İnsanlığın var olmasıyla beraber gerek fertleri gerekse toplumu eğiten eğitimciler fertlerin ve toplumların gözdeleri olmuşlardır. Toplumların ilk eğitmenleri, peygamberler ve onların yolunu takip edenler olmuşlardır. Fertlerin ve toplumların takip ettiği kişiler -biz bunlara eğitimci, öğretmen, önder veya lider de diyebiliriz- değiştikçe toplum da değişime uğramıştır. Dolayısıyla toplumda örnek alınan insanlar evrensel değerlere bağlı, toplumu iyileştirmek için çaba sarf eden, fertleri ve toplumu, iyiliğe yönlendirip kötülükten uzak tutmaya gayret eden hasletlere sahip ise toplumda da bu hasletler oluşur.
Takip edilen insanlar, şerre hizmet ediyorsa, iyiliği ve hayrı, insani değerleri, toplumun dinamiklerini, Allah’ın kanunlarını hesaba katmıyorsa haliyle toplum da bu yöne evrilir. Böyle yol göstericilerden dolayı insanlık tarihinde birçok helakler meydana gelmiştir. Diyebiliriz ki bir toplumun, milletin değeri; o toplumu veya milleti yetiştiren insanların değer ölçüleriyle, hayata bakış açısıyla, insanları eğitme felsefesiyle, dünya ve ahiret görüşüyle ölçülür. Biz buna ideal eğitimci veya ideal öğretmen gözüyle de bakabiliriz.
İdeal öğretmen algısı kişiden kişiye değişebildiği gibi, toplumdan topluma, hatta ülkeden ülkeye de değişebilmektedir. Burada etkili olan şey, fertlerin, toplumların ve ülkelerin sahip olduğu değerler ve öğretmene biçtiği rollerdir. Bununla beraber kabul edilen eğitim felsefesi de ideal öğretmen algısını etkilemektedir. Öğretmenler toplumun mimarı kabul edildiği için toplumun ve çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yetiştirilmiş olmaları gerekir. Ülkenin eğitim politikası; ülkenin geleceğini, sosyo-kültürel yapısını, refah seviyesini, kalkınmasını ve toplumsal yaşayışını etkilemektedir. Nurettin Topçu, öğretmenin özelliklerini ve milletlerin öğretmene bakış açısını şu şekilde ifade etmiştir: “Kaderimizin hakikatinin işleyicisi, karakterimizin yapıcısı, kalbimizin çevrildiği her yönde kurucusu odur. Fertler gibi nesiller de onun eseridir. Farkında olsun olmasın, her ferdin şahsi tarihinde muallimin izleri bulunur. Devletleri ve medeniyetleri yapan da yıkan da muallimlerdir. Muallime değer verildiği, muallimin hürmet gördüğü ülkede insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin alçaltıldığı, mesleğinin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır ve şüphe yok ki bedbahttır.” (Türkiye’nin Maarif Davası, s. 71)
Müslüman bir toplumda ideal öğretmen; İslami hassasiyetleri olan, gençleri İslami değerlere göre yetiştirmek için çaba sarf eden ve Müslüman toplum için ahlaklı, terbiyeli, Allah’ın ve Rasulullah’ın (s.a.s.) eğitim terbiyesini almış olan gençlik inşa etmek için çaba gösterendir. İnsan yetiştirmek zor bir sanattır. Öğretmen bu zorluğun farkında olmalıdır. Öğretmen, her haliyle öğretmen olmalıdır. İmanıyla, ilmiyle, ahlâkıyla, şefkat ve merhametiyle, sabrıyla, azim ve kararlılığıyla, samimiyetiyle, tebessümüyle, derdiyle, dermanıyla… Gençlerin derdiyle dertlenmeyen bir öğretmen, öğrencilerle ünsiyet kurmayan bir hoca öğrencilerine ne verebilir? Öğrencinin kalbine girmeyen bir öğretmen, öğrencinin beynine de giremez ve öğrencinin duygu ve düşüncelerini yönlendiremez.
Eskiler, “Kem âlâtla kemâlât olmaz.” demişler. Ne güzel demişler! İdeali olmayan öğretmenle idealist gençlik yetişmez. Ahlaki sorunu olan gençlik kimlerin eseridir? İslami ve toplumsal değerlerinden alabildiğine uzaklaşmış, ilkokuldan itibaren alkol, uyuşturucu gibi belalara bulaşmış, karşı cinsle -hatta hemcinsiyle- her türlü ahlaksızlıkta sınırları aşmış, dünyayı kendi zevk ve menfaatinin etrafında dönmekten başka bir motivasyona oturtmamış, büyüklere hürmeti aşağılık psikolojisi gören, küçüklere merhameti unutan gençlik hangi eğitim ve öğretmenin eseridir acaba? Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi, “Bahçelerde ağaç olmalı, insanda ideal. Eğer bahçede ağaç yoksa meyve de yoktur. İnsanda ideal yoksa geleceği yoktur.” Eğer ağaç kaliteli ise meyve de kaliteli olur, ağaç çalı çırpıdan ibaret ise meyve vermez ve sadece odunlukta odun olur.
