Kurban, Neyi Sembolize Ediyor?
Kurban, bir semboldür… Neyi sembolize ettiğine bakmazsak kasaptan bir farkımız kalmaz. Kurban, samimiyetin, teslimiyetin, fedakârlığın, adayışın ve adanmışlığın sembolüdür… “Biz her ümmete bir kurban ibâdeti belirledik ki, kendilerine rızık olarak verdiğimiz hayvanları kurban ederken üzerlerine Allah’ın adını ansınlar. Şunu iyi bilin ki, sizin ilâhınız tek bir ilâhtır; öyleyse artık O’na teslim olun. Resulüm! Tam bir ihlâs, samimiyet ve tevazu içinde Allah’a boyun eğen kulları müjdele!” (Hac 34)
Kurban, Allah’a adanmış bir ruhla kesildi mi anlam bulur… Bu ruhla kesilmeyen kurbanlar, zamanla bu ibadeti magazinleştirir, şölenleştirir, âdetleştirir, ziyafetleştirir…
Takvadan yoksun hayatlar ve bu hayatlardan sadır olan ibadetler, yorgunluk dışında bize bir şey bırakmaz. Bundan dolayı; sadece kesilen kurban etinin ağırlığına değil, keserken kalbimizde taşıdığımız takvanın ağırlığına da bakmamız gerekir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Onların (kestiğiniz kurbanların) ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Ancak sizden O’na yalnız takva ulaşır…” (Hac 37)
Kabil de Kurban Takdim Etmişti
Kabil’in sunduğu kurbandan ders almamız gerekir. Öfke ve kıskançlığına, nefsine, heva ve hevesine kurban olmuş Kabil’in adadığı kurban, Allah tarafından kabul görmeyince gözünü kan bürüdü de Habil’i kurban etti. Habil ise hem kurbanını hem de dilinden dökülen cümlelerin şahitlik ettiği gibi kendisini Allah’ın emrine adamıştı: “Onlar Allah’a birer kurban takdim etmişlerdi de birinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kıskanıp: “Seni mutlaka öldüreceğim” deyince, öteki şu cevabı vermişti: “Allah ancak takva sahiplerinin ibadetini kabul buyurur.” “Sen beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Çünkü ben, Âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım. Nihâyet nefsi onu kardeşini öldürmeye sürükledi; onu öldürdü de mahvolup gidenlerden oldu.” (Maide 28-30)
Kurbanı kesmekle iş bitmiyor. Marifet; heva ve hevesimizi, nefsimizi, arzularımızı da Allah’a kurban edebilmekte… Tereddüt etmeden, lakaytlığa kaçmadan, laubaliliğe düşmeden, ashab-ı sebt (cumartesi ashabı) gibi dinin emirlerini hazırlamış olduğumuz kılıfa uygun hale getirmeden hayatımızı, bize hayatı bahşedene kurban etmeliyiz. Nasıl ki, kulakları kesik, ayakları topal bir kurban makbul değilse; kör topal sürdürdüğümüz bir hayat da Allah cc katında makbul değildir.
Kurban, Adamak ve Adanmışlıktır
Kestiğimiz kurbanlar gibi gerektiğinde kurban olmanın şuurunu da taşımalıyız. Eğer mutlu ve huzurlu bir dünya istiyorsak; gerektiğinde mutluluğumuzu, huzurumuzu, rahatımızı kurban edebilmeliyiz. Amacımız diriltmekse ölmüş kalpleri ve bedenleri, çok soru sormaya, kaçamağa da gerek yok, kurban edilmesi gereken neyse; onu Allah yolunda kurban edebilmeliyiz.
Rabbimiz, Hz. Musa’nın kavminin “ölmüş birinin diriltilmesi” talebi üzerine; onlardan da bir kurban istemişti. Ölünün diriltilmesini isteyen de, inekten olmak istemeyen de yine kendileri oldu: “…Bunun üzerine o ineği güç bela bulup boğazladılar, az kalsın bunu yapmayacaklardı.” (Bakara 71) Aynı duruma düşmemiz gerekir. Hem dünyayı fethetmek isteyeceğiz hem de ter dökmeyeceğiz. Olacak şey mi! Ya sarı inek misali, elimizden gitmesine gönlümüzün razı olmadıklarına gönlümüzü razı edeceğiz ya da çözülemeyen sorunların girdabında ömrümüzü heba edeceğiz.
Kurbandan Mesaj Var
Şu zamanda herkes kestiği kurbana takılıp kalıyor. Asıl olan ise, kurban bize neyi çağrıştırıyor? Kurban, yıllarca evlatsız kalan Hz. İbrahim’in; Allah’ın emri gereği, gerektiğinde İsmail’ini Allah’a adamış olma şuurunun önemini bizde uyandırmıyorsa kurban ibadetini anlamamışız demektir. Bu şuur sapmasındandır ki, Hz. İbrahim’in izinden gitmesi gerekenler, İsmaillerini izm’lere, diplomalara, makam-mevkiye, mala-mülke, şan ve şöhrete kurban ediyor ya da kurban veriyor.
