Ramazan ve İslam Dünyası
İslam âlemi yeni bir Ramazan ayına girdi. Yüce Allah’ın bu mübarek ayı tüm dünya Müslümanları için hayırlara vesile kılmasını diliyoruz.
Ramazan ayı bir arınma ve toparlanma mevsimidir. Bu ay aynı zamanda Müslümanlar arasında kardeşlik ve dayanışma bağlarını güçlendirmelerine vesiledir. Çünkü bu ayda iman esaslı bir dayanışma da gerçekleşmektedir.
İslam dünyası bu yılın Ramazan ayına da çeşitli sıkıntılarla girdi. Türkiye’de yaşanan deprem felaketi büyük bir yara açılmasına neden oldu. Bu yaranın sarılması ve depremden zarar görenlerin toparlanabilmesi için yardımlaşma ve dayanışmanın sürdürülmesine ihtiyaç var. Bu mübarek ayı da o açıdan bir vesile telakki etmek gerekiyor.
Ramazan ayını ümmet bilincinin güçlendirilmesi için iyi bir vesile olarak değerlendirmek gerekiyor.

Suudi Arabistan-İran Anlaşması
Uzun yıllardan beri birbirlerinin aleyhine propaganda faaliyetleri yürüten, başta Yemen olmak üzere değişik coğrafyalarda en azından zıt tarafları desteklemek sebebiyle karşı karşıya gelen İran ile Suudi Arabistan 10 Mart 2023 tarihinde Çin’in ara buluculuğu ile Pekin’de, aralarında diplomatik ilişkileri başlatma konusunda anlaştı.
Bu uzlaşmanın sağlanmasında Çin’in önemli rolü olduğu biliniyor. Ancak ABD’nin dayatmacı politikasının da Suudi Arabistan’ın Çin’e yönelmesinde ve İran’la yakınlaşmasında önemli fonksiyonunun olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir.
Böyle bir uzlaşma sağlanması İran’ı memnun etti. Çünkü o bölgesel politikalarıyla ilgili herhangi bir taviz vermeye zorlanmadan Suudi Arabistan’la diplomatik köprülerini inşa etme fırsatı elde etmiş oldu.
Anlaşmadan en çok rahatsız olan ise siyonist işgal rejimi oldu. Çünkü son dönemde Arap dünyasında ABD’nin telkinleriyle sürdürülen “normalleşme” sürecine Suudi Arabistan’ın da dâhil olmasını umuyordu. Şimdi siyonist yorumcular bu anlaşmanın kendi aleyhlerine olacağını söylüyorlar.
Not: Ribat dergisinin Nisan sayısı için hazırladığımız dosyada Suudi Arabistan–İran Anlaşması’nı muhtelif yönleriyle tahlil etmeye çalıştık. Konu hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenlere bu yazımızı okumalarını öneririz.

Ramazan’da Filistin ve Mescidi Aksa’ya Yönelen Tehlike
İslam coğrafyasında bu yıl yine Ramazan ayına en sıkıntılı bir şekilde giren bölgenin Filistin olduğunu söyleyebiliriz. Bunun birinci sebebi siyonist işgal rejiminin aşırı ırkçı hükümetinin yahudileştirme faaliyetlerini kesintisiz bir şekilde sürdürmesi ve bu yıl yahudilerin bazı dini günlerinin Ramazan’a denk gelmesi, işgal yönetiminin de o günlerde onlara Mescidi Aksa’ya girip ayinler düzenleme izni vermesi sebebiyle bu kutsal mabede yönelik tehditlerin artması. İşgalcilerin baskınlarının gerginliklerin de artması sebep olacağı tahmin ediliyor.

Filistinli Esirlerin Hak Mücadelesi
Filistin’deki gerginliğin ikinci önemli sebebi ise işgal zindanlarındaki Filistinli esirlere yönelik baskıların artmasıdır. Aşırı ırkçı işgal hükümetinde güya Ulusal Güvenlik Bakanı yapılan ama zihniyet olarak Hitler’den farkı olmayan hatta ırkçılıkta onu geride bırakan, Meir Kahane isimli bir teröristin kurmuş olduğu Kahane örgütünün yetiştirdiği Itamar Ben Gvir’in esirlere yönelik baskıları artırması ve onların daha önce direnerek elde etmiş oldukları bazı haklarını geri alması gerginliğin artmasına sebep oldu. Bu yüzden esirler şubat ayının ortasından itibaren “sivil başkaldırı” adıyla birtakım protestolar başlattılar. İsteklerinin kabul edilmemesi durumunda da Ramazan ayında toplu açlık grevi başlatacaklarını duyurdular.
Dışarıdaki halk ve direniş hareketleri de esirlerin mücadelesine destek vermek amacıyla muhtelif protesto eylemleri ve gösteriler düzenliyor. Toplu açlık grevinin başlatılması durumunda bu tür eylemlerin daha da artacağı tahmin ediliyor.

