“Modern” kelimesi köken olarak Latince’deki “modernus” kelimesinden gelmektedir. Modernus de Latince’de “hemen şimdi” anlamına gelen “modo” kelimesinden türetilmiştir.1 Ek olan “izm” ise yabancı kökenli sistem, felsefe, politik ideoloji, sanat akımı ve belirli topluluk isimlerinin sonuna gelen bir son ektir. Birçok sosyal kavram ve kuramda olduğu gibi modernizmi de tek bir anlamla sınırlandırmak mümkün değildir. Modernizm kavramını tarihte en çok etkileyen ve ona şekil veren Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi olmuştur. Modernizm, geleneksel düşüncenin artık anlamını yitirdiği ve yeni bir akımın ve kültürün oluşturulması gerektiği fikriyle 19. yüzyılın ortalarında Fransa’da ortaya çıkmıştır. İlerleyen teknolojiye paralel olarