Hakikat Kavramına Genel Bir Bakış

“Hakk” kökünden türemiş olan hakikat kelimesi: “Gerçek, gerçeklik, gerçekten”1 gibi anlamlara gelmektedir. Hakikat kavramı, geçmişten günümüze, insanların üzerinde çokça konuştukları ve bir şekilde durdukları yeri tanımlamak için kullandıkları bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Kavramın tanımı üzerinde insanlar arasında bir uzlaşı olsa da mahiyeti ve kaynağı ile ilgili ihtilaflar hep olagelmiştir. Tarih boyunca din, mezhep, meşrep, statü bakımından birbirinden farklı olan insanlar, ötekinden daha üstün olduklarını ispatlamak kaygısıyla hakikat kelimesini hep kendileriyle ilişkilendirmiş ve bir yönüyle de diğerlerini dışlamışlardır. Hakikate sahip olma veya hakikati elinde bulundurma iddiasıyla ortaya çıkan insanlar, çoğu zaman sahip oldukları gücün de yardımıyla bu tezlerini ispatlamak için olmadık yollara başvurmuşlardır. Bu anlamda tarih boyunca hakikat ile güç kavramı arasında çok yakın bir ilişki olduğu söylenebilir. Gücü ellerinde bulunduran gruplar, mensubu oldukları dinin veya ideolojinin “hakk” olduğu varsayımından hareketle bu dini/ideolojiyi diğer insanlara dayatma yoluna gitmiş, bu durum da beraberinde pek çok sorunu getirmiştir.

İnancımıza göre peygamberler, hakkın ilk şahitleri ve destekçileridirler. Tarih boyunca peygamberler, insanlara hakikati beyan eden, Allah’ın kudretini anlatan elçiler olmuşlardır. Yüce Allah (c.c.), kendisini anlatma görevi için en şerefli insanlar olan peygamberleri görevlendirmiş, peygamberlerden sonra da hakikatin tercümanı olma görevi âlimlere kalmıştır. Bu yönüyle âlimler, peygamberlerin varisleridirler. Mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslam inancına göre Yüce Allah (c.c.), kâinatı ve içindekileri bilinmek ve tanınmak için yaratmış tüm peygamberler de insanları bu hakikate çağırmışlardır. İnsanlar bazen bu çağrılara kulak vermiş bazen de peygamberlerin hayat bahşeden çağrılarına sırtlarını dönerek çağrı sahiplerini cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Kur’an’da geçen peygamber kıssaları bunun örnekleriyle doludur.

Hâl böyleyken insanın yaratılış gayesi, Allah’ı hakkıyla tanımak ve O’na gereği gibi kul olmaya çalışmaktır. Yalnız farklı gerekçelerle insanlar yaratılış gayelerini hep unutageldiler. İnsanlar her unuttuklarında da yüce Allah tarafından gönderilen peygamberler, onlara dünya ve ahirette saadete ermeleri için gerekli olan bilgileri öğretmiş ve onları eğitmeye çalışmışlardır.

Öğretmen ve Misyonu Üzerine
Bir milleti maddi ve manevi anlamda yükseltecek, yarınlara güvenle bakmasını sağlayacak, ona güç ve saygınlık kazandıracak yegâne yol eğitimdir. Bir ülkenin sahip olduğu en kıymetli hazine ne petrol ne doğal gaz ne de altındır. Bilakis bir millet için en değerli servet, iyi yetişmiş insan gücüdür. Bu eşsiz serveti uluslara kazandıracak olan da eğitimin uygulayıcıları ve yapı taşları da öğretmenlerdir. “Öğretmen, resmi ve özel bir eğitim kurumunda çocukların veya gençlerin öğrenme yaşantılarına rehberlik etmek veya yön vermekle görevlendirilmiş ve bu amaçla yetiştirilmiş kimse şeklinde tanımlanabilir.”2
Öğretme ve eğitme işi, ilk insandan bu yana tüm toplumlarda farklı formlarla da olsa var olagelmiştir. Her insan, doğumundan ölümüne kadar -öncelikle annesinden başlamak üzere- farklı kişilerden olumlu veya olumsuz sürekli bir şeyler öğrenir. Bu nedenle denilebilir ki öğretmenlik, insanlık tarihi kadar eski bir meslektir. “Öğretmenliğin çok eskilere dayanmasına karşın, bir meslek olarak ortaya çıkışı ‘modern okulun’ doğuşuyla başlamıştır. Eğitimin bir dalı olarak kurumsallaşması, çocuğun eğitimiyle ilgilenecek özel uzmanlık ve beceriye sahip insanların yetiştirilmesini zorunlu kılmıştır.”3 Öğretmen olarak tanımlanan bu insan modeli, eğitim sistemimizin vazgeçilmez unsurudur. Öğretmenler, bir taraftan çocuklarımızı eğitmekte bir taraftan da onlara gündelik hayatta ve mesleki yaşantılarında kullanabilecekleri bilgi ve becerileri öğretmeye çalışmaktadırlar.

