Bismillah…
Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (sav), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Dergimizin Temmuz sayısında ihlâsın önemine dair bazı açıklamalarda bulunmuş, Kur’an ve sünnette kendisine verilen değerden söz etmiştik. Konuyu, önemine binaen işlemeye devam edeceğiz.
Sosyal hayatta huzur ve mutluluk faktörü olarak ihlâs
İhlâs sayesinde sadece amellerimizin sevabının heba olmasını önlemiş olmuyoruz. Aynı zamanda dünyada da huzurlu ve mutlu bir hayat yaşama fırsatını elde etmiş oluyoruz. Şöyle ki, nice insanın yaptığı iyiliklere zaman zaman hayıflandığını ve derin üzüntü içerisine düştüğünü görüyoruz. Bir âlim düşünelim, öğrencisine karşı özverili davranmış, ilim öğretmek için gece gündüz çaba sarf etmiş ve yıllar sonra onu iyi bir âlim olarak yetiştirmiştir. Bu talebe hocasına karşı saygıda kusur ederse hocanın ruh hali ne olur?
“Ben onu eğittim, ona gece gündüz ders verdim, onu bu seviyeye getirdim… O ise bana hürmette kusur ediyor, nankörlük ediyor!” Bu ve buna benzer kederli sözler peşi sıra dizilir. Oysaki işin içinde ihlâs varsa bu yaklaşım yerine daha rahat ve stressiz bir ruh hali olur. Böyle bir âlim talebesinden göreceği saygısızlık veya ihmal karşısında içinden kendisine şöyle seslenebilir: “Ben ona sadece Allah (cc) rızası için ilim öğrettim. Öncülerim olan peygamberlerin dediği gibi ücretimi sadece yüce Allah’tan istiyorum. Ondan bir beklentim yok.” Böylece ne gam ve keder olur ne de gereksiz hayıflanmalar. Bu yaklaşım sadaka veren bir zengin veya iyilikte bulunan tüm insanlar için de geçerlidir. Bir iyiliği sadece O’nun rızası için yaptığımızda faydalı olduğumuz kişilerden karşılık beklemeyiz. Böylece iyiliğimizin dokunduğu kişinin ileride yapabileceği saygısızlığı veya bizi üzen herhangi bir tavrı iç huzurumuzu bozmaz.
İslam’ın terbiye, takva ve zühd konularını işleyen tüm âlimler ihlâsı önemsemişler ve onu bağımsız bir başlık altında işlemişler. İhlâsın önemini ve kritik oluşunu fark eden âlimlerden birisi de İmam Hasan el-Benna’dır. O, ihlâsı on davet esasının ikincisi yaparak beyin ve düşünce ıslahını, gönül/kalp ıslahının izlemesi gerektiği mesajını vermiştir. El-Benna Eğitim Risalesi’nde ihlâsı şöyle açıklamıştır: “İhlâstan kastım şudur: Müslüman ferdin, sözünde, amelinde ve cihadında dünyevi hiçbir amaç (mal, mülk, makam ve mevki) gözetmeksizin, Allah’ın rızasını ve mükâfatını kazanmayı dilemesidir. Böylece mümin, mal ve menfaat eri değil; düşünce ve akide eri olacaktır. “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur ve ben bununla emrolundum.”1 Böylece Müslüman kardeşimiz sürekli dillendirdiği şu sloganın manasını kavrayacaktır: “Allah gayemizdir.” “O en büyüktür. Tüm övgüler sadece O’nadır.”
İhlâs işaretleri
İhlâs bu denli önemli ve kritik olduğuna göre onun işaret ve göstergelerini bilmeli ve aksi olan riyakârlığın alametlerinden korunmaya çalışmalıyız. İhlâs düzeyiyle ilgili işaret ve göstergeleri işlerken şu hususu özellikle belirtmek istiyorum: İhlâssızlık veya riyakârlıkla ilgili eleştiri oklarımızın hedefi başkaları değil, nefsimiz olmalı. Çünkü nefsimizi biliyor, onun halleri bize ayan beyandır. Başkasının kalbini yarıp açmadan onun hakkında kesin bir kanaat sahibi olamayız. Neticede başkasının kalbî amelleri hususunda hüsnü zannı esas almalı ve su-i zanda bulunmamalıyız.
