“Çağımızda yemekten, sudan daha çok israf ve heba edilen bir şey var mı?” diye sorulsa bunun cevabının ‘zaman’ olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Özellikle teknolojik gelişmelerle beraber elektronik ekranlar karşısında geçirilen sınırsızca vakitlerin başını alıp gittiği şu günlerde bu söylediğimizin doğruluğu daha da güçlenmektedir. Bugün aile eğitiminin olmazsa olmaz konularından biri de “zaman algısı” olmalıdır.

Kişilerin başarıya ulaşmaları -onların ayırt edici bir özelliği olan- zamanı tasarruflu bir biçimde kullanmalarından gelmektedir. Tarihin sayfalarına göz attığımızda da bunun sayısız emsallerini görmekteyiz. Müslüman âlimlerin bu konuda bizlere bıraktığı miras eşsizdir. Kütüphanelerin raflarını dolduran ciltlerce kitaplar, makaleler, risaleler vs. bunun açık bir kanıtıdır.

Zamana ve onun ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğine dair yazılmış en güzel eserlerin başında Suriyeli âlim Abdulfettâh Ebû Gudde’nin “İslâm Âlimlerinin Gözüyle Zamanın Kıymeti” adlı eseri gelmektedir. Eser, zamanın mâhiyetini kavratmaya ve koruyup değerlendirmeye yönelten bir kitaptır. Fikirleri ve çalışmalarıyla çağa iz bırakmış birçok İslâm âliminin yaşamlarından verilen örnekler, okura ‘vakit algısını benimsetmeyi’ destekler niteliktedir.

Peki, zamanı yerinde kullanmak neden bu kadar önemlidir?

Öncelikle bilmeliyiz ki, Allah’ın nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Hatta bize bahşettiklerinin tümü, nimet olarak addedilmektedir. Kimi insanlar nimeti, açlığını ve susuzluğunu giderdiği yiyecek ve içecek olarak anlasalar da nimet kelimesi, bununla sınırlı olmayıp daha geniş anlamlar barındıran bir kavramdır.

Bu anlamda, en önemli ve asıl nimetlerden biri de zamandır. Kur’ân-ı Kerîm’de zaman ve zamanla ilgili kavramlara çokça değinildiği gözümüze çarpmaktadır. Bir mefhûmun Kur’ân-ı Kerîm’de çokça zikredilmesi onun ehemmiyetinin ne kadar fazla olduğunu bizlere göstermektedir.

Asr suresi, Kur’ân-ı Kerîm’deki kısa surelerden bir tanesidir. Kısa, sadece üç kısa ayet, olmasına rağmen o kadar derin manalar taşımaktadır ki, sahabeden iki kişi bir araya geldiklerinde bu sureyi celîle’yi okumadan ayrılmazlarmış. Rivayetlere göre İmam Şafii şöyle demektedir:

“Şayet Kur’ân’da başka bir şey nâzil olmasaydı şu pek kısa sure bile insanlara yeterdi.”

Allah, bu surede insanın kendisiyle mahdut olduğu asr’a (zaman) yemin etmektedir. Akıp giden zamanın, insanoğlunun aleyhine olmaması için onu iman etmeye, salih ameller işlemeye, sabrı ve hakkı birbirine tavsiye edenlerden olmaya teşvik etmektedir.

Allah, insanoğlunu dünya hayatında imtihan edeceğinden bahsetmektedir Kur’ân-ı Kerîm’de. Ve nihâyetinde, hesap günü tüm nimetlerden hesaba çekileceğini söylemektedir:

Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz.” (Tekâsür, 8)

Zamanın bir nimet olduğu düşünüldüğünde, zamanı nerede, nasıl ve hangi maksatla geçirdiğimizin hesabını da vermeden hesabımız kapanmayacaktır.

Zamanın değerlendirilmesine dair Kur’ân-ı Kerîm’de işaretler olduğu gibi Sünnetten de açık deliller bulmak zor değildir. İbn Abbas (r.a)’tan rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır:

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (1)

Hadiste kastedilen, insanların çoğunun sağlık ve boş vakitlerinden istifade edemedikleri; aksine, kullanılmaması gereken yerlerde hebâ etmeleridir.

Zamanı yerli yerince kullanmak bir maharet olduğu gibi aynı zamanda öğrenilip geliştirilebilir bir yetenektir de. Dolayısıyla kişiler kendilerini eksik gördüğü durumda bir kişiye danışıp bu konuda yardım alabilirler.

