Kutsal metinlerin yorumu olarak bilinen “hermeneutique”, Grekçe “hermeneuein” fiilinden türetilmiştir. İfade etmek, açıklamak ve bir dilden diğer bir dile tercüme etmek anlamlarına gelir.

“Hermeneuein”deki dile getirmek, yorumlamak ve bir dilden diğerine tercüme etmek şeklindeki üç temel anlam, bir ve aynı kelimeye ait olduğuna göre, onların özelliklerini araştırıp birini diğerlerinin aleyhine olacak şekilde ön plana çıkarmaksızın, aralarındaki ilişkiyi belirleyebiliriz. Buna göre ister bir mesajın bildirilmesi, ister bir tercüme ilişkisi, ister bir rüyanın yorumu, isterse bir metnin açıklaması söz konusu olsun, hermenötikte daima bir anlama isteği ya da arzusu ile karşı karşıya bulunmaktayız. Buradan hareketle denebilir ki “hermeneuein”in rolü, akla uygun bir mesajı ortaya çıkarmak için aracılık etmektir.

Bu “hermeneuein” fiili, Greklerde çatışan eski ve yeni değerleri uyuşturma çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Mitolojilerinden anlaşıldığına göre Grekler, yabancı toplumlarla karşılaştıklarında, yepyeni bir tecrübe yaşadılar. Bu tecrübe, yabancı olup ilk defa görülenle kendilerine ait olanın karşılaşmasından doğmuştur. Grekler, hermeneuein fiilini anahtar bir kavram olarak kullandılar. Bununla, eski değerlerle yenileri uyuşturmaya çalıştılar, böylece bozulan sosyal yapıyı bir dengeye kavuşturmayı düşündüler. Sonuçta hermenötik, tercüme, yorumlama ve anlama etkinliğinin, farklılıkları uzlaştırma tecrübesinin adı oldu. Hermeneuein, “hermeneutica” şeklinde Latince’ye ve oradan da Batı dillerine geçti, bu dillerde de o zamandan beri, Grekçe kök anlamının içeriğine bağlı olarak yorum sanatı ya da yorum tekniği olarak anlaşıldı.

Hermenötik kelimesinin en eski ve belki de hâlâ en yaygın tanımı, kutsal metin yorumunun temellerine ağırlık vermektedir. Tarihi unsurlar da bu tanımı desteklemektedir. Zira bu kelime, ilahi kitapların uygun yorumunun nasıl olacağını anlatan kitaplara ihtiyaç duyulduğu bir dönemde kullanılmaya başlamıştır. Nitekim bu teorinin ilk denemelerine, allegori kavramına çok önemli bir yer veren Yahudi filozofu Philon’da rastlamaktayız.

Görünen o ki, antik çağlardan günümüze kadar, hermenötiğin en belirgin ve en önemli işlevi, çok anlamlı sembolik metinlerle uğraşmasıdır. Böyle bir çabada ise en temel espiri, uzak, aşina olmayan, anlamı karışık bir şeyi, somut, yakın ve anlaşılabilir bir şey hâline getirmektir. Yorum sürecinin bu yönü, özellikle ilahiyat için büyük bir öneme sahiptir.

Özü itibariyle hermenötiksel sürecin, metnin gizli, açıkça ortada bulunmayan manasının aydınlanması olayına yönelik olması, beraberinde son derece önemli bir konuyu gündeme getirmektedir. O da şudur: Acaba metnin gizli manasına gidilirken herhangi bir ölçüte bağlı kalınacak mıdır? Böyle önemli bir yorum faaliyeti, birtakım kriterler eşliğinde mi yapılacaktır yoksa bu konuda tam anlamıyla bir hareket serbestisi mi olacaktır?

Açık yüreklilikle söylemek gerekir ki, kişi metinde bulunan manaların efendisi olmayı değil, metne hizmetkâr olmayı yeğlemelidir. Şayet yorum faaliyetinde bulunan kişi, kendisini hermenötiksel bir durumun hâkimi ve onu yönlendiren asıl unsur olarak görürse, metni hatalı olarak yorumlar. Zira o, değiştirmek amacıyla bir duruma adım atamaz, metnin sabitliğini değiştirmede güçsüzdür.

Bizim kullandığımız dil, yaptığımız yorumlar özneldir, ama geçmişten gelen dil, çoğu zaman kullananları açısından öznel olsa da bizim açımızdan nesneldir veya öyle olmalıdır, ta ki doğru anlama gerçekleşsin. Hem yorum içerisinde öznelliğin rolü ne olursa olsun, nesne, daima bir nesne olarak kalmalıdır ve onun nesnel olarak geçerli bir yorumuna makul ölçülerde erişmeye gayret edilmelidir. Bir nesne konuşur ama kendi bünyesinde doğrulanabilir bir anlam bulunmasından dolayı doğru veya hatalı olarak işitilebilir. Eğer nesne, gözlemci dışında bir şey değilse ve o kendisini ifade etmezse, o zaman dinlemenin ne faydası olabilir?