Öğretmenlerin; eğitim ve öğretimin kalitesini yükseltme, okulun, çevresiyle sağlıklı ilişkiler geliştirebilmesini sağlama, okul idaresine işleyişte yardımcı olma, hâl ve hareketleriyle öğrencilere örnek olma gibi görev ve sorumlulukları vardır. Peki, öğretmenin görevleri bunlarla mı sınırlıdır? Tabi ki hayır. Öğretmenin, bunların dışında da birçok görevi vardır aslında. Öğretmenlik çağları aşan ve belirli kalıplara sıkıştırılamayacak bir meslektir.
İlk insan olan Hz. Âdem, insanlığın ilk peygamberi ve ilk öğretmenidir. Hz. Âdem’den sonraki tüm peygamberler de kavimlerine hem peygamber hem de öğretmen olarak görevlendirilmişlerdir. Nitekim Efendimiz (s.a.s.) de: “Ben sadece muallim (öğretmen) olarak gönderildim.”4 buyurarak bu gerçeğe işaret etmiştir.

Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar gelen tüm peygamberlerin insanlığa verdikleri ilk dersin konusu tevhit olmuş, bu dersi adalet, uhuvvet gibi dersler takip etmiştir. Bütün peygamberler, öğretmenlikleri süresince insanları yanlıştan doğruya, kötüden iyiye yöneltmeye çalışmışlardır. Peygamberler bir taraftan insanlardaki yanlış bilgi ve kanaatleri düzelterek onlara hakikâtin bilgisini öğretmişler bir taraftan da yaşantılarıyla örnek olarak onları eğitmeye çalışmışlardır. Bu yönüyle peygamberler hem eğitici hem de öğretici vasıflarıyla günümüz öğretmenlerine âdeta ışık tutmaktadırlar.

Ünlü filozof ve bilim insanı Farabi’nin: “Önce doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir. Ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz.” sözünde işaret edildiği üzere öğretmenler, çocuklarımıza önce Kur’an hakikatlerini öğretmeli, akıllarıyla beraber kalplerine de hitap etmelidir. Çünkü ezbere dayalı, sadece aklı esas alıp kalbi ihmal eden, uhrevi kaygılar taşımayan bir eğitim anlayışıyla arzuladığımız neslin yetişmesi pek olası görünmüyor.

Öğretmen, eğitimin temel taşıdır ve çoğu zaman iyi yetişmiş bir öğretmen binlerce insanın hayatını değiştirebilmektedir. Bu nedenle maddi ve manevi anlamda ilerlemek isteyen toplumlar, öğretmenlerin eğitimine büyük önem vermelidir. Zira öğretmenlerin aldıkları eğitim, sahip oldukları dünya görüşü ve kişilik özellikleri, geleceğimiz olan çocuklarımızın eğitimini belirleyen temel faktörlerdir.

Kendini yetiştirmiş, alanına hâkim, beşerî ilişkileri iyi olan ve kâinata rabbanî bir gözle bakabilen öğretmenler, öğrencilerini derinden etkileyebilir ve onlar üzerinde iz bırakabilirler. Manevi değerlerine yabancılaşmış, öğretmenliği sadece bir gelir kapısı olarak gören, görevinin sadece branşının gerektirdiği bilgileri öğrencilere aktarmaktan ibaret olduğunu düşünen bir öğretmenin, toplumları inşa ve ihya etme görevini yerine getirmesi düşünülemez.

Öğretmen, derdi olan insandır. Derdi olmayan ve bu derdi için ter dökmeyen bir öğretmenin, mesleğinin hakkını vermesi düşünülemez. Burada belki sorulması gereken temel soru şudur: “Öğretmenin, uğrunda bir ömür çalışacağı derdi ne olmalıdır?” Şüphesiz bir öğretmen, alanının gerektirdiği bilgi ve donanıma sahip olmalı ve bir öğrenci misali sürekli çalışarak kendisini yenilemelidir. Branşının gerektirdiği donanıma sahip olmayan ve bunu öğrencilerine aktaramayan bir öğretmenin her şeyden önce öğrencileri tarafından kabul görmeyeceği su götürmez bir gerçektir. Bununla beraber öğretmenin asıl misyonu, öğrencilerine dünya ve ahiret saadetine giden yolu göstermek, yolu göstermekle kalmayıp bu yolda onların önünden yürüyerek rol model olmaktır. Çünkü lisan-ı hâl her zaman lisan-ı kalden daha etkili olup yaşanmadan söylenen sözlerin insanlar nezdinde bir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Evet, öğretmen derdi olan, derdini seven ve onun uğrunda türlü cefalara katlanan, bu derdin sancısını çeken insandır. Bu nedenle başarılı bir öğretmenin ölçüsü sadece matematik, fizik, kimya veya edebiyat derslerini iyi öğretmesi değil; öğrencilerinin düşünme yetilerini harekete geçirerek bilinç düzeylerini yükseltmesi ve en nihayetinde onları birer dert sahibi yapmasıdır.

