Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki: “Kalp, rüzgârın boşlukta döndürüp durduğu tüy gibidir.”1
Efendimiz (s.a.s.), burada kalbi tasvir ederken; büyük küçük fitnelerden etkilenişini ve hafifliğini, en küçük rüzgârdan etkilenip yönünü değiştiren bir tüye benzetmiştir.
Kalp, lügatte, bir şeyi zıddına çevirmek, şekil ve renk değiştirmek anlamlarına gelir. Aslında kalp, hak ve hakikatin pusulasıdır. Çünkü kalbimiz, istikametimizi belirleyecek, azalarımızı harekete geçirecek, hayır ve şer tercihinde bizleri yönlendirip kurtuluş veya helakimize vesile olacak, vücudumuzdaki en önemli organımızdır. Efendimiz (s.a.s.), “…Bedende bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün beden iyi olur, o kötü olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin işte o kalptir.”2 buyurmuştur.
“O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a (c.c.), kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler müstesna.” (Şuara, 88-89)
Efendimiz (s.a.s.) de “Şüphesiz ki, Allah Teâlâ sizin suretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.”3 buyurarak bu duruma işaret etmiştir.
Demek ki kalp, değişken bir organımızdır ve dünya ahiret mutluluğumuz veya helakimiz buna bağlıdır. Çünkü imanımızın yeri kalbimizdir, amellerimiz ve ahlaki vasıflara sahip olmamız da kalbimizin durumuna bağlıdır. Birçoğumuzun gözden kaçırdığı bir hakikat vardır ki, ayet ve hadislerde dikkat çekilen kalbin durumları konusunda yanlış düşüncelere sahip olmamızdır. Bizler bu konuda gerekli önemi ve hassasiyeti maalesef göstermemekteyiz. Hâlbuki emir ve yasaklara ittiba etmemiz kalbimizin durumuna bağlıdır. Bizleri emirlere itaate, yasaklardan uzaklaşmaya sevk eden yegâne unsur kalbimizin durumudur.
Bu konuya dikkat çeken Efendimiz (s.a.s.) buyurdu ki; “Fitneler kalplere (tıpkı) hasır çubukları gibi dal dal arz olunur. Artık onlar hangi kalbe işlerse (sindirirse), o kalpte siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp onları kabul etmezse o kalpte de beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbe yerleşirler. (Bu kalplerden) biri cilâlı taş gibi (sefa taşı; Beyaz ve sert bir cins granit) bembeyazdır ve göklerle yer durdukça ona hiçbir fitne zarar vermez. Ötekine gelince: o alaca siyahtır, tepesi aşağı duran testi gibidir. Ne bir maruf tanır ne de bir münkiri inkâr eder. Yalnız içine işleyen heva ve hevesini bilir.”4
Demek ki kalpler iki kısma ayrılır: Beyaz ve siyah kalpler… Beyazlık ve siyahlık dereceleri ise, her kısmın sindirdiği fitne miktarında değişerek çeşitli durumları ihtiva eder. O halde bu kısımları tanımamız ve bunu tespit edip kurtuluşun yollarını aramamız kaçınılmazdır. Çünkü kurtuluş veya helakimiz kalbimizin durumlarına bağlıdır.
Siyah Kalpler:
Bu kalbe sahip olanların kalpleri fitnelere açıktır. Bu kalpler Efendimizin (s.a.s.) “Hangi kalp o fitneleri sindirirse…” kavlinin içerisine girer.
İmam Nevevi diyor ki: “Sindirmek kalbe tam olarak girip, orada yerleşmesi ve orada bir şerbet misali yerini almasıdır… Bu tür kalpler tersine dönmüştür, içlerinde iyilik ve hikmet barınamaz.”
Bu tür kalpleri şu başlıklar altında toplamamız mümkündür.
a) Galiz Kalpler:
“…Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…” (Al-i İmran, 159)
Kurtubi diyor ki: “Kalbin katılığı, yüzün asılmasından, insanların isteklerine karşı ilgisiz kalınmasından, merhamet ve şefkatin azlığından ibarettir.”
b) Gafil Kalpler:
Kalbe arız olan manevi hastalıkların en önemlilerinden biri de gaflettir. Gaflet, kalbi ihata ederek insanı manevi yönelişlerden alıkoyar. Gafil kalpler, dünyaya bağlanmaları sebebiyle Allah’ın (c.c.), zikrini bilerek terk eden ve bırakan kalplerdir.
“Allah’ı (c.c.) unutan; bu yüzden Allah’ın (c.c.) da onlara kendilerini (öz hakikatlerini) unutturduğu kimseler gibi olmayın! İşte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Haşr, 19)
“Rabbini içinden, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle, sabah-akşam zikret. Sakın gafillerden olma.” (Araf, 205) buyrularak kalbin zikirden uzak kalmasının gaflet sebebi olacağı yüce kitabımızda bildirilmiştir. Gafletin artması nispetinde kalpte katılaşma meydana gelir.
c) Katı Kalpler:
Bakara sûresi 74. ayette bu konuya dikkat çekilmiştir. İbnü’l Kayyim diyor ki: “Hiçbir kul için kalp katılığı ve Allah’tan (c.c.) uzak olmak kadar büyük ceza olamaz. Cehennem katı kalpleri eritmek için yaratılmıştır. Allah’a (c.c.) en uzak olan kalpler, katı kalplerdir.”
“Allah’ı (c.c.) unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah’ı (c.c.) unutarak yapılan çok konuşmalar kalbi katılaştırır. Allah’tan (c.c.) en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.”5
d) Kılıflı Kalpler:
Bakara sûresi 88. ayette bu konuya dikkat çekilmiştir. Kurtubi diyor ki: “…Kılıflı kalp, anlayış ve temyizden yoksun olan kalptir…” Bu grup etkilenip faydalanmamak için, nasihat dinlemeyi reddeder. Bunlar davet olunacak kişilerin en katı ve kabalarıdır.
e) Hasta Kalpler:
Bunlar, sıhhatli kalplerle mühürlü kalpler arasında bir mevkidedirler.
“Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah (c.c.) da onların hastalığını artırmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.” (Bakara, 10)
Ayet-i kerimede kalplerinin hasta olduğu bildirilen bu kimseler, sadece dilleriyle inandıklarını söyleyen, lâkin nefsinin emri altında bulundukları için sâlih bir yaşayışı olmayan kimselerdir.
Âlimlerimiz kalbi hastalıklarımızı itikadi ve ahlaki olmak üzere iki kısma ayırmışlardır. İnkâr, nifak, şirk, cehalet ve şüphe gibi inanç sapmalarını “itikadi hastalıklar” olarak isimlendirirken; şehvete düşkünlük, günaha temayül, korkaklık, cimrilik, riya, kibir, haset ve dünya sevgisi gibi vasıfları da “ahlaki hastalıklar” olarak değerlendirmişlerdir.
Kalpteki hastalıkların temeli, cehalet ve itikat zayıflığından dolayı nefsin hevâ ve heveslerine tâbî olmaktır. Masiyetin artması ise, hastalığın artmasına ve belki de kalbin kilitlenip mühürlenmesine sebep olmaktadır.
Tedavi edilmeyen ve edilemeyen bedeni hastalıklar insanı ölüme götürdüğü gibi tedavi edilmeyen manevi hastalıklar da kalbi öldürür. Bundan dolayıdır ki kalbimizin durumunu ve hastalığını, teşhis edip tedaviye hemen başlanılması gerekir.
f) Mühürlü Kalpler:
Casiye sûresi 23. ayette bu konuya dikkat çekilmiştir.
Hiçbir manevi meziyet taşımayan bu kalpler, tamamen hayvani bir hayata dalarak dünyayı sadece yemek, içmek ve eğlenmek gibi maddi plandaki geçici heveslerden ibaret görürler. Bu kalbe sahip kişiler, insanda ve kâinatta bulunan ilahi sır ve incelikleri keşfedebilecek basiret ve ferasetten çok uzaktırlar.
Kur’ân-ı Kerim’de kalpleri mühürlenen kimselerden bahsedilmekle birlikte, bunları şahıs be şahıs tayin etmek mümkün değildir. Çünkü akıbet meçhuldür. Firavunun sihirbazları misali, dalalet üzere yaşayıp ahir ömürlerinde hidayete erenler olduğu gibi, Kârun ve Bel’am misali, hidayet üzere yürüyüp sonunda defterini hüsranla kapatmış olanlar da mevcuttur. Dolayısıyla her kul, kendisinin de böyle bir tehlikeye düşebileceği endişesiyle Allah Teâlâ’dan kalbini daimî olarak iman üzere sabit kılmasını talep etmeli ve ona göre bir hayat sürmeye çalışmalıdır.
Ve kapalı, eğri, kör, kilitli, oyalanan ve zani kalpler olmak üzere her biri hakkında ayet ve hadis bulunan nice siyah kalpler…
Hülasa tüm bu hastalıkların sonucu olarak: Bir insan eğer Allah’ın (c.c.), azabını düşünüp korkmuyor, mükâfatını düşünüp şevke gelmiyorsa, bu insanın kalbi ölmüştür. Kalbin ölümünün de değişik mertebeleri vardır. Mesela küfür, kalbin tam ölümü; büyük günah işlemek, kalbin yarı ölümü; küçük günahlar işlemek ise çeyrek ölümüdür denilebilir.
Beyaz Kalpler:
Bu kalpler haktan başka her şeye kapalıdırlar. Fitneler art arda gelse de kalp bu fitneleri inkâr eder ve beyaz ve sert sefa taşı gibi olur.
Kadı İyad diyor ki: “Bu kalbin sefa taşına benzetilmesi, sadece beyazlığını açıklamak için değil, diğer bir sıfatı olan imana şiddetle bağlılığını ve her türlü bozukluktan salim olduğunu vurgulamak içindir. Sefa taşı gibi, fitneler bu kalbe yapışamaz ve etki edemez.”
Beyaz kalpleri de şu başlıklar altında toplamamız mümkündür.
a) Mutmain Kalpler:
“Onlar inanmışlar, kalpleri Allah’ı (c.c.) anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı (c.c.) anmakla huzura kavuşur.” (Rad, 28)
İbnül Kayyım diyor ki: “Mutmain olmak, kalbin huzura kavuşup, ıstırap ve panikten arınmasıdır.” Mutmain kalbe sahip olan kişi, musibete uğradığında paniğe kapılıp, ıstırap çekmez, çünkü bu musibet ve belanın, Allah (c.c.) tarafından bir imtihan ve deneme olduğuna inanır.”
b) Selim Kalpler:
“O gün ne mal ne evlat fayda verir. Ancak Allah’a (c.c.) selim bir kalp ile gelenler müstesna.” (Şuara, 88,89)
O kişi, dünya ve mal fitnesi gibi afetlerden beri, bidatten arınmış, sünnetle mutmain ve Allah’tan (c.c.) korkan, halis kalp sahibidir.
c) Huşu İçerisindeki Kalpler:
Hadid sûresi 16. ayette bu konuya dikkat çekilmiştir. Ebu’s Suud diyor ki: “Huşu ile bağlanmanın manası, Allah’ın (c.c.) emirlerine ve yasaklarına tam olarak bağlı kalmak ve Kur’ân’daki hükümleri uygulamaya koymaktır.”
d) Allah’a (c.c.) Yönelmiş Kalpler:
“İşte bu cennet, Allah’a (c.c.) yönelen, O’nun buyruklarına riayet eden, görmediği Rahman’dan korkan, Allah’a (c.c.) yönelmiş bir kalple gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir.” (Kaf, 31,32)
Ebu Bekir el-Verrak diyor ki: “Allah’a (c.c.) yönelmiş olan kişi; O’nun hürmetini bilmeli, O’na tam manasıyla yönelmeli, O’nun azameti karşısında mütevazi olmalı ve heva-i nefsini terk etmelidir.”
e) Titreyen Kalpler:
“Müminler ancak, Allah(c.c.) anıldığı zaman kalpleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman imanları artan ve Rablerine güvenen, namaz kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf edenlerdir.” (Enfal, 2,3)
Suddi diyor ki: “Bir kişi, bir zulüm yapmak istediğinde kendisine Allah’tan (c.c.) sakın denildiği zaman o işi terk etmesi ve kalbinin korkuyla titremesi halidir.”
Ve mütevazı, yumuşak ve ürperen kalpler gibi ayet ve hadislerin işaret ettiği diğer beyaz kalpler…
Siyah kalplerden uzaklaşıp beyaz kalplere sahip olabilmek için kalbi hastalıklarımızın teşhis ve tedavisi kurtuluşumuz için büyük önem arz etmektedir.
Mesela küfür, şirk, riya; itikadi hastalıklar olup bunların tedavisi ancak iman ile mümkündür.
Dünya sevgisi, zikirden uzak olmak, tefekkür etmemek, şehvete düşkünlük, kibir, riya, haset, kin, bidat ehli ile arkadaşlık yapmak vs. olanlar ise ahlaki hastalıklarımızdır.
Bu hastalıklarımızın tedavisi ise tövbe ve istiğfar, tefekkür ederek Kur’ân-ı Kerim okumak, sâlih insanlarla beraber olmak, ibadetleri huşu ile yapmak, geceleri ihya etmek, helal gıda ile beslenmek ve benzeri şeylerle kulluk görevimizi hakkıyla yerine getirmekle mümkündür.
Şimdi hepimizin tefekkür etmesi ve cevaplaması gereken soru şu: “Acaba benim kalbim ne halde?”
Allah Resûlüne (s.a.s.): “İnsanların en hayırlısı kimdir? diye soruldu. Resûlullah (s.a.s.) “Kalbi mahmum olan her mümin.” dedi. Dediler ki; “Ya Resûlullah! Kalbi mahmum olan ne demektir?” buyurdu ki; “Kalbi mahmum olan demek; Müttaki, kalbinde hile olmayan, zulüm, gadır (haksızlık), kin ve haset bulunmayan tertemiz mümin demektir.”6
Kalbi mahmum olanlardan olabilmek duasıyla…

Kaynakça:
1) Ahmed b. Hanbel, İbni Mace 2) Buhari 3) Müslim 4) Müslim:144 5) Tirmizi, Zühd, 62 6) İbni Mace

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?