İşgalciyi Kurtarma Zirveleri
Benyamin Netanyahu’nun başbakanlığında oluşturulan aşırı ırkçı işgal hükümeti Kudüs ve Batı Yaka bölgesinde artan direniş eylemlerini bastırmak için asker, polis ve yerleşimci terörünü artırmanın işe yarayacağını umuyordu. Aynı şeyi daha önce yine Netanyahu kafasındaki aşırı siyonist Ariel Şaron, Gazze’deki direnişi bastırma konusunda düşünmüştü. Ama onun Gazze’deki işgalci terörünü artırması direnişin daha da artmasına neden oldu ve direniş 2005 yılında işgal güçlerini Gazze’den çıkmaya mecbur etti.
Şaron’un Gazze’de başaramadığını Netanyahu, kendisi gibi saldırgan siyonist liderleri yanına alarak Batı Yaka’da başarabileceğini zannetti. Ama Batı Yaka ve Kudüs’te siyonist terörün dozajının artırılması ters tepti ve Filistin direnişi işgalcilere karşı, onlara çok ağır darbeler indiren eylemler gerçekleştirdi. Bu durum karşısında geri adım atmış görünümü vermemek için baş hamisi ABD’yi yardıma çağırarak, Filistin direnişini bastırmaları, direniş eylemlerini önlemeleri için Mahmud Abbas yönetimiyle Ürdün ve Mısır hükümetlerinin devreye girmelerini sağlamasını istedi.
Bunun üzerine ABD’nin telkinleriyle Ürdün hükümetinin çağrısıyla, 26 Şubat 2023 tarihinde bu ülkenin Akabe şehrinde, 19 Mart 2023 tarihinde de Mısır’ın Şarmu’ş-Şeyh şehrinde ABD, İsrail, Mısır, Ürdün ve Filistin Yönetimi’nden heyetlerin katıldığı birer sözde güvenlik zirveleri düzenlendi.
Burada güvenlik denirken kastedilen siyonist işgal rejiminin güvenliğiydi. Katılanlardan istenen Batı Yaka bölgesindeki direnişin kırılması ve işgalci siyonistin o bölgelerdeki hakimiyetini ayağına diken batmadan sürdürebilmesi için gerekli zeminin sağlanması idi.
Filistin direniş hareketleri bu zirvelerin ihanet zirveleri olduğunu dile getirdi ve Mahmud Abbas yönetimini de bu zirvelere katılmaktan dolayı şiddetle kınadı, bu zirvelere katılmanın ihanete ortak olmak olduğunu ifade ettiler.

Yerleşimcilerin Huvvare’de Vahşi Saldırıları
ABD’nin işaretiyle Ürdün’ün Akabe şehrinde sözde güvenlik zirvesinin düzenlendiği günün akşamında Filistin’in Batı Yaka bölgesindeki Nablus’a bağlı Huvvare kasabasına, siyonist işgal rejiminin milis güçleri niteliğindeki yahudi yerleşimciler baskın düzenledi ve tam anlamıyla vahşet sergilediler. 400 kişiden oluşan yerleşimci teröristler, deprem sonrasında Türkiye’ye arama kurtarma çalışmalarına katılmak için gelen Filistin ekibinin içinde yer almış olan Samih Aktaş’ı şehit etti, yüzlerce insanı yaraladı, onlarca evi ve 100’den fazla arabayı yaktılar.
Aslında bu olay işgalci siyonistin uzlaşmadan ne anladığını, onun güvenliğe kavuşturulması için zirve yapanların gerçekte kendi halklarına ne büyük bir ihanette bulunduklarını da gözler önüne serdi.