O hâlde öğretmenler, bir taraftan öğrencilerinin akademik başarılarını artırmaya çalışmalı bir taraftan da yaratılış gayelerine uygun davranabilmeleri için ellerinden gelen gayreti göstermelidirler. Bu konuda ebeveynleri ikna etmek de önemlidir. Zira birçok anne-baba çocuğunun sadece akademik başarısıyla ilgilenmekte, manevi yönünü ihmal etmektedir. Yirmi yılı aşkındır eğitim camiasında görev yapmaktayım. Bu süre zarfında değişik okullarda öğretmenlik ve idarecilik yaptım. Gerek veli toplantılarında gerekse de toplantı dışındaki rutin görüşmelerimde görüşmeye gelen velilerimin genelde çocuklarının akademik başarılarıyla ilgilendiklerini, ahlakî ve manevi gelişimlerini çok da sorgulamadıklarını gördüm.

Birçok anne-babanın derdi; çocuğunun bir doktor, mühendis, öğretmen, hemşire vs. olarak maddi anlamda geleceğini garanti altına almasıdır. Bunun için iyi bir dershaneden tutun da iyi bir özel ders hocasına kadar türlü arayışlar içerisine giren velilerin, çocuklarının ahlak ve maneviyatları konusunda onlara yol gösterecek, İslamî değerlerini kavratacak bir kurum veya hoca arayışına girdiklerine pek rastlamadım. Hâl böyle olunca da doktor, öğretmen, avukat, mühendis, hemşire ve daha ismini sayamadığımız meslek gruplarına mensup insan sayısı her geçen gün artmakta buna mukabil toplum, ahlakî ve manevi açıdan geriye gitmektedir. Bu konuda özverili öğretmenlere büyük sorumluluklar düştüğü kanaatindeyim.
Öğretmenlerin sahip olması gereken sevecenlik, samimiyet, içtenlik, doğallık, bilgi, beceri ve daha birçok özellik bulunmaktadır. Bu özelliklerin bir kısmı doğuştan gelen özellikler olup bunlar öğrenmeyle kazanılamaz. Bir kısmı ise öğrenmeyle elde edilebilecek özelliklerdir. Öğretmen yetiştiren kurumların topluma şekil verecek insanları eğitirken bu özellikleri göz önünde bulundurmaları gerekir.

Girmiş olduğu üç saatlik bir sınav sonucunda aldığı puanla eğitim fakültesine girmeye hak kazanan bir öğretmen adayının, insan yetiştirmek için uygun biri olup olmadığını ölçecek başka bir mekanizmamız bulunmamaktadır maalesef. Eğitim fakültelerinde verilen eğitimlere baktığımızda ise bu eğitimlerin arzulanan öğretmen modelini ortaya koyamadığı aşikârdır. Pedagojik formasyon programı ise ayrı bir garabet. Her yıl on binlerce insan pedagojik formasyon eğitimi alarak öğretmen olmaya hak kazanıyor. Genelde teorik bilgiye dayanan ve uygulamanın çok az olduğu bu programla da istenilen öğretmen adaylarının yetiştirilmesi zor görünüyor.

“Eğitimin vazgeçilmez unsuru olan öğretmenin mesleki ve toplumsal rollerini yerine getirebilmesi için öğretmenin mesleğinden her anlamda doyum sağlaması, mesleğini sevmesi, kendine güven duyması, eğitim süreci içerisinde karar alma mekanizmalarında yer alması gerekir. Tüm bunların gerçekleşmesi için de öğretmenin statüsünün yükseltilmesi, toplumda itibar edilen bir meslek durumuna getirilmesi gerekir.”5 Eğitim müfredatımız ne kadar iyi olursa olsun bu müfredatı uygulayacak, alanının gerektirdiği bilgi ve beceriye sahip, ahlak ve erdem sahibi öğretmenler yetiştirmediğimiz sürece eğitimde başarıyı yakalamamız mümkün değildir.

Kaynakça
1) Türk Dil Kurumu Sözlüğü 2) Duman,T. Türkiye’de Ortaöğretime Öğretmen Yetiştirme, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.1991 3) Yıldıray Bek, Öğretmenin Toplumsal/Mesleki Rolleri ve Statüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007, Edirne, s. 1 4) İbn Mâce, Mukaddime, 17, No: 229; Ayrıca bk. Muslim, Talak, 4 5) Yıldıray Bek, Öğretmenin Toplumsal/Mesleki Rolleri ve Statüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007, Edirne, s. 3

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?