Abdulfettâh Ebû Gudde, eserinin başında zamanın bir nimet olduğu ve bu nimetin hakkının idrak edilmesi gerektiği üzerinde durmaktadır. Örnek verdiği ayet ve hadislerle konunun ehemmiyetini ve zamanın bir Müslüman için ne kadar elzem olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır.

Kitap genelinde, fikirleri ve çalışmalarıyla kendi çağına ve günümüze iz bırakmış birçok İslâm âliminin yaşamlarından verilen örnekler, okura zaman şuurunu aşılıyor. Tembellik, idealsizlik, ciddiyetsizlik olarak tanımlanan hastalıklara belirli çözüm önerileri, tedavi yöntemleri ve prensipler sunulmaktadır.

Zamanın kıymetini anlayan ve ânı dolu dolu yaşama gayretinde olan İslâm âlimleri, vakti nimet görür onu zâyi etmezlerdi. Muhabbetlerini kısa tutar, davet edildikleri yerlere yanlarında kitapla icabet ederlerdi. Karşılaştıkları kıymetli bilgileri hemen kaydederlerdi. Uzanırken, yolda yürürken, kalemlerini açarken bile dilleri zikrullahla meşgul olurdu. Yemek yerken ilimle meşgul olamamanın üzüntüsünü yaşarlardı yüreklerinde. Ölüm döşeğinde dahi ilmî müzâkerelerde bulunan İslâm âlimleri bulunmaktaydı. Onlar zamanı düzenleme konusunda istidât sahibiydiler. Vakti değerlendirmeyenleri ise zaman akıntısı içerisinde ‘meçhûle sürüklenen gemidekiler’e benzetmekteydiler. Gemi o müsrifleri alıp götürür lâkin onlar farkına bile varmazlardı. Bu âlimlerin bıraktıkları eserler, yetiştirdikleri talebelerden de anlaşılmaktadır ki, İslâm âlimleri zamanı ihyâ eden ve zaman ile de ihyâ olan kişilerdi.

 Plansızlık, düzensizlik; başarının, verimin önüne geçen bir settir. Sunulan zamanın hakkını verebilmek için evvelâ işleri düzene koymak, plan program dâhilinde ilerlemek gerekir. Öncelikli işler esas alınmalı, erteleme hastalığı tedavi edilmelidir. Hayatın aslı olan ‘zamanı’, öldürmek değil yaşatmak için gayret sarf edilmeli, bu doğrultuda fedakârlıklar yapılmalıdır. Yaşamak için bedeni beslemek gerekir. Akıl da bu şekilde besine muhtaçtır. Aklın gıdası da ancak istifade edilen bir zamandan temin edilebilir.

İnsanın, bulunduğu çevreden, konuşulan konulardan etkilendiği yadsınamaz bir gerçektir. Bu yüzden kişinin boş ve beyhûde meclislerden uzak durması, her hususta fuzuli şeyleri terk etmesi gerekir. Vaktin mahiyetini kavramış, çalışkan, ciddi insanlarla birlikte olunmalı, onların hayatları araştırılıp üzerinde derin mütalaalar edilmelidir. Sabır ve sebât en önemli azıktır. Zamanı ihyâ edebilmenin meşakkati ise bu azıkları kullanmak ile hafifletilir. Nitekim yılgınlık, tembelliğin baş faktörüdür.

Hülasa, yazının en başında denildiği gibi, çocuklarımıza zamanlarını en iyi şekilde nasıl değerlendireceklerini öğretmek zorundayız. En başta da bizim bu şiarı edinmemiz gerekir. İşte bunun için Abdulfettâh Ebû Gudde’nin “İslâm Âlimlerinin Gözüyle Zamanın Kıymeti” kitabı vazgeçilmez bir kaynak niteliği taşımaktadır.

*Daha önce birçok yayın evinden tercümeleri çıkan eserin yeni baskılarında kitabın sonuna ek olarak Ali Fuad Başgil’in “Çalışma Hayatının Kuralları”, Osman Nuri Topbaş’ın “Zamanda İsraf” ve Bünyamin Erul’un “Zaman Bilinci” gibi faydalı yazılarına da yer verilmektedir.

Kaynakça

1) Buhârî, Rikâk, 1.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?