Topluma baktığımızda gençlik başta olmak üzere birçok insan İslam’dan, ahlaktan, bilinçli yaşamdan haberdar değildir. Gençlik, yoğun bir saptırma, tatminsiz, doğruluk ve dürüstlüğü enayilik olarak görme, zevkine göre ve keyfi yaşama propagandası ile karşı karşıya kalmış bir çağ yaşıyor. Öğretmen; kendisine sunulan temiz zihinleri hayırla, güzellikle ve faydalı bilgilerle donatmak mecburiyetinde kendini hissetmelidir. Öğretmen, öğrencisine sâdece kuru bilgi veren değil, öğrenciyi iyi tanıyan, öğrencinin hassasiyetlerini bilen, öğrencinin ihtiyaçlarını keşfeden, eksik ve fazlalarını teşhis eden, doğru ve örnek davranışlar kazandıran bir rehberdir.
Öğretmenlik herhangi bir mesleğe benzemez, ideali olan, insan yetiştiren bir meslektir. Toplumun inşasında pozitif rol oynayan bir meslektir. Öğretmen gençlik başta olmak üzere toplumun geleceğini aydınlatan ve topluma yön veren bir meşale gibidir. Müslüman bir öğretmen görevini yerine getirmekte ihmalkâr davranamaz. İnsanlığı eğitirken karşılaştığı engelleri mazeret gösteremez. Hedefi, başta yakın çevresi ve ulaşabildiği gençler başta olmak üzere yeryüzündeki bütün insanlığın eğitimi olmalıdır. İdeal öğretmen, öğrenciler arasında dil, renk, ırk ayrımı yapmadan bütün gençliği muhatap alır. Bıkmadan, usanmadan, gevşemeden, şikâyet etmeden başta İslami ve ahlaki eğitim olmak üzere insanlığı eğitmekle kendini sorumlu addeder.
Merhum Mehmet Akif Ersoy bir öğretmende bulunması gereken özellikleri dört madde ile ifade etmiştir. Modern araştırmalar belki onlarca madde ortaya koymuştur; fakat merhum Akif’in belirttiği maddeler ideal bir öğretmende yoksa öğretmenin idealizminde eksiklik var, demektir. Merhum Akif, “öğretmenim” diyen birini aşağıdaki dörtlükte şöyle tarif eder:
Muallim ordusu derken, çekirge orduları
Çıkarsa ortaya, artık hesap edin zararı!
‘Muallimim’ diyen olmak gerektir imanlı,
Edepli, sonra liyakâtli, sonra vicdanlı.
Bu dördü olmadan olmaz: Vazife, çünkü büyük…
(Fatih Kürsüsünde – Mehmet Akif Ersoy)
İmanlı, edepli, liyakat sahibi, vicdan ehli bir öğretmenin yetiştireceği öğrenciler de bu vasıfları alır. Çekirge sürüsü gibi gençliğin imanını, edebini, maneviyatını, ahlakını yenilmiş ekinlere dönüştüren ve kötü örnek olan öğretmen ordusunun vereceği zararı kimse bertaraf edemez. Böyle bir öğretmen topluluğunun vereceği zarar aç bir kurdun sürüye vereceği zarardan çok daha fazla ve telafisi uzun zaman alacak bir zarardır. Nurettin Topçu’nun dediği gibi, “Eğitim bir ahlak meselesidir. Öğrenmek zekânın, yapmak ahlâkın işidir. İnsanın mânevî yapısı düzenlenmedikçe, onun teknik bilgileri bir işe yaramıyor. Hatta faydalı olmaktan çok zararlı olabiliyor.” (Türkiye’nin Maarif Davası, s.130)
İmanlı bir öğretmen; bütün okumalarını, yazmalarını, çalışmalarını, tavır ve davranışlarını, inandığı İslam’dan ve önder olarak kabul ettiği Rasulullah’tan (s.a.s.) almak zorundadır. İmanlı öğretmen, ilk emri “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” olan bir dinin mensubudur. İmanlı bir öğretmen tıpkı Rasulullah (s.a.s.) gibi kendisine sunulan fırsatları değerlendirir. İdeal öğretmenin çalıştığı okuluyla beraber bir “Suffe”sinin de olması gerekiyor. Suffesinde yetiştirdiği bir genç dahi onun ahireti için kurtuluş vesilesi olabilir. Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz âlimler, peygamberlerin vârisleridirler. Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmazlar. Onlar sâdece ilim bırakırlar. Mirastan pay olarak ilim alanlar, çok büyük pay almış olurlar.” (Ahmet b. Hanbel) İdealist öğretmenin yetiştirdiği öğrenci onun için ahiret azığı olacaktır.
