Allah (cc) katında yaratılmışların en saygını insandır. Allah’ın peygamberler göndererek vahiyle insanı muhatap alması, insana verilen değerin bir başka ifadesidir. Allah (cc) insana vermiş olduğu değerle onu başıboş bırakmayarak vahiyle muhatap kılmıştır. Allah (cc) insana temel haklar verdiği gibi onu bazı sorumluluklarla da yükümlü tutmuştur. Kimi insan, sorumluluklarını yerine getirerek, Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak değerini daha da artırmaktadır. Allah (cc) her ne kadar insanın dünya ve ahiret mutluluğunu istese de, bir kısım insan Allah’ın (cc) emir ve yasaklarını ihlal ederek kendi değerini düşürmektedir. “Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu arzularıyla baş başa bırakan (nefsini kötülüklere gömen) da ziyan etmiştir.” (Şems, 9-10)
İslam, insana sadece sorumluluklar yüklememiştir. Onu sadece iman ve bazı ibadetleri yerine getirmekle yükümlü kılmamıştır. Bu yükümlüklerin yanında insana bir takım haklar tanımış ve bu hakların korunmasına yönelik maddi ve manevi cezalar getirmiştir. Başta da belirttiğimiz gibi mükerrem bir varlık olarak yaratılan insanın yaşamını onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için vazgeçilmez ve devredilmez olarak kabul edilen temel hakları bulunmaktadır. Bunlar; dini yaşama hürriyeti, canın korunması ve güvenliği, sözleşmelere riayet, namus ve mal güvenliği gibi temel haklardır. Tüm insanlara sağlanan bu haklar dokunulmaz olarak kabul edilmektedir. Bu haklara yöneltilen haksız saldırılara karşı farklı yaptırımlar konulmuştur. Dini yaşama hakkı, haklar içinde en öne alınmış olan haktır. Can güvenliği de en önemli haklardandır, neticede bütün hakların güvende olması canın güvenliği üzerine ikame edilen haklardır.
İslam dininin yaşanması ve onun hükümlerinin yerine getirilmesi, can ve malın korunması, temiz bir neslin devamı, namus ve şeref gibi temel değerlerin korunması İslam’ın muhatabı olan insanların temel hak ve sorumluluklarındandır. Bunlara gelebilecek saldırılar, bunların alaya alınması veya bunların şakaya konu edinmeleri olacak şey değildir. Bu değerler o derece önemlidir ki en ufak bir şüpheyi dahi kaldıracak durumda değillerdir. İmanından şüphe edenin küfre düşme tehlikesi bulunmaktadır. Abdestinden şüphe eden namaz kılamaz. Toplumda büyük huzursuzluklara sebep olan şeref ve namus konusunda da şüphe oluşturacak davranış ve söylemleri dillendirip yaymak çok tehlikelidir. Hz. Peygamber (sav) bir gece eşiyle konuşurken yanından geçenlere “Bu benim eşimdir.” diyerek insanlarda oluşabilecek şüpheleri bertaraf etmiştir.
İslam fıkhında dinin herhangi bir hükmünü şaka konusu yapıp alaya alan kişiler için cezai müeyyideler bulunmaktadır. Çünkü İslam’ın herhangi bir hükmünü alaya alan İslam’dan çıkmış olur. Aynı şekilde insanların şeref ve haysiyetini küçük düşürücü, mürûetini zedeleyecek ifadelerle şeref ve namusunu yaralayıcı sözlerle kişileri yapmadıkları şeylerle itham edip suçlayanlar için de İslam fıkhında cezai müeyyideler bulunmaktadır. İslam’ın suç kabul edilen fiil veya eylemleri şiddetle yasaklaması, toplumda güven ve huzuru gerçekleştirmeyi hedeflemesindendir. Bu değerlerin can güvenliğiyle beraber anılmaları da insanlar için hayatta kalmak kadar önemli bir husustur. İnsan namus ve şerefiyle dinini yaşayamadıktan sonra zillet içinde yaşadığı hayatın hiçbir önemi yoktur.
İnsanın namus ve şerefine yapılan saldırı açık/sarih kelimelerle olabileceği gibi, dolaylı ya da üstü kapalı sözcüklerle de olabilir. Bu tür ifadelere maruz kalan mağdurun, kadın veya erkek olması arasında fark yoktur. Âlimler açıkça veya işaret yoluyla zina isnadını çağrıştırmayan sözlü sataşmaları, kazf suçu kapsamında değerlendirmemişlerse de bunun sataşmaya veya şakalaşmaya konu edilebileceği anlamı çıkarılmamalıdır. Ayeti kerimede Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“İffetli kadınlara iftira atan, sonra da dört şahit getiremeyen kimselere seksen sopa vurun ve artık onların şahitliklerini asla kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir.” (Nûr 4). Yine aynı surenin başka bir ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “İmanlı, saf ve namuslu kadınlara iftira atanlar dünyada ve ahirette lânetlenmişlerdir, onlara büyük bir ceza vardır.” (Nûr; 23).
Âlimler burada geçen “İffetli (namuslu) kadınlar” anlamına gelen “muhsanat” ifadesinin aslında erkekleri de kapsadığı görüşündedirler. Özellikle kadınlara özgü bir ifadeyle kullanılması kadınların daha acımasız iftiralara maruz kalmaları ve korunmaya daha çok muhtaç olmalarındandır.
İslam, insan hayatı için açıktan yapıldığında utanç veren şeyi gizli olarak da yapmamayı hedeflemektedir. Hayatın tüm alanlarını kapsayan İslam, açık veya gizli hayatın tamamında güzel ahlakın ve erdemli davranışların yerleşmesini istemektedir. Bundan dolayı İslam, inanç özgürlüğünü açık naslarla düzenlemiş ve koruma altına almıştır. Çünkü bir dine inanmaya zorlanan insanlarda nifak baş gösterir. İslam mükerrem olan canları korumak ve toplumdaki kan davalarını, haksız öldürmeleri önlemek amacıyla kısas cezasını öngörmüştür. İslam, nesep karışıklığını önlemek, ırz ve namusu korumak için zina cezasını, mal güvenliğini sağlamak için de hırsızlık cezasını getirmiştir. Nihayetinde İslam, şeref ve haysiyeti, ırz ve namusu, aile nizamına sataşmaları korumak için de kazf cezasını meşru kılmıştır.1
Bu konuların dışında geçmişte bazı kavimlerin helakine sebep olan ve günümüzde haz ve hız sloganlarıyla yaygınlaştırılmaya çalışılan sapkınlıklar için de söylenecek çok şey bulunmaktadır. Ancak biz burada Kur’an’ı Kerim’den bir ayetin mealiyle konuya son verelim.
Ayeti kerimede Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, düşünesiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)

Kaynak:
(1) Yaşar Yiğit, İnsanlık Onur ve Şerefinin Korunması Açısından Kazf Suçu ve Cezasının Değerlendirilmesi makalesi.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?