Kurban; Allah’ın emrini, neye mal olursa olsun onu seve seve Allah yolunda yapmaya azmetmenin provasıdır. Kurban ile Rabbimiz, Hz. İbrahim kararlılığında babalar, Hz. Hacer kıvamında anneler, Hz. İsmail teslimiyetinde evlatlara sahip miyiz, değil miyiz, diye tefekkür etmemizi murat ediyor. Kurban ve Hac ile Allah’a adanmış bir ailenin binlerce yıl önce yaptıklarını sembolize etmiyor muyuz? Kurban ve Hac ile hayatımıza rol model edinmemiz gereken bu şahsiyetlerin yerine Müslümanlar, modanın ve modellerin peşine takılmışsa “lebbeyk” dediğimiz Rabbimiz değil de heva ve hevesimiz, arzu ve isteklerimiz olmuş olmuyor mu?
Kurban, Allah için nelerden vazgeçebildiğimizi göstermenin bir ahit yenilemesidir. Evlatlarım mı, Allah mı? Eşim mi, Rabbim mi? Malım mı, Malik’ül Mülk olan mı? Tüm bu sorularla yüzleşip “Allah!” diyebiliyorsak ahdimiz üzereyizdir ve ahdimizi yenilemişizdir. Aksi bir ruh hali, aksi bir şuur ve duruş, ahdimizdeki gediğin göstergesidir.
Kurban; mazlumun, mağdurun, muhacirin, mustazafın, muhtacın derdiyle dertlenmektir. Kestiği kurbanın işe yaramayan parçalarını kolu komşuya gönderip geri kalanını pirzola ve kıyma yapıp güzel havada pikniğin derdine düşen Müslüman, Müslümanların hangi derdine derman, hangi yarasına pansuman olabilir. Kestiğimiz kurbandan yemeyelim demiyoruz ama böyle bir günde midemizin derdine düşüp derdine derman olmamızı bekleyenleri unutuyorsak Hz. İbrahim’in davasını nasıl anlar ve sürdürebiliriz!
Kurban; imkânımızı imanımız için seferber etme, elimizdekini başkası ile paylaşma, aç ve açıkta olanı bir seferlik hatırlama değil; sürekli hatırında tuttuklarına daha çok ulaşmak için bir seferberlik ilanıdır. Kurbanda yapılan yardım, yardımın ötesinde ümmetin birlik ve diriliğini, vahdetin devamını, diğerkâmlığın canlı tutulmasını, kardeşliğin yayılmasını ve artmasını sağlar. Böyle bir misyonu olan kurbanı, derin dondurucularla sınırlamak kurbanı tahrif etmektir.
Kurban ile Allah için verdiklerimizin bize kalacağının şuuruna erişiriz. Peygamber (s.a.s.) bir gün kesilen kurbanın etlerinin dağıtılmasını, ev halkından talep edip çıkar. Eve geldiğinde ne yaptıklarını sorar. Hz. Aişe annemiz de (r.anhâ) “Hepsini dağıttık, bize sadece bir but kaldı” diye buyurur. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.), “Bize kalacak olan dağıttıklarınızdır” diye cevap verir. Yaşadığımız hayattan, biriktirdiğimiz maldan bize kalacak olan, Allah için adadıklarımızdır. Geri kalan ise hesabı verilecek olanlardır.
Kurban, bizi esir alan sevgilerden, ayağımıza pranga olan tutkulardan sıyrılıp tüm zorluğuna rağmen Allah yolunda başımıza gelecek olanlara sabredeceğimizi ifade eden bir duruştur. Çünkü Hz. İsmail: “…Ey babacığım! Sana emredileni yap! İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın!” (Saffat 102) demişti. Anlayacağınız, Hz. İsmail, Allah yolunda kurban olmayı göze alarak nasıl ki özgürleştiyse, çağımızın Müslümanı da ancak böyle bir anlayışla özgürleşebilir. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Oğlunun canına bedel olarak, ona büyük bir kurbanlık verdik.” (Saffat 107)
Ve ancak Kurban olmayı göze alanlar, kendilerinden sonrakilere rol model, heyecan kaynağı ve yol gösterici olurlar: “Sonraki nesiller arasında onun için güzel bir nâm bıraktık.” (Saffat 108)
Kurbandan alacağımız bir diğer ders ise şudur: Allah yolunda adanan ne olursa olsun, kayıp değil kazançtır. Matematik hesabıyla hareket edenler bu sırra erişemezler. Çünkü bu hesaba göre 10’dan 1 çıksa 9 kalır. Ama Rabbimizin hesabına göre 10’dan 1 çıksa 20 kalır. Çünkü 1 iyiliğe en az 10 misli vardır. Rabbimiz, Hz. İsmail’in kurban edilişiyle ilgili olayları anlatırken şöyle buyurmaktadır: “Biz, iyilik eden ve işini güzel yapanları işte böyle mükâfat¬landırırız. Şüphesiz o bizim mü’min kullarımızdandı. Biz ona, sâlihlere dâhil bir peygamber olacak bir başka evlâdı, İshâk’ı müjdeledik.” (Saffat 110-112) Elindeki tek oğlunu Allah yolunda kurban etmeye çalışan Hz. İbrahim’e Allah, bir de Hz. İshak’ı müjdeleyerek; Allah yolunda her adayışın bir semeresi olduğunu gözlerimizin önüne sermiştir.