Toplumun inşasında, ihyasında ve istikametinde de; işgalinde, sömürülmesinde ve sapmasında da etkili olan iki önemli kesim vardır: İdareciler ve öğretmenler. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “İnsanlardan iki sınıf vardır ki onlar iyi olursa bütün insanlar iyi olur; o iki sınıf bozulursa bütün insanlar bozulur. Onlar; umerâ (idareciler) ve ulemadır (âlimlerdir).” (Kenzu’l-Ummâl) Toplumun düzelmesi konusunda idareciler de öğretmenler de herkesten daha fazla gayret ve çaba göstermekle mükelleftir. Mevzubahis öğretmenler olduğu için söylüyorum: Neslin kurtulması adına, inisiyatif ve risk alacak, gayret ve fedakarlık gösterecek, örneklik ve önderlik yapacak, değişen dünyaya değil; dünyayı değiştirmeye talip olacak öğretmenlere ihtiyaç var.

Ülke güvenliğinde milli savunmanın önemi neyse; eğitim-öğretim için de öğretmenin görevi odur. Çeteleşmenin, madde bağımlılığının, ahlaki yozlaşmanın, imani bunalımların her geçen gün arttığı okullarımızda adeta güvenlik duvarı olacak öğretmenlere ihtiyaç vardır. Yıllardır din ve dinle ilgili ne varsa itibar suikastına uğruyor. Okullarda “resmi ideolojinin izin verdiği ve ön gördüğü kadar bir İslam” anlayışı, neslimizi “kimliksiz kişilikler” durumuna getiriyor. Örnek alınması gereken şahsiyetler, sinema, basın-yayın ve kimi ideoloji sahiplerinin kara propagandasıyla sürekli “gözden düşürülme” komplosuna maruz kalıyor. Sinema filmlerinde “adam gibi bir imam” tiplemesine hiç şahit oldunuz mu? Üniversitelerin Yunan-Avrupa menşeli eğitim politikası -hasbelkader kurtulanlar istisna- birçok Müslüman öğretmen adayını eğiterek diyemeyeceğim, adeta öğüterek “kokteyl kişilik, ortaya bireyler” haline getiriyor.

Peki, görevimiz sadece tespitler yapıp geriye tepmek mi? Görevimiz, engelleri konuşup bunlara takılıp kalmak mı? Görevimiz, sadece özlük hakları, tayin, maaş artışı, alacağı ödülün derdine düşmek mi? Elbette hayır! Bize düşen en büyük görev; tüm prangalardan sıyrılıp asrın ve görevimizin bize yüklediği bilinç ve şuurla hareket ederek nesiller için örnek, önder ve kurtarıcı olmaktır. Bunu yapabilmek için de şu noktalara dikkat etmek gerekir:

1. ÖĞRETMENLİĞE MÜSLÜMANCA BAKMAK
Bir Müslüman olarak görevimiz, öğretmenlik mesleğine Müslümanca bakmak ve öğretmen olduğumuz yerde memurluktan vazifeli olduğumuz gibi kulluğumuzdan da vazifeli olduğumuzu unutmamaktır. Rabbimiz insanı yaratıp ruhundan üfleyerek meleklere dedi ki: “Ben ona şeklini verdiğim ve içine ruhumdan üflediğim zaman hemen onun için secdeye varın.” (Hicr, 29) Allah’ın yaratmış olduğu insan, ruhun üflemesiyle değerlendi. Öğretmenliğimiz de bu ruhtan nasibini alırsa değer kazanır ve öğrencilere değer katar. İnsanın ruh boyutunun ıskalandığı her alan, insan ve insanlık için bataklığa dönüşür. Bundan dolayı; ekonomi, sosyal hayat, siyaset, eğitim… İnsanın ruh boyutunu ikmal değil de ihmal ederse; bu alanların her biri insan ve insanlık için birer çamur ve bataklık olur.