İmam el-Benna’nın Eğitim Risalesi’nin önemli şerhlerinden biri sayılan2 Nazaratü’n fi Risaleti’t Ta’alim adlı eserde ihlâs göstergeleri/işaretleri veciz bir şekilde sıralanmıştır. Biz de bu eserin sistematiğini esas alarak bu önemli işaretleri açıklamaya çalışacağız:
1. Şöhretten kaçınmak, dıştan ziyade içle (niyet) ilgilenmek
İhlâslı kişiler niyetlerini sürekli sorgularlar ve ona bulaşabilecek riyakârlığa karşı uyanıktırlar. Bir koruma refleksi ve tedbiri olarak da şöhretten kaçınırlar. Bundan, şöhretin haddi zatinde kötü olduğu anlaşılmasın. Çünkü hidayet öncüleri peygamberler, sahabiler, zühd ve takva timsali âlim ve abidler de meşhurdurlar. Onların şöhreti doğal bir sonuç olarak oluştu. Burada önemli olan kişinin şöhreti istememesi, peşinde koşmaması ve onu elde etmek için çaba sarf etmemesidir.
2. Yaptıklarından razı olmamak, kendini kusurlu görmek ve amelinin kabul edilip edilmeyeceği kaygısını taşımak
İhlâslı kişiler günahlarının bağışlanmaması ve iyiliklerinin kabul edilmeme kaygısını taşıyarak; kibre, gurura ve kendini beğenmişlik hastalıklarına düşmezler. Tirmizî’nin naklettiği bir hadiste, Hz. Aişe (ra) Allah Resulüne (sav) şu ayeti sordu: “Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak (korku içerisinde) yapanlar”3 “Bunlar içki içenler, hırsızlık yapanlar mıdır?” Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Hayır, ey Sıddîk’in kızı. Onlar; oruç tutanlar, namaz kılanlar, sadaka verenlerdir. Onlar, bunların kendilerinden kabul edilmemesinden korkarlar.”4
3. Sessiz, gürültüsüz çalışmaları tercih etmek
Halk kitleleri gözü önünde icra edilen ameller, medyada yapılan faaliyetler ve flaşların bolca patladığı çalışmalar insan nefsinin okşandığı alanlar olup dolayısıyla gurur, kendini beğenme ve riyakârlık gibi manevi hastalıkların giriş noktaları mesabesindedir. Bu nedenle ihlâslı kişi tedbir olarak bunlar yerine sessizce yapılan amelleri tercih eder. Hz. Ömer (ra) anlatıyor: Bir gün Mescid-i Nebevi’ye gittim. Muaz b. Cebel’i Allah Resulü (sav) kabrinin başında ağlarken gördüm. Ey Muaz, seni ağlatan nedir, diye sordum. Allah Resulü’nden (sav) işittiğim bir söz beni ağlatıyor, dedi. O’ndan (sav) şunu işittim: “Allah (cc) iyilik ehli, takva sahibi bilinmezleri sever. Onlar ki olmadıklarında aranmazlar, olduklarında da fark edilmezler. Kalpleri hidayet fenerleridir. Her tozlu ve karanlık ortamdan çıkarlar.” 5
4. Dava için çalıştığı müddetçe komutanlıkla erlik arasında fark görmemek
İhlâslı bir davetçi öne geçme, liderlik, halk kitleleri önünde görünme veya yönetim kademelerinde yükselme peşinde koşmaz. Aksine, makamların sorumluluğu onu düşündürür ve özel bir durum olmadan ve teklif edilmedikçe liderlik istemez. “Dinarın kulu helâk olsun, dirhemin kulu helâk olsun, kadifenin kulu helâk olsun! Böyle bir kişiye verilirse razı olur, verilmezse kızar. Böylesi sürünsün! Vücuduna diken battığında cımbızla çıkaran bulunmasın! Allah yolunda atının dizginini tutmuş, saçı başı dağınık, ayakları tozlanmış kula ne mutlu! Ona öncü birlikte görev verilse yapar, geri birliklerde de görev verilse yapar. Böyle biri bir meclise girmek için izin isterse (küçük görülüp) kendisine izin verilmez. Bir hususta aracı olursa, aracılığı kabul edilmez.”6 Başarılı komutan Halid b. Velid (ra) komutanlıktan alınıp normal bir er haline getirilince ne itirazda bulundu ne de cihad şevki azaldı. Bu olayın benzerleri sık sık tekrarlanmalıdır. Adalet için örnek ihtiyacımız olduğunda Hz. Ömer’den (ra) ve bu hususta Halid b. Velid’den (ra) başka örneklerimiz olmayacak mı?
