İslam Allah’ın (c.c.) insanlar için göndermiş olduğu ve kemale erdirdiği son dindir. Bu din beşeriyete iki önemli şey vaat etmektedir. Birincisi dünyevi saadet ve huzur, diğeri ise ebedi hayat olan cennettir. Bir kimse İslam’a tutunur ve İslam’ın emir ve yasaklarına göre hareket ederse ebedi olan Cennet’i kazanır ve dünyadan da nasibini alır. İşte bu güzel dinin kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ile Resûlullah’ın (s.a.s.) pak sün10neti tarih boyunca büyük saldırılara maruz kalmıştır. Bu saldırıların birçok sebebi bulunmaktadır. Ancak ana sebep olarak belirtebileceğimiz altı sebep vardır:
İslam’ın Rabbanî olması
İslam’ın fıtrata uygun bir din olması
İslam’ın evrensel, cihanşümul bir din olması
İslam’ın cihat ve kuvvet dini olması
İslam’ın kurtuluşu vaat eden bir din olması
İslam’ın çabucak yayılan bir din olması
İslam, hayat sahasına çıkıp devletini kurunca ona karşı insanlar üç kısma ayrıldılar. Bir kısmı İslam’a inandı, onu yaşadı ve İslam için cihat etti. Bir kısmı da tam tersi İslam’a karşı koydu ve İslam’a karşı savaştı. Üçüncü kısım ise ikiyüzlü davranarak münafıklık etti.
Hidayetten mahrum, İslam’ın rahmetinden nasipsiz ve de fıtratları bozulmuş birtakım insanlar İslam’a ve onun kaynaklarına karşı amansız bir şekilde harp etmişlerdir. Bu zavallılar, kime karşı savaştıklarını bir bilselerdi savaşın mağluplarının kendileri olduklarını bileceklerdi ve savaş daha başlamadan teslim olacaklardı. Ne var ki bunlar Allah’ı (c.c.) tanımıyor ve O’nun peygamberine inanmıyor, İslam’ın getirmiş olduğu ilkelere de karşı duruyorlar. İslam’dan önce de yeryüzünde bozgunculuk yapan, fitne oluşturan ve insanları köleleştirmeye çalışan tağutlar da o zamanki peygamberlere karşı direnip savaşarak hak dini yok etmek için gece gündüz planlar kurarlardı. Nemrutlar, Firavunlar, Hamanlar ve Karunlar bu tağutların insan şekline bürünmüş hâlleridirler.
İslam dini ve onun peygamberi, Allah’ın hak olarak göndermiş olduğu son din ve son nübüvvet halkasıdır. İslam’a ve Hz. Muhammed’e (s.a.s.) düşmanlık eden Ebu Cehiller, Ebu Lehebler ve Ebu Velidler olmuştu. Günümüzde ise çağdaş Ebu Cehil, Ebu Leheb ve Ebu Velidler yeniden türemişlerdir. Bunlar İslam’a ve Müslümanlara her fırsatta ve her yerde her türlü hakaret, zulüm ve isyanı gerçekleştirmektedirler. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” (Bakara,120) Kalplerindeki kin ve düşmanlık ise daha şiddetlidir. Tarih boyunca batının kirli karakteri, onları İslam’a ve İslam’ın peygamberine karşı kin ve nefrete sürüklemiştir.
İslam’a yapılan düşmanlık ve saldırılar başka dine yapılsaydı belki o dinden eser dahi kalmazdı. Tatarlar ve Haçlılar bir zamanlar bu ümmeti imha etmek, yeryüzünde ekin ve nesilden eser bırakmamak için durmadan çalıştılar. On binlerce Müslüman’ı boğazlayıp mallarını ve evlerini tarumar ettiler. Hiçbir şekilde merhameti gözetmediler.
“Bir mümin hakkında ne yakınlık bağına ne de antlaşma hükümlerine riayet ederler; işte onlar böyle sınır tanımaz kimselerdir.” (Tevbe, 10)
“Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki haset duygusundan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah hükmünü ortaya koyuncaya kadar affedin ve hoşgörün. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Bakara, 109)
“Sana haram ayı, onda savaşmayı soruyorlar. De ki: Onda savaşmak büyük günahtır. Allah’ın yolundan menetmek ve O’nu inkâr etmek, Mescid-i Harâm’dan (insanları) engellemek, halkını oradan çıkarıp sürmek ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de öldürmekten daha ağırdır. Güçleri yeterse sizi dininizden çevirinceye kadar durmadan sizinle savaşırlar. İçinizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, dünyada ve ahirette amelleri boşa gidenler işte bunlardır. Cehennemin dostları da bunlardır ve orada onlar devamlı kalıcıdırlar.” (Bakara, 217)
İslam düşmanlarının İslam’a yönelik düşmanlıklarının diğer bir nedeni de İslam’ın bir dünya nizamı kurmaya, adaleti tesis etmeye, yeryüzündeki ceberutluğu, zulmü ve tuğyanı kaldırmaya muktedir bir sistem olduğunu bilmeleridir. Allah Resûlü’nün (s.a.s.) getirmiş olduğu vahiy menşeli kanunlar, beşer ufkunun düşünemediği ve erişemediği olağanüstü ilkeleri kapsamaktadır. Batının çürük kanunları, çökük sistemleri ve bozuk fikirlerinin İslami ilkeler karşısında dayanamayacağını ve eriyip yok olacağını bildikleri için Batılılar sert bir şekilde, pervasızca ve acımasızca İslam’a ve onun peygamberine hücum etmektedirler. Güya bu saldırılarla İslam’ı ve İslam’ın peygamberini Avrupalıların gözünden düşürmeyi hedeflediler. Her çeşit yalan, iftira ve hileye başvurdular. Önceki ataları gibi kaba kuvvetle, kılıçla ve silahla bu ümmet ile baş edemeyeceklerini fark edince 20. ve 21. asırlarda kültür, fikir ve hayâsızlıklarıyla İslam’a saldırdılar, hakaret ettiler. Müslümanları ve özellikle de İslam peygamberini yalan ve iftiralarla gözden düşürmeye çalıştılar. Tarihte müşrikler ve Haçlılar Allah Resûlü’ne nasıl düşmanlık ederek aleyhte iftira, yalan ve dedikodular yaydılarsa şu anki temsilcileri de daha sistematik bir şekilde İslam’a ve onun Resûlü’ne saldırıyorlar. Aslında ehli küfrün İslam’a neden bu kadar düşmanlık yaptığını ve Müslümanlara niçin böylesine büyük bir kin ve nefret beslediklerini Allah (c.c.) açıklamaktadır: “Yaratan bilmez olur mu? O bütün inceliklerin farkındadır ve her şeyden haberdardır.” (Mülk, 14) “Onlar sizi bir yakalasalar düşmanca davranırlar. Elleriyle ve dilleriyle size kötülük etmeye çalışırlar. Ve isterler ki sizler de küfre sapıp hakkı inkâr edesiniz.” (Mümtehine, 2)
İslam düşmanlarının tüm çabaları, Müslümanların İslam dinini terk edip küfre sapmalarını sağlamak içindir. Bundan dolayı her zaman Müslümanlardan taviz isterler. Rabbimiz (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Şu hâlde seni yalancılıkla itham edenlere boyun eğme. İstedikleri şudur; sen taviz veresin ki onlar da taviz versinler.” (Kalem, 8-9) Taviz verenler, onlara yaranmaya çalışanlar, kendi vatandaşlarına ve halklarına ihanet edenler, yaptıklarına rağmen onların dinlerine uymadıkları, tam anlamıyla İslam’ı bırakıp mürtet olmadıkları sürece onlar hoşnut olmazlar. Bu meyanda Rabbimiz (c.c.) şöyle buyurmuşlardır: “Sen onların dinlerine uymadığın sürece Yahudi ve Hristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. De ki asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.” (Bakara, 120)
Kur’an-ı Kerimin bu tespiti tarihi olarak da ispatlanmıştır. Nitekim Müslümanlar kendi topraklarındaki ehl-i kitaba karşı son derece adaletli ve insani bir tavır sergiledikleri hâlde, bazı dönemlerde İslam beldeleri onlar için bir sığınak olduğu hâlde, fırsat onların eline geçtiği zaman Müslümanlara karşı hiçbir merhamet ve şefkat göstermemişlerdir. Endülüs’ün İslam idaresinde olduğu dönemlerde Yahudi ve Hristiyan vatandaşlara karşı hiçbir haksızlık yapılmazken ve bütün hakları verilirken onlar Endülüs’ü işgal ettikleri zaman en ağır işkencelere, vahşete ve Müslümanları sindirme ve yok etme politikalarına başvurmuşlardır.
