Başımıza ne geldiyse; elimizde var olanın kıymetini bilemediğimiz, hâlimizi beğenmeyip başkalarının hâllerine özendiğimiz ve onları taklit ettiğimiz için geldi. Eşsiz bir medeniyete, tertemiz bir düzene sahip iken kendisine hayran bırakıldığımız, peşinden ayıla bayıla koştuğumuz yıkık ve bozuk bir medeniyet, adeta bir bombanın patlayıp etrafı darmadağın etmesi gibi sahip olduğumuz değerleri, idealleri, istikbali tarumar etti. Ne yazık ki zirvenin mutluluğunu diplerin bedbahtlığına, saadet asrının bereketini cahiliyenin körlüğüne, gündüzün aydınlık parıltısını gecenin zifiri karanlığına tercih ettik.
Biz ve onlar; iki tezat şey, iki farklı olgu, iki ayrı uç, iki uzak ideoloji, iki değişik sistem, her şeyiyle birbirinden ayrı iki medeniyet ve kültür; tıpkı kuzey ve güney gibi, artı ve eksi gibi, siyah ve beyaz gibi. Ne var ki aralarında bir o kadar fark ve ayrılık olmasına rağmen her iki medeniyet de birbirlerini etkileyebilmişlerdir. Geçmiş yıl ve asırlarda bunların örnekleri mevcuttur. Bugünümüzü değerlendirdiğimizde ise onların medeniyetlerinin (Batı medeniyeti ve diğer medeniyetlerin) bizim medeniyetimize ve kültürümüze olan etkisi daha çoktur. Ekonomi, ticaret, siyaset, hukuk, eğitim, ahlak, sanat, bilim, kültür gibi insana ve topluma ait olan her alanda, üzerimizde geniş bir etkiye sahiptirler.
İnsan doğası gereği etkileşime açık bir varlıktır, toplumlar da öyledir. İslam toplumu diğer medeniyetlerle etkileşim kurabilir, onlardan istifade edebilir. “Hikmet (ilim) müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.”1 bu hadiste işaret edildiği gibi Müslümanlar hikmeti (ilmi) yani işlerine yarayan bilgiyi ve doğru sözü, kimden ve nereden geldiğine bakmaksızın alabilir, başka kültürlerden uygun biçimde faydalanabilir. Ancak İslam işe yaramayan, zarar getiren, kötülüğü, hayasızlığı yayan şeyleri kabul etmez, onları reddeder. “İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır.” (Nur, 19)
Yukarıda geçen ayet ve hadislerde görüldüğü gibi İslam’ın, başka medeniyet ve kültürlerden bir şeyler alırken dikkate aldığı kriterleri vardır. Bugünlerde ise kendi medeniyet ve kültürümüzün kriterlerini hiç ciddiye almıyoruz. İyisine kötüsüne, yararlısına zararlısına bakmadan gördüğünü, duyduğunu beğenen; beğendiğini alan, aldığına hayran kalan insanlar olduk maalesef. Sokaklar, caddeler, iş yerleri, evler, aileler, kurumlar diğer medeniyetlerin izlerini taşıyor. Çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler, anneler, babalar diğer kültürlerin hayat tarzlarını, yaşam alışkanlıklarını, giyim-kuşamlarını, yeme-içme biçimlerini kopyalıyorlar. Gittikçe kendi medeniyet ve kültürümüzden uzaklaşıyor, bizden olmayan medeniyet ve kültürlere yaklaşıyoruz.