5. Allah’ın rızasını ve azabını öncelemek ve hududullahın çiğnendiği durumlarda insanların rızasını önemsememek
İnsanların rızasını almak ve gönüllerini kazanmak başlı başına bir hedef olabilir. Fakat Allah’ın sınırlarının çiğnenmesi pahasına olmamalıdır. Birilerini razı etmek için ne bir günah işlenebilir ne de bir farz terk edilir. İhlâslı bir Müslüman Allah’ın rızasını öncelemeli ve hududullah hususunda titiz davranmalıdır.
6. Sevgi ve düşmanlığın, verme ve esirgemenin, rıza ve hoşnutsuzluğun nefis ve menfaat için değil, Allah (cc) için olması
İhlâslı bir Müslüman davasını ve maslahatını öncelikli olarak düşünmelidir. Onun işleri iyi olduğunda kendisinin ve yakınlarının menfaatini hesaba katmamalıdır. İhlâs zaafı söz konusu olduğunda insanların daha çok şahsi menfaat ve hedefleri için çırpındıkları ve ona göre de tavır belirledikleri görülür. “Onlardan sadakaların taksimi hususunda sana dil uzatanlar da var. Şayet bunlardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkelenirler.”7
İfk hadisesine karışıp Hz. Aişe (ra) annemize zina suçlamasında bulunan Müslümanlardan biri Hz. Ebu Bekir’in (ra) teyzesinin oğlu Mistah b. Üsâse idi. Hz. Ebu Bekir (ra) bu hadiseye kadar kendisine düzenli bir şekilde yardımda bulunuyordu. Yapılan iddianın iftiradan ibaret olduğu vahiyle kesinleşince ona artık yardım etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzere bu ayet nazil oldu: “İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Affetsinler, iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”8 Bunun üzere Hz. Ebu Bekir (ra), “Vallahi, Allah’ın beni bağışlamasını arzu ederim, bunu her şeye tercih ederim.” diyerek yeminini bozdu ve yardıma devam kararı aldı.9
Hz. Ebû Bekir’in (ra) vahiy doğrultusunda benimsediği bu tavır birçok dersler içermektedir. Biz sadece olayın konumuzla ilgili yönüyle ilgileneceğiz. O da sevgi ve kızgınlığın, verme ve esirgemenin kişisel menfaat ve duygular için değil, Allah (cc) için olması zorunluluğudur. Bazı davetçilerin, şahsi menfaatleri zedelendiğinde veya kendilerini üzen bir söz işittiklerinde kükrediklerini ve tozu dumana kattıklarını görüyoruz. Bunu neyle açıklayacağız? Hiç şüphesiz ihlâs varsa bu durumlara rağmen davetçi davasında sebat gösterir ve yolun zorluklarına katlanarak katkı sunmaya devam eder.
7. Yolun uzunluğunun ve yolculuk zorluklarının gevşekliğe sebep olması
Yolun uzunluğu, yolculuğun uzaması, yolculuğun meşakkatleri ve meyvelerin gecikmesi gibi davetin karakteri ve imtihan oluşumuzla ilgili durumlar kişiyi davayı bırakmaya veya tembelliğe sürüklemiyorsa ihlâs göstergesi iken, aksi durumlar ise riyakârlık veya davayı doğru anlamama işaretidir.
8. Dava ortamında yeteneklerin varlığının mutluluk vermesi
Davaya yeni yeteneklerin katılması, yeteneklilerin artması ihlâslı kişiyi mutlu kılar ve onu sevindirir. Tersi durumda kendisine yönelik ilginin azalması, makamını kaybetmesi vb. durumlar nedeniyle hoşnutsuzluk başlar.
Yüce Allah’tan duamız bizi ihlâs işaretleriyle donatması ve kurtuluşa eren ihlâslı kullarından kılmasıdır. Âmin.

1. En’am, 152-153
2. Yazarlar: M. Abdullah el-Hatip ve M. Abdulhalim Mahmut.
3. Mü’minûn, 60.
4. Tirmizî, es-Sünen, tefsir bölümü, 24/ 3175.
5. İbn Mace, 2/1320.
6. Buhârî, cihad ve siyer, 2887.
7. Tevbe, 58.
8. Nur, 22.
9. Tirmizî, tefsir, 25.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?