LGS ve YKS sınavlarına hazırladığımız öğrencilerin bir de Allah’a kulluk sınavından (AKS) başarılı olması gerekir. Öğretmen selamla sınıfa girmeli, besmeleyle derse başlamalı, hayır duayla dersi bitirmeli ve tüm öğrencilerin ailelerine selamlarını iletmeli… Bu sadece din kültürü ve meslek dersi öğretmenlerinin vazifesi değildir; her Müslüman öğretmen bununla vazifelidir. Görünüşümüz öğrencilerimize sadece branşımızı hatırlatıyorsa İslam’ın mesajını vermede ihmalimiz var demektir. Farklı farklı sübliminal mesajlarla öğrencileri “batıl yollara” kanalize eden zihniyetlere karşı; öğrencilerin “hak yola” yönelmesi için köprü olabilmeliyiz. Bu, Müslüman bir öğretmen olmamızın yüklediği en büyük sorumluluktur.

Vahiy nasıl başladıysa; bizim de öğretmenliğe öyle başlamamız gerekir. “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir alakadan (embriyodan) yarattı. Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir. Ki O kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.” (A’lak 1-5) Zerreden kürreye her şeyi yaratan Rabbimiz, adeta bizlere “gökyüzünün öğrencisi olmazsan” yeryüzünde bildiğini zannedip bilinmezlerin içinde bocalarsın diye buyuruyor. “Hayır! İnsan kendini büyük ve kendine yeter gördüğü için gerçekten azar. Dönüş muhakkak Rabbinedir.” (A’lak 6-8) İnsanoğlu, Allah’ın kendisine bahşettiği yetenek ve melek(e)leri, melekleştirdiğinde azar, azgınlaşır ve azgınlaştırır. Belki uzaya çıkacak bir teknolojiyi üretir ama kendisine ve çevresine, uzaydan daha yabancı hale gelir. Her şeyi bir bilgi dâhilinde yaratan da, bu bilgiyi anlayacak meleke ve yetenekleri bize veren de Rabbimizdir… Bundan dolayı, öğretmenliğe uzanan maceramızı, öğretmenlikle önümüze serilen fırsatları Rabbimizin bir nimeti olarak görmeliyiz. Aksi bir durum, bizi Karun’laştırır. “Karun dedi ki: Bu bana ancak bendeki bir ilim dolayısıyla verildi…” (Kasas 78)

2. ENGELLERİ SAYAN DEĞİL SEVEN OLMAK
“Yoksa siz, sizden önce geçenlerin başlarına gelenin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?…” (Bakara 214) Yalnızlık ve çoklukla, düşmanlıkla, iftirayla, yokluk ve varlıkla, ümitsizlik ve rehavetle… vb. sürekli bir imtihandayız. Engel sayanların, engel aşanlardan olması zordur. Hiçbir Peygamberin davası ve daveti engelsiz yürümemiştir. Rabbimiz, Hz. Yunus (a.s.) hakkında dahi “Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o çok kederli bir halde seslenmişti.” (Kalem 48) diye buyurmaktadır. Dolayısıyla azimle ve sabırla bilenmeliyiz. Tarih boyunca her davetçinin başından aşkın derdi, yürümesine mani olacak engeli olmuştur.

İslam ümmetinin engelli sahabileri bile engellere takılmamıştır. Amr b. Cemuh (r.a.) “Şu topal ayaklarımla cennete girmek istiyorum” dedi ve şehadete yürüdü. Abdullah b. Ümmü Mektum (r.a.) “Gözlerim görmediği için düşmanın sayısı umurumda olmaz, sancağı da bana verin, hiç olmazsa sizi sayıca çok gösterir ve önde olmakla heyecan oluştururum” diyerek şehadete yürüdü.

“İman engelli” Müslümanlardan değilsek “beden engelli” olmak sorun teşkil etmez. O gün cihad meydanı, bugün de okullar ve kampüsler böylesi yiğitlerini bekliyor! Ama engellerle karşılaştığı zaman davasını ve davetini erteleyenleri değil; bir engelle karşılaştığı zaman Umeyr b. Humam (r.a.), Abdullah b. Revvaha (r.a.) gibi kısa bir tefekkürden sonra elindeki hurmayı, gönlündeki davaya engel oluyor diye fırlatanları bekliyor!