Diğer medeniyetler kendi içlerinde sorunlarını aşamamışken, daha geçmişlerinin hatalarıyla yüzlememişken kadim bir medeniyete, köklü bir kültüre sahip olan bizler; neden onlara hayran kalıyoruz? Elimizde iyisi hem de daha iyisi varken onların bilgisi, kültürü, sanatı, ekonomisi, ticareti, ahlakı, siyaseti, ideolojisi üzerimizde niçin daha etkili olabiliyor? Bu etkilenme durumumuz bizim için bir ihtiyaç mı, medeniyet ve kültürümüzün eksikliği mi yoksa onların medeniyetinin bize olan üstünlüğü mü? Elbette ki hiçbiri…
İslam medeniyeti ve kültürünü diğer medeniyet ve kültürlerle karşılaştırdığımızda İslam diğerlerinden daha insani, daha kuşatıcı, daha evrensel ve daha köklü bir düzene sahiptir. Ancak onlar, kof medeniyet ve kültürlerini nefse hoş gelen haz, oyun, eğlence gibi lezzetlerle süsleyerek, büyük vaatler (özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi, vs.) ile yücelterek, kendilerinde olmayan şeylerin övgüsünü yaparak medeniyetlerine ilgi çekmeyi başardılar. Bununla kalmayıp medeniyet ve kültürümüzü küçümseyici, aşağılayıcı -İslam; çöl kanunlarıdır, geri kalmış bir medeniyettir, Araplara ait bir kültürdür, vb.- iftiralar atarak İslam hakkında bilgisi ya da İslam’a ilgisi olmayan Müslümanları ikna ederek özümüzden, geçmişimize ait bağlardan çoğumuzu koparmayı başardılar.
Onların medeniyet ve kültürü içimize öyle sirayet etti ki onlarda ne varsa artık aynısı bizde de var. Ne yapıyorlarsa aynısı bizde de yapılıyor. Dini kutlamaları, bayramları, ritüelleri, zevkleri, tarzları bizlere işlemiş durumda. Müslümanız ama onlar gibi yaşıyoruz, onlar gibi düşünüyoruz, git gide onlara benziyoruz. Hâlimiz böyleyken medeniyetimize yabancılaşıyor, İslami değerlerimizden, ahlakımızdan, davranışlarımızdan, amellerimizden uzaklaşıyoruz.
Sıkıntılarımızın, yenilgilerimizin, kayıplarımızın başladığı noktaya geliyoruz. Bizleri cahillikten bilgeliğe, zulümden adalete, anarşiden huzura, şerden hayra taşıyan kadim bir medeniyeti terk etmenin hüsranlarını yaşıyoruz. Tartmadan, ölçmeden; kültürümüze, değerlerimize, inançlarımıza uygunluğuna bakmadan yaptığımız yanlış işlerin, kriteri olmayan beğenilerin, gereksiz hayranlıkların bedelini ödüyoruz. Bir yandan kendisine hayran kaldığımız, peşine takıldığımız medeniyet ve kültürlerin yaşamış olduğu acıları, sancıları, ızdırapları, huzursuzlukları yaşıyor diğer yandan da sahip olduğumuz güzellikleri kaybediyoruz.
Gereksiz özenti, hayranlık, taklit bizden çoğu şeyi aldı götürdü. Huzurumuz, düzenimiz bozuldu; insanlığımız, vicdanımız köreldi; ahlakımız, iffetimiz zedelendi. Kısacası bizi biz yapan değerlerimizi, inançlarımızı, maneviyatımızı, ahlakımızı kaybettik. Bizler sınırlarımızı bilip kriterlerimizi ciddiye alsaydık; medeniyetimize, kültürümüze, ahlakımıza, iffetimize zarar veren şeylerden uzak durup diğer medeniyet ve kültürlerden sadece yararlı bilgileri alsaydık sonumuz çok başka olabilirdi. İslam’ı esas alan, gelişime, etkileşime açık, bilgili aynı zamanda inançlı, ahlaklı, iffetli, değerli, huzurlu bir toplum, İslam medeniyeti ve kültürü ile kazanan, diğer medeniyetleri ve kültürleri etkilemeyi başaran bir toplum olabilirdik; geçmişte olduğu gibi. Şimdi de geç kalmış sayılmayız. Sınırlarımızı bilip kriterlerimizi ciddiye alırsak neden olmasın?
Hasbünallahu ve ni’me’l-vekîl ni’me’l-mevla ve ni’me’n-nasîr…
Kaynakça
1) İbn Mâce, “Zühd”, 15; Tirmizî, “’İlim”, 19