Huylu Huyundan Vazgeçmedi
Ürdün’ün ABD yönetiminin telkin ve dayatmalarıyla Akabe ve Şarmu’ş-Şeyh’te işgalci siyonistlerle bir araya gelip sözde güvenlik zirveleri gerçekleştirmesinin üzerinden fazla zaman geçmeden, aşırı ırkçı siyonist hükümetin sözde Maliye Bakanı ve aşırı siyonist Bezalel Smotrich, Fransa’nın başkenti Paris’te önüne, üzerine Ürdün topraklarını da ihtiva eden sözde , muhtelif ırkçı telkinlerde bulundu ve bu arada Filistin halkı diye bir halkın olmadığını iddia etti.
Irkçı siyonistin bu tutumu ve konuşurken önüne koyduğu masaya sözde “Büyük İsrail” haritasını asması görünüşte Ürdün yönetimini rahatsız etti. Ürdün Dışişleri Bakanlığı, işgal rejiminin Amman Büyükelçisini çağırarak tepkisini dile getirdi.
Gerçi işgalci siyonist ırkçı ayrım duvarlarını örerek bir bakıma bu duvarlar içinde varlığını sürdürebilmenin çabasında olduğunu ilan ederken, Filistin halkının haklarını geri alma konusundaki kararlılığı karşısında ne kadar tahammül edebileceği konusunda da tereddüt yaşadığından, “Büyük İsrail” artık onun açısından büyük ölçüde hayal haline gelmiştir. Ama ırkçı siyonistler yine de bu hayallerinden vazgeçmeyecekleri mesajı vermekten de geri kalmak istemiyorlar. Asıl sorun ise işgalci siyonistin bu yayılmacı hayallerini göremeyerek siyonist canavarları kendi elleriyle büyüten, besleyen ve güvenceye almak için zirveler düzenleyen ihanetçilerin tutumlarından kaynaklanmaktadır. Eğer onların ihanetleri olmasaydı işgalci siyonist bu hayallerinden çoktan vazgeçmek ve kuyruğunu toplayıp çekilmek zorunda kalacaktı.

İşgal Rejiminin Kendi İçinde Yaşadığı Kriz
Siyonist işgalciler bir yandan Filistin direnişini kırmak amacıyla zulmün ve vahşetin zirvelerine tırmanırken, buna rağmen direnişin kararlılığı karşısında zorlanmaları sebebiyle ihanetçilerle zirveler düzenlerken diğer yandan kendi içlerinde ciddi sıkıntılar yaşıyorlar.
Netanyahu’nun ırkçı siyonizmin uçlarında duran birtakım marjinal grupları etrafında toplayarak hükümet kurmasından rahatsız olan bazı siyonist partiler, onun yargı reformu paketine karşı kendi taraftar kitlelerini meydanlara çıkardı.
Netanyahu’nun söz konusu paketinin amacı yargı kurumlarının yetkilerini sınırlandırarak ırkçı hükümetin işlerini kolaylaştırmak. Çünkü sicili yolsuzluklarla dolu bir aşırı ırkçı lideri bakan yapmasına işgal rejiminin Yüksek Mahkemesi’nin itiraz etmesi Netanyahu’nun çok zoruna gitmişti ve bu yüzden yargı kurumlarının, idari mekanizmaya çok fazla karışmasının önüne geçmek amacıyla söz konusu paketi hazırladı.
Bunun üzerine muhalif partiler Netanyahu’nun bu paketinin, siyonist işgal rejimini bir dikta rejimine dönüştüreceği iddiasıyla taraftarlarını meydanlara çıkararak ortalığı karıştırmaya başladılar.
İşin gerçeğinde siyonist işgal rejimi zaten bir dikta rejimidir. Hatta diktanın da ötesinde bir vahşet rejimidir. Öyle bir vahşet rejimi ki tarihte benzerine az rastlanabilir. Zulüm ve vahşette Hitler’i ve Cengiz Han’ı geride bırakmış bir rejimdir.
Ama bu rejimin sergilediği vahşetten, diktatörlükten, zulümden zarar görenler şimdiye kadar, yurtları işgal edilen ve o toprakların asıl sahipleri durumundaki Filistinlilerdi. Filistinlilerin mağduriyetleri ise siyonist işgalcinin sağcısını da solcusunu da rahatsız etmiyordu. Filistinlilerin tepesine füze, roket, bomba, mermi kısacası çağımızın bilinen imha ve öldürme araçlarının hepsini yağdırmak serbestti. Fakat iğnenin ucu biraz kendilerine dokununca hemen meydanlara çıktı ve tepelerindeki rejimin diktatörlüğe dönüştüğü çığlıkları atmaya başladılar. Aslında bu hadise siyonistlerin kendileri dışında kimseye “insan” gözüyle bakmadıklarını da gözler önüne serdi. Bu onların insanlıktan payının ne olduğunun da açık bir göstergesidir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?