20 Ekim 1991 yılında üç çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak ABD’de dünyaya gelen Şehit Furkan, henüz iki yaşındayken ailesi ile Türkiye’ye döndü. İlk, orta ve lise eğitimini Kayseri’de tamamladı. Hep “insanlara daha fazla nasıl hizmet ederim” düşüncesinde olan Furkan, bu düşünceyle Tıp Fakültesi okumaya karar verdi. Onun bu eğitimi almak istemesindeki tek maksadı iyi bir göz doktoru olup Afrika’daki insanları katarakt hastalığından kurtarmaktı.

Adı gibi bir yaşam süren Furkan, çok tertipli ve düzenli, giyimine ve temizliğine çok dikkat eden, büyüklerine saygılı, asla kimseyi kırmayan, kaba söz ve davranışı olmayan, ikram etmeyi, hizmet etmeyi çok seven, çok edepli, ahlaklı, adeta şehit ahlakıyla yaşayan bir gençti. Kendisine verilen harçlıkların büyük bir bölümünü yardımlarda kullanır, yardım derneklerine bağışlardı. Okuldaki arkadaşlarını organize edip beraberce yardım faaliyetlerinde bulunurdu.

İbadetleri söz konusu olduğunda onun için her şey bir kenara bırakılırdı. Sabah namazlarını her gün camide kılardı. O vakitte camiye gitmesinden tedirgin olan anneannesi bazen evde namaz kılmasını tavsiye ettiğinde “Aman anneanne, merak etme bana bir şey olmaz, Allah korur, başıma bir şey gelirse de Allah yolunda gelmiş olur” diyerek karşılık vermişti. Bir fiilin veya davranışın sünnet olduğunu öğrendiği andan itibaren o davranışı asla terk etmez mutlaka yapardı.

Şehadete Adım Adım
Furkan, Filistin’de, Gazze’de yaşanan gelişmeleri yakından takip ediyor, özellikle oradaki çocukların durumuna çok üzülüyordu. Bu hassasiyeti nedeniyle bizzat onların yanında olmak, onlara kendi elleriyle yardım götürmek, ablukanın kalkmasına katkıda bulunmak istiyordu.

Liseden mezun olmaya yaklaştığı o günlerde, okuldan çıkıp eve gelirken ilan panolarında İsrail tarafından Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ablukayı kırmak ve Gazze’ye insani yardım götürmek üzere İHH tarafından organize edilen “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” sloganıyla bir yardım filosunun duyurularını görmüş ve hemen internet üzerinden başvuru yapmıştı. Yaptığı başvuruyu hemen ailesine anlatıp onlar razı oldukları takdirde bu filoya katılmak istediğini söylemişti.

Furkan’ın babası şöyle anlatıyor: “Furkan’ın bu isteğine hayır diyemedik, tamam, kabul edilirsen gidersin dedik. Çok başvuru olacağını, yaşının da küçük olması nedeniyle kabul edilmeyeceğini de düşünmüştük. Furkan, o yaşına kadar bizden makul olmayan hiçbir şey istememişti. Bu istediği de Furkan’ın fıtratına uyan, mağdur ve mazlumların yanında olma isteği idi. O zamana kadar başkalarına yardım ve hizmet etmenin ne kadar faziletli olduğu konusunda yetiştirdiğiniz çocuğunuza, böyle güzel bir amaç için çıkacağı yolculuk için de hayır diyemezdik.”

Nihayet Furkan beklenen o gün geldiğinde 27 Mayıs 2010 tarihinde Antalya’da toplanan diğer yardım gönüllüleri ile İstanbul’dan yola çıkan Mavi Marmara gemisine binmişti. Çok istediği şehadete artık sayılı günler kalmıştı. Furkan gemiye ilk bindiği andan itibaren dikkatleri üzerine çekmişti. Kimin ne yardıma ihtiyacı var ise Furkan hemen oradaydı. Kimi zaman elinde çay tepsisi insanlara çay ikram ediyor, kimi zaman elinde süpürge gemiyi temizliyor. Gemidekilerin adeta gözbebeği konumunda, herkesin parmakla gösterdiği bir gençti.

Zaman geçiyor ve gemi artık Gazze’ye yaklaşıyordu. O sırada gece vakti saat 00.00 sularında geminin kaptanı bir anons geçti. İsrail savaş gemileri yolu kesmişler ve gemiyi kuşatmışlardı. İsrail tarafından bir saldırı bekleniyordu artık. İsrail, saldırı zamanı için sabah namazı vaktini bekledi Müslümanların o sırada savunmasız olacaklarını düşünerek. Ama gemidekilerin bir kısmı namaz kılarken diğer bir kısmı da güvertede nöbet tutmaya başladı. Gemidekiler namaza başladığı anda İsrail saldırıya başladı. O sırada Furkan kendisiyle anılan şu ifadeleri defterine yazarak güverteye çıktı “Şehadete son saatler. Var mı daha güzel şey? Varsa o da sadece annemdir ama ondan ben de emin değilim. İkisinin kıyası çok zor. Şehadet mi annem mi?”

Daha sonra eline fotoğraf makinesini alıp güverteye çıktı. Amacı orada yapılan zulmü dünyaya duyurmaktı. Oradakiler güvertede bulunmamasını telkin etseler bile o bir defa cennetin kokusunu almıştı. Tam o anda yaklaşık bir buçuk metreden dördü yüzünün farklı noktalarına, biri de göğsüne isabet eden kurşunlarla Furkan oracıkta şehadet şerbetini içti. Bu saldırının ardından o gemiden 9 şehit çıktı.

Şehâdet için her şeyden çok sevdiği annesini bile arkasına bakmadan bıraktı Furkan. Aslında ona şehadeti bu kadar çok sevdiren şey yaşadığı hayatıydı bir bakıma. Çünkü o, şehit olmak için şehit gibi bir hayat yaşamanın gerekli olduğunu biliyordu. Bu noktada eğer bizim de böyle bir arzumuz varsa kendimize şu soruyu sormalıyız: “Ben çok sevdiğim bir şeyi Allah yolunda gözümü kırpmadan feda edebilir miyim?”

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?