yüze eğitim yapılamaz mıydı? Yüz yüze yapılamayan eğitimler online eğitimle telafi edilebildi mi? Gerçek bir sınıfta hakkıyla ulaşılamayan öğrenciye sanal sınıflarda ne kadar ulaşılabildi?

Sağlık ve insani yardım gibi özel bir alan için kurulmuş Sivil Toplum Kuruluşlarını saymazsak, İslamî STK’ların büyük çoğunluğunun faaliyetleri direkt veya dolaylı bir şekilde eğitimle ilgilidir. Bu süreçte onların bu faaliyetlerini icra edememeleri veya çok az bir düzeyde yapmaları toplum yararına ciddi bir kayıp olarak görülmelidir. Bu nedenle STK’lar bu süreci anlamaya, yorumlamaya ve doğru okumaya ciddi bir şekilde muhtaçtırlar.

Pandemi sürecinin 2021’de de devam edeceğini bilerek bununla yaşamayı ve faaliyetlerimizi ona uygun bir şekilde yürütmeyi  öğrenmeliyiz. Bu bağlamda İslamî STK’ların camialarına yapacağımız en önemli öneri, onların “bir bütün olarak yapılamayan, tümden terk edilmemeli” şeklinde ifade edilen usul alimlerinin ilkesini rehber edinmeleri ve pandemiden önce yapılan faaliyetlerden hangisinin bu süreçte yapılamayacağını ve bunun alternatifinin ne olabileceği konulu çalıştaylar düzenlemeleri olacaktır. Farklı zamanlarda ve farklı illerde yapmış olduğum ziyaretler sonucunda öğrendim ki, pandemi nedeniyle yapılamayıp da alternatifi olmayan hiçbir faaliyet veya çalışma nerede ise yoktur.

Arapçada sıkıntı anlamındaki ‘mihnet’ sözcüğünde sadece iki harfin yerlerinin değiştirilmesiyle ‘minhet’ diye yeni bir sözcük meydana gelir. Bu yeni sözcük ödül, mükafat anlamındadır! Sözcükler dünyasında küçük bir değişimle bir sözcük zıt bir kutba taşındığı gibi, sosyal hayatta da olayların (nimetler, sıkıntı ve zorluklar) bilinçli bir şekilde değerlendirilmesiyle ve şartların değişmesinden yola çıkarak olaylarda yeni şartlara uygun yerli yerinde bazı değişiklikler yapılarak ulaşılan nitelikli güncellemelerle dezavantajlar avantaja, sıkıntılar nimetlere, mihnetler minhetlere dönüştürülebilir.

Ufkumuzun genişlemesine vesile olması dileğiyle somut bazı örnekler vereceğim. Umarım, böylece ‘şartel attı, elektrik gitti, uykudan başka yapacağımız yoktur’ diyen köylü gibi mazeretlere sarılıp çalışmaları durdurmak yerine, salgının dayattığı şartları kabul edip rüzgâr direnci geliştiren ağaç gibi olumlu bir tavır takınırız.

  1. Çalışma ve dayanışma amaçlı, küçük gruplardan oluşan ve haftalık toplanan eğitimler yüzyüze yapılamadığı zaman; internet imkanları kullanılarak eğitimler yapılabilir, kitap okumaları verilebilir, haftalık düzenli kısa telefon görüşmeleri yapılabilir. Dokunamadığımıza, yüzünü göremediğimize sesimizi ulaştırmalıyız. Korona sesle bulaşmaz!
  2. Ortaokul, lise ve üniversite düzeylerindeki eğitimler yüzyüze yapılamadığında; eğitici hoca öğrencilerini tek tek arayabilir, onlara ödevler verebilir, kontroller yapabilir, uzaktan online programlar yoluyla kısa buluşmalar düzenleyebilir.
  3. Topluma yönelik haftalık düzenli bir şekilde yapılan sohbet, konferans vb. programlar yüz yüze yapılamadığında you tube vb. kanallar yoluyla bunlar telafi edilebilir. Bu programlara gelirken dost ve komşularımızı davet ettiğimiz gibi bunların alternatiflerini icra ettiğimizde de onları ihmal etmemeliyiz. Sanal medyada kötülüğün sesinin gür ve iyiliğin sedasının cılız olması bizi gayrete getirmelidir.
  4. Yüz yüze buluşma ve görüşmelerin yapılmadığı ve ziyaretlerin azaldığı salgın günlerinde aile eğitimi önemsenmelidir. Normal zamanlarda özellikle aile reisinin vaktinin neredeyse çoğunu ev dışında geçirmesi beraberinde eş ve çocukların ihmalini getirmektedir. Bu süreç altın bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Daha önce haftalık yapılan aile sohbet ve dersleri gerekirse günlük yapılabilir, eşler kendi aralarında ve çocuklarıyla yapılan görüşme ve muhabbetleri artırabilirler.
  5. İslamî STK ve camialar mevcut salgın şartlarının doğrudan ve dolaylı bir şekilde bireyleri kötü etkileyeceğini, onları egoist yapabileceğini, sosyal hayata zarar verebileceğini öngörmelidirler. Sıla-i rahmin azalması, ziyaretlerin unutulması, birey ve toplumun sadece kendi menfaatini düşünmesi gibi daha önce var olan ve kendileriyle mücadele ettiğimiz durumların salgın sürecinden güç alacağını bilmeliyiz. Artık imamlar salgın bitse bile eskisi gibi, ‘cemaat, sıkışınız, omuzlar birbirine değisin’ diyebilecekler mi? Tüm bunları düşünmeli ve tedbirler almalıyız.
  6. Bu salgın sürecinde bolca kitap okumalı ve okutmalıyız. Daha önce yılda 3-4 kitap okuyan birisine 10-15 kitap okutulabilir, bu durum kitap analiz çalışmalarıyla zenginleştirilebilir.
  7. İslamî STK ve camialar salgın sonrasına hazırlık yapmalı. Salgın bittiğinde topluma donanımlı ve fedakar gönüllüler sunabilmeli, ona ruh katan programlar sunabilmeli.

Son sözümüz: Allah’a hamd olsun.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?