Belli bir bakış açısından usulü çerçevesinde gerçekleşen hermenötiği, bilimsel veya teknik bir keşfe benzetmek mümkündür. Keşfedilmesinden önce, keşfedilen gerçek oradaydı, ancak onu ya görmüyorduk ya anlamıyorduk ya da onu kullanmayı bilmiyorduk. Aynı şekilde derin bir hermenötik, önceleri hissedemediğimiz anlamları ilham eder veya onları öyle belirginleştirir ki bu yeni yorumu öğrenen bilinç, artık aynı bilinç değildir. Buna göre, daha önce var olan üstü örtülü bir realiteyi ortaya çıkaran hermenötik gayretleri makbuldür, gerçekte olmayan bir anlamı icat eden çabalar ise keyfidir, gelişigüzeldir, kabul edilemezler. Zira hermenötik, en basit ve alışılagelen manada, yazarın neyi kast ettiğini bulmak için yapılan filolojik bir çaba olduğuna göre, elbette ki filolojinin kendi kuralları çerçevesinde cereyan etmelidir.

Hermenötikle ilgili son derece önemli bir tartışma konusu ise bu yöntemin, Kur’an metninin anlaşılmasında kullanılıp kullanılamayacağı meselesidir.
Hermenötik yöntemin Batı kaynaklı olduğu ve bizi ilgilendiren yönüyle, Kitab-ı Mukaddes’in yorumu bağlamında ön plana çıktığı bir gerçektir. Tabi ki bu durum tek başına, hermenötik yöntemin, Kur’an’ın yorumunda hiçbir şekilde kullanılamayacağını göstermez. Zira hermenötik, neticede bir yorumlama uğraşısıdır. Ancak bazı hususların gözden kaçırılmaması gerekir. Örneğin bu metod, Wilhelm Dilthey’in (1833–1911) tarif ettiği şekliyle, yani “bir metni, onun yazarından daha iyi anlamak” tarifinden hareketle Kur’an’ı yorumlamada kullanılırsa büyük bir yanlışlık yapılmış olur. Çünkü burada yorumlanacak olan metin, muharref bir metin değil, Allah’ın bütün insanlara en son indirdiği Kur’an’ın metnidir, herhangi bir değişime uğramadan tevatürle bizlere ulaşmıştır. Hıristiyanlar ise vahyi, doğrudan Tanrı’nın sözleri olarak değil Hz. İsa’nın sözleri olarak görürler. Bu nedenle İncil, Tanrı’nın mutlak geçerliliğe sahip sözleri yerine, yanılma ihtimali de bulunan, tarihlerinin, dillerinin, toplum ve kültürlerinin tüm boyutlarını yansıtan bir metin olarak okunur. Yani kısaca, Batı’da, sözün seyri İslam’dakinden önemli biçimde farklı olmuştur. İşte bu nedenle diyoruz ki Allah’ın kasdı, Allah’tan daha iyi anlaşılamaz. Ayetlerdeki maksadı en iyi bilen Allah’tır.

Çağdaş hermenötik, kutsal metin konusunu, genel metin sorununa başvurarak yeniden ele almayı ve sorunu bu şekilde çözümlemeyi benimsemekle yine hatalı bir seyir izlemiştir. Zira kutsal metin, lafız yönüyle diğer metinlere benzemekle birlikte, referansı farklıdır ve onu diğerlerinden ayıran da budur. Kutsal metin, ister öğüt, isterse emir olsun, dini şuur onu kendi isteğine göre düzenleyemez. Ayrıca kutsal metinlerin yalnız diğer metinler gibi olduklarını da söyleyemeyiz. Çünkü kutsal metinler, bir anlam dünyasını açıp gösterirler, bu dünya ise olgular toplamı olan dünyaya indirgenemez. Onlar, aşkın bir faktörü, anlam ve hakikat faktörünü olgular dünyasına dâhil ederler.

Çağdaş hermenötiğin temel ilkelerinden biri olan “metin metindir” ilkesinin kabulünün ve Kur’an metninin, sıradan bir metin statüsüne indirgenerek genel metin tenkidi kurallarının uygulanmasının, anlamı ortaya çıkarıcı değil, belki de anlamı örtücü bir fonksiyonunun olabileceğini göz ardı etmemek gerekir. Zira böyle bir yaklaşım, Kur’an metninin sıradanlaştırılarak, genel metin analizi çerçevesinde kavramsallaştırılmasını ve bu yolla anlaşılmasını gündeme getirecektir. Böyle bir yapıda ise insanın tarihsel aklının tamamen birincil konuma getirilmesi, metnin ikincil düzeye indirgenmesi ve pasifize edilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Kaynaklar
Maşallah Turan, Kur’an’ın Anlaşılmasında Sembolizm Tartışmaları.
Şehmus Demir, Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması.
Ali Galip Gezgin, Tefsirde Semantik Metod ve Kur’an’da “Kavm” Kelimesinin Semantik Analizi.
Zeki Özcan, Teolojik Hermenötik.
Richard E. Palmer, Hermenötik, Çev. İbrahim Görener.
Schwarz, Kadim Bilgeliğin Yeniden Keşfi.
Eliade, Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?