Küffarın İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarının bir sebebi de İslam coğrafyalarının yer altı ve yerüstü zenginlikleridir. Onların dünya hırsları, şöhret ve şehvet peşinde koşturmalarının yegâne sebebi İslam ümmetine saldırıp ellerindeki tüm servetlerini gasp etmek, altlarındaki hazinelere el koymak ve tüm topraklarını işgal etmektir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Öyle bir gün gelecek ki; kâfirler, aç kurtların leşe saldırdıkları gibi size saldıracaklardır. Sahabe sorar: “Biz o gün sayıca az mı olacağız Ya Resûlallah?” “Hayır! Aksine sayınız fazla olacak. Ama selin önündeki çer çöp gibi olacaksınız. Zira Allah heybetinizi (korkunuzu) düşmanlarınızın kalbinden çekip alacak ve sizin kalbinize vehen yerleştirecek.” Sahabe yine sorar: “Vehen nedir ya Rasûlallah?” “Dünyayı sevip, ölümden korkmak.” (Ebu Davud)
Bu hadis ışığında şu dersi çıkarmak mümkündür: Küffarın İslam’a saldırmasının ve Müslümanları hor ve hakir görmelerinin bir nedeni de bizzat Müslümanların kendileridir. Günümüz Müslümanları yaşantıdan ziyade kimlik Müslümanları hâline gelmişlerdir. Ehl-i küfrün dünyayı sevdikleri gibi dünyayı seven, haram ve helale aldırış etmeyen, yaşantılarında lüks, israf ve konforun hâkim olduğu, hayatları ehl-i salibin hayatını aratmayan, dertleri ahiret olmayan, Kur’an ahlakından ve Peygamberin sünnetinden uzak kalan Müslüman tiplemelerden cesaret alan küffar, İslam âlemine ve İslam topraklarına acımasızca saldırmaktadır. Peygambere, Kur’an ve Sünnete saygısızlık edenlere maalesef hiçbir müeyyide uygulamayan Müslüman idarecilerle karşı karşıyayız. İşte bilinçsiz ve şuursuz günümüz Müslümanları moda ve maddeyi İslami yaşantıya tercih ettikleri için küffarı cesaretlendirerek üstümüze saldırtmışlardır.
Amerikalı bir teorisyen “Medeniyetler Arasındaki Çatışmalar” isimli kitabında şunları dile getirmektedir: “Yerküre üzerindeki hayat hikâyesinin tarihi, medeniyetler arasındaki çatışma tarihidir. Nitekim son Batı medeniyetini temsil eden ABD ve Avrupa ülkelerinin sistemi olan Liberalizm ile Sovyetler Birliğinin önderlik ettiği, Rusya’nın ve Doğu Bloku’nun sistemi olan Kominizm arasındaki çatışma da bu hayat hikâyesinin tarihidir denilebilir. Aslında bu çatışma, Batı medeniyetlerinin zaferi ve Komünizmin yıkılışı ile son bulmuştur. Öyleyse Doğu ve Batı medeniyetlerinin tek düşmanı İslam kalmıştır. İslam başlı başına bir medeniyet, bir kültür ve bir dindir. İki milyarı aşkın insan bu dine inanmaktadır. İslam Batı’dan tamamıyla farklı bir güç, bir miras ve bir medeniyete sahiptir.”
Bu teorisyen, kitabının devamındaki satırlarda okurlarını İslam’a karşı dolduruşa getirmek, kalplerini kin ve nefretle doldurmak için şöyle bir senaryo oluşturmuştur: “Müslümanlar güç ve kuvvetle inançlarını ve fikirlerini insanlara kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken Batı medeniyetini de terör ve şiddetle yıkmaya çalışıyorlar. Batı teorisyenlerinin çoğunluğu gelecekte medeniyetleri için tek tehlike olarak İslam’ı ve Müslümanları göstermektedirler.” Aslında tarafsızlığını koruyarak İslamiyet’i okuyan ve araştıran her bir fert İslam’ın onların dedikleri gibi şiddet, terör ve zorbalıkla inancını yaymadığını, Müslümanların gittikleri yerlere ve fethettikleri bölgelere İslam’ın evrensel ilkelerini, üstün ahlakını ve mukaddes adaletini insanlara ulaştırarak onların kalplerini kazanma yoluyla İslam’ı yaydıklarını göreceklerdir.
Sonuç olarak günümüzde İslam’ı ve Ehl-i sünnet Müslümanlarını hedef tahtasına koyan uluslararası üç şeytan şebekesi vardır. Bunlar, konu Müslümanlar ve İslam olunca birleşiyor, bir araya geliyor ve birlikte hareket ediyorlar. Siyonistler, Haçlılar ve Safevi Şialarından oluşan bu şerli şeytan üçgeni, işgal ettikleri Müslüman ülkelerde Müslümanlarla sıcak çatışmalara girerek kinlerini kusuyorlar. Hedefleri İslam coğrafyalarını Müslümansız, camileri cemaatsiz, medreseleri ve İslam üniversitelerini talebesiz bırakmaktır. Suriye, Irak, Yemen, Lübnan ve Libya bunların en bariz örnekleridir. Ancak bizler hiçbir zaman ümidimizi rabbimizden kesmiyor, Allah’ın vaadinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanıyoruz. Bu şeytan üçgeni ve onlarla iş birliği kuran yerli hainler bir gün kesinlikle mağlup olacaklardır. Allah (c.c.) dinine yardım edecek ve samimi Müslümanları, yani hak taifeyi muzaffer kılacaktır. Zira O (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Onlar tuzak kuruyorlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal, 30) “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff, 8)