İmanın engel tanımaz gücünü, her gün giydiğimiz elbiselere dikkat ettiğimiz gibi kuşanarak girmeliyiz görev yaptığımız mekânlara… Peygamberlerin izinden giden davetçiler olarak Hz. Nuh’un 950 yıl süren davet aşkını örnek alarak görevimizi sürdürmeliyiz. 9-10 yıl taşıdığı daveti, sonrasında mayışarak, havlu atarak, “bizden geçti” diyerek, zamanını ve enerjisini vermeyerek bir kenara bırakamayız. Zaten günümüzün en büyük engeli bu değil mi? Bugün yüreğimizde taşıdığımız bezginlik, bitkinlik, vurdumduymazlık ve hantallık, Ümeyye b. Halef’in, Bilal-i Habeş’inin (r.a.) göğsüne bıraktığı taşlardan daha çok etkiliyor bizleri…

Şehid Seyyid Kutub’un şu sözleri bizlere serlevha olmalıdır: “Allah’a giden yolun sorumluluğunu bilen yolcular, geri dönmez ve umutsuzluğa kapılmazlar. Sadece kendini düşünen insanlar çok mutlu olabilirler. Ama küçük olarak yaşarlar ve küçük olarak ölürler.”

3. DAVETİN TÜM YOLLARINI DENEMEK
“Dedi ki: “Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece ve gündüz davet ettim. Sonra onlara (davetimi) açıktan da ilan ettim, gizli gizli de söyledim. Dedim ki: “Rabbinizden bağışlanma dileyin. Çünkü O, çok bağışlayıcıdır.” (Nuh 5-10) Bu ayetlerden anlaşılıyor ki davet, gelişi güzel bir iş değildir. Davet kadar davetteki ısrar ve istikrar, daveti nasıl yaptığımız da önemlidir. Öğrencilerin gönlüne dokunacak bir hediye, güzel söz, dertleriyle dertlenmek, geziler, tiyatrolar, spor müsabakaları, yemek davetleri, bilgi yarışmaları, kitap okumaları, kulüp ve pano çalışmaları… vb. bunların her biri; davetimizin sahasını genişletecek, etkisini artıracak, ihya ve hidayete vesile olacak araçlardır. Öğrencilerin gönül dünyasının kapılarını açacak olan bu anahtarlardır. Elinde kapıyı açacak bir anahtarı bulunmayan bir öğretmenin kapıyı tekmelemesi hem kapıya kendisine zarardır. Bir eğitim-öğretim yılı boyunca bu ve buna benzer araçları kullanarak planlı bir şekilde yüzlerce öğrencinin ihyasına, kişilik inşasına ve hidayetine vesile olabilmeliyiz.

Peygamber (s.a.s.)’in mücadelesinin temelinde daveti vardı. O, Mekke’nin fethinden daha çok Mekkelilerin, Hayber’in fethinden daha çok Hayberlilerin gönlünün fethedilmesini hedeflemişti. Her öğretmenin önünde fethedilmeyi bekleyen binlerce öğrencisi varken ayları ve yılları hedefsiz, plansız-programsız bekleyerek geçirmesi yaraşır mı? Bulunduğumuz okulda İslam’ı dert edinen kaç öğretmen varsa; tabelalara takılmadan adeta bir “ihya ve inşa seferberliği” başlatmalıyız. Unutmayalım, kullandığımız her araçla onlarca belki de yüzlerce öğrencinin hayatında değişikliğin işaret fişeğini yakmış olacağız. Bir öğretmen olarak kendimizi böylesi bir davete ikna edebilirsek davetimizle ikna olacak nice öğrenci olacaktır.

4. SALİH AMELLERLE ÖRNEK VE ÖNDER OLMAK
Korkarım ki çoğu kötü örneklerin nedeni, bizim örneksizliğimizdir. İslam’ın öğretilerini ve öğütlerini hayatımıza uygulamadan iyi örnekler beklemek hayal olur. Bunun içindir ki Allah (c.c.), “Şüphesiz Allah’ın Resulünde sizler için güzel örnek vardır…” (Ahzab 21) diye buyurmaktadır. Nice mucize görüp iman etmeyenler, Peygamber (s.a.s.)’in hayatında gördüğü güzel örneklerden dolayı hidayete ermiştir. Bugün gençlerin kötü örnek ve sahte önderlerin peşine takılması “iyi örnek kıtlığından” da kaynaklanmıyor mu? Bulunduğumuz yerde gemimiz yol almıyorsa; laftan çok şey beklediğimizden kaynaklanıyor olabilir. Söylediğini yapan örneklerden olabiliyorsak öne çıkanlardan oluruz. Sadece “arkanızdayım” demekle “sözü kulak arkası yapanları” çoğaltıyoruz. Arkamızdan gelenlerin olmasını istiyorsak önde yürümekten başka bir yol yoktur.

Bulunduğumuz okuldaki örnekliğimiz ve aktif önderliğimiz, bütün grafikleri hayır yönlü değiştirecektir. O zaman ortaya koyduğumuz doğrularla öğrencilerimiz de doğrulacaktır. Adaletin, ibadetin, Allah korkusunun, hayânın, edebin, kulluğun vs.nin gerektirdiği sâlih amelleri hayatımızda numune olarak sunabilirsek; özlem duyduğumuz neslin seri üretimi de başlayacak ve özlem duyduğumuz değişim de gerçekleşecektir. Rabbimiz, örnek iş yapanlara üç büyük müjde veriyor: Allah sizden iman edip sâlih ameller işleyenlere; 1. kendilerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi onları da yeryüzüne hükümran kılacağını, 2. Kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için güçlendirip yerleştireceğini, 3. korkularından sonra onları güvene kavuşturacağını vaat etti… (Nur 55)

O halde; çiftçinin tarlasına ektiği tohum ne kadar önemliyse; okulların bahçesinde, koridorlarında, sınıflarında, öğretmenler odasında ektiğimiz sâlih ameller de o derece önemlidir. Sâlih amel ekmediğimiz bir okuldan sâlih ve sâliha insanların filiz vermesini beklemek abesle iştigal olur.

5. PROFESYONELLİĞİN VERDİĞİ TEMBELLİKTEN SIYRILMAK
Bundan kastım; toplumsal felaketin sebeplerini, sonuçlarını, nasıl düzeleceğini bilen, birikimli, işi iyi bilen ama iş yapmayan kişilerin içine düştüğü durumdur. Bundan kastım; akıl veren ama akledemeyen, ‘ha gayret!’ diyen ama gayrete gelmeyen, büyük konuşan, büyük düşünen ama bulunduğu yerde davasını büyütemeyenlerin içine düştüğü ruh halidir. Öğretmenler odasında ülke sorunlarını konuşup bahçede yüreğine dokunabilecek birkaç öğrenci arayışı içinde olmamak, hafta sonunu hafta içi yorgunluğunu atmak için yasal ve doğal bir hak olarak görüp dava ve daveti için çabalamamak, stokladığımız bilgi ve birikimi öğrencilere aktarmak için ortamlar oluşturmamak, sözünü ettiğimiz profesyonel tembelliğin birer sonucudur. Mus’ab’ın hayatını çok iyi bilmişiz ama okulumuza Mus’ab olamamışız, neye yarayacak Allah aşkına! İslam’ın davet metotlarını, Mekke ve Medine’den başlayarak yedi kıtaya nasıl yayıldığını biliyor ama okulumuzun sınıflarına, koridorlarına, öğretmenler odasına yayılması konusunda kılımız kıpırdamıyorsa bu bilgimiz neye yarayacak Allah aşkına!

Kariyer planlaması, ekonomik ve sosyal planlama yaptığımız gibi öğretmenliğimize davet planlamasını da dâhil etmeliyiz. Kaybedecek zamanımız yok! İki günümüz bir olsa dahi zararda olduğumuz şu dünyada ne yapıp ne edip dünkü sermayemizi artırarak okuldan çıkma derdinde olmalıyız. Bugün 2 öğrencinin yüreğine İslam’ın tohumunu ektim, 1 öğrenciye okuması için kitap verdim, 3 öğrenciyle daha yakından diyalog kurdum, her hafta verdiğim hediyelerle 5 öğrenciye ulaştım… diye her günün, haftanın ve en sonunda eğitim-öğretim yılının hesap cetvelini vicdanımızda, zihnimizde ve kalbimizde tutmalıyız. İşte o zaman bilgi ve birikimimizin etrafında öğrenciler birikecek… İşte o zaman Yesrip olarak geldiğimiz okullar Medineleşecek… İşte o zaman bedenimizdeki atalet, yüreğimizdeki kasvet gidecek… İşte o zaman işi bilmenin; iş yaptıktan sonra nasıl da işe yaradığını görmüş olacağız.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?