Dünya yokken Âdem vardı. Âdem’in varlığı ile vardım ben. Milyonlar öncesi bir zamanda adım vardı rahmet pınarında…
Sonra dünya vardı, dünyada Âdemoğulları… Kimi kâinata aşk ile baktı, kimi aşkı tanımadan bedbaht olup gitti. Halbuki dünya aşk ile var oldu.
Kâinat dediğimiz zaman ve mekân içinde her toz zerresi… Her su damlası, oksijen gazlarının bilmem kaç birimi hep aşk ile donattı dünyayı… Her bir nesne, her bir mekân, her bir bitki, hayvan ve nihayet insan aşk ile yaşadı dünyada… Hâlâ da yaşamakta…
Marifetullah aşkı bilmektir. Bildirsin Rabbim kalplerimize… Gözün gördüğü ve görmediği tüm varlıklar, Allah’ı anlatmakta ve anmakta… Duyulan bütün sesler yalnız O’nun rahmetinin neticesidir… Bir şeye dokunabiliyorsak Allah’ın merhameti… Nefes alışımız O’nun rahmeti…
Hele Müslüman oluşumuz en yüce aşk ve merhamet değil midir? Acz ile O’na muhtaç olmak ve bu kadar yok içinde sonsuzluk sahibinin seni muhatap alması insana sevgisinden, aşından, merhametinden, kulunu bilişinden değil midir?
Görmek göz ile, duymak kulak ile olmaz. Nefes almak ciğerlerin işi değildir. Eğer göz Marifetullah nazarı ile bakmıyorsa, kulak duyduğu seslerin sahibini Allah olarak duymuyorsa, nefes almış ya da ölmüş ne fark eder? Çünkü ölmek de kalbin durması ile olmaz. Kalbin Allah’ı idrak etmemesi ona ölüm olarak yeter…
Ben olmasam dünya benim yokluğumu mu bilecekti? Varlığımla değerli kıldı beni Rabbim. O zaman ben dünyada O’nun için var olmalıyım. Hem var eden hem de hiçten var eden Allah beni değerli bir kulu haline getirdi.
Dünyadaki her şey insanın hizmetine verildi. Her biri ayrı ayrı bir fevkaladelikte olan bunca nimet insana Allah’ın kudretini, Musavvir oluşunu gösterdi. Beş duyu organının sınırlarını zorlayan bunca nimet. Her şey o kadar farklı ve o kadar aynı. Her canlı doğar, yaşar ve ölür. Her biri minicik zerrelerden müteşekkil kocaman varlıklar olup kâinatta kendi kulluklarını ifa ederler.
Ağaç küçücük bir tohum tanesidir. Bu tohum yıllara meydan okur, toprağı deler incecik hâliyle. Allah izniyle insanlara hizmet eder verdiği oksijen ile, meyvesi ile, dalı ile.
Hayvanlar, bazısı vahşi, bazısı uysal, bazısı itaattkâr. Bazısının her şeyinden insan yararlanıyor. Yaşamak için onlara insanın ihtiyacı var. Yine hepsi bir düzen içindedir. Hepsi Allah’ın kudretini gösteren birer “abd”dir.
Şu kâinatta her şey Allah’ın birer ayeti gibi. Yaratılmışlarda Allah’ın Hâlik ismi tezahür etmiştir. Kuşların ağızlarındaki küçücük lokmalarda, insanın tüm nankörlüğüne rağmen kurulan sofralarda ve dallardaki çeşit çeşit meyve ve sebzelerde Allah’ın Rezzak sıfatı tecelli etmektedir.
Nereye baksam Allah’ın bir ismini görüyorum. Nereye baksam O’nun rahmetini görüyorum. Sonsuzluğunu görüyorum. Aklım duruyor bir yerde, aciz kalıyor. Orda Allah’ın Kadir sıfatına sığınıyorum. Dilimde Subhânallâh zikri dolaşıyor. Kalbimde Allah aşkı büyüyor. O zaman her şey aydınlanıyor. Var olma sebebimi hatırlıyorum, O’nun için yaşamaya başlıyorum.
Bir an ya bilmeseydim diyorum. İşte o zaman her şey siliniyor, anlamsızlaşıyor. Akıl, irade, kalp bunu kabul etmiyor. O zaman
“Bir tek Sen ol Ya Rab!” diyorum.
Faniyim fani olanı istemem.
Acizim aciz olanı istemem
Ruhumu Rahman’a teslim eyledim,
Gayrı başkasını istemem
İsterim, fakat bir Yâr-ı Bakî isterim.
Zerreyim, fakat bir Şems-i sermed isterim.
Hîç-ender-hîçim,
Fakat bu mevcûdâtı umûmen isterim. (Said Nursî)
Sonsuzluk Sana… Sınır bana… İlim Sana… Cehalet bana… Kudret Sana… Acizlik bana… Rahmet, merhamet Sana… Şükür bana Allah’ım.
Sen en yüce Aşksın gönüllerde… Sevdaysa adı Aşk olsun. Sevdiğini bilmeden sevdim diyene, aşk olsun!…