Öğretmen, öğrencilere karşı hoşgörülü, dozunu kaçırmayacak kadar esprili, sempatik ve sevecen olmalıdır. Çünkü idealist öğretmen avcı gibidir. Avını nereden ve nasıl yakalayacağını hesap ederek davranır. Zira Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sevmeyen ve sevilmeyen Müslüman’da hayır yoktur.” (Ahmed Bin Hanbel) Öğretmen, öğrencilerine saygılı olmayı telkin ederken kendisi de öğrencilerine ve çevresine saygılı olmalı ki söyledikleri karşılık bulsun. Öğretmenin yapmayacağı şeyleri söylemesi ikiyüzlülüğe girer ve öğrenci üzerinde etki bırakmaz.
İdeal öğretmen öğrencilerine sadece kitabi bilgi vermekle asıl görevini yerine getirmiş sayılmaz, öğrencisinin tabiatının ve ihtiyacının farkında olur. Öğretmen bir fatih gibi öğrencisini fethetmeye çalışır. Şunu da bilmek gerekir ki asıl fetih, zihinlerden önce, kalpte başlar. Nurettin Topçu’nun dediği gibi, “Muallim sadece bir memur değildir; belki genç ruhları, kendilerine mahsus, manadan bir örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir. Saadetle fazileti, ilimle politikayı, şe’niyetle ideali ayırmasını muallim öğretecektir. Muallim, ruhlar sanatkârıdır. Hiç işlenmemiş ruhlar üzerinde onun lüzumunu daha aşikâr bir şekilde görüyoruz. ” (Türkiye’nin Maarif Davası, s. 68-69)
Öğretmen; öğrenciler için rol modeldir, örnek bir kişiliğe sahiptir. Yukarıda da değindiğimiz gibi her medeniyet kendi insan tipini yetiştirir. Bizim medeniyetimiz, Peygamber Efendimiz’in Kur’an ve Sünnet temelinde inşa ettiği, İslam medeniyetidir. Tahsil edilecek ilk ve en mühim kültür; İslam kültürüdür, Kur’an ve Sünnet kültürüdür. Kur’an ve Sünnet eksenli ahlakla ahlaklanmamış öğretmen, İslami manada rol model olamamış öğretmendir.
İdealinden uzaklaşan, işine sadece devlet memurluğu mantığıyla çalışan öğretmen, ideal öğretmen vasfını yitirmiştir. Derdi ve davası sadece maaş azlığı yetersizliği olan öğretmen, bu mukaddes vazifeyi yapıyor sayılmaz. Bu işe ticaret gözüyle bakan kişi, esnaf ruhuna sahiptir. Öğretmenlik sadece para işi değil ruh işidir. “Hepiniz çobansınız ve maiyetinizdekinden sorumlusunuz.” düsturuyla hareket etmemiz gerekmektedir. Bu anlayış bizi başarıya götürecektir. Yol uzun ve meşakkatlidir. Yorulacağız. Çünkü insan yetiştiriyoruz. Gayret bizden muvaffakiyet ise Allah’tandır demedikçe sair komşularımızla da aramıza betondan duvarlar örülecek, ümmet paramparça edilmekle karşı karşıya kalacaktır.
Bunlar şer cephesinin, ümmeti parçalama ve birbirine kırdırma yolundaki çalışmaları olup coğrafyamızı ateşe vermekten başka bir şey değildir. Bu duvarı ortadan kaldıracak olan tek güç sınır üstü ve sınır altı halkların birbirlerini kardeş bilmeleri ve yakınlaşmanın yollarını aramalarıdır. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi teorik olarak çok güçlü ve benzersiz naslara sahibiz. Fakat işin pratiğini ortaya koymada zaaf içindeyiz.
O hâlde bütün muvahhid yazarlarımız, akademisyen ve vaizlerimiz, hatip ve öğretmenlerimiz Türklerin, Kürtlerin ve Arapların kardeşliğini her platformda, her sınıfta, her hutbede dile getirmeli, ümmetin yekvücut olması yolunda en gür seda ile kardeşlik çağırısını dillendirmelidirler. Mü’minler bu hususta asla korkmayacak, çekingen davranmayacak ve ümmetin izzet dolu günlerine tekrar dönmesinin kardeşlikten geçtiğini zihinlere kazıyacaktır. Zira böylesine bir amel onun namazı kadar ehemmiyet arz etmekte, ümmetin tüm varlığının hedef alındığı bir dünyada en yüce ödev olarak önünde durmaktadır.
O hâlde ülkemizde çıkarılmaya çalışılan Suriyeli-Türkiyeli ayrım ve çatışmasının ciddi bir tuzak ve emperyalist bir oyun olduğunu fert fert bütün mü’minler fark etmeli, bunun büyük bir tuzak olduğu her ortamda dillendirilmeli, bu yolda İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürecek olanların sözlerine karşılık verilmeli ve kardeşlik mefhumu azami derecede vurgulanmalıdır. Bunun yanında Suriyeli vatandaşlarımızın eğitimine çok önem verilmeli, eğitilmiş insanların akl-ı selimle hareket edecekleri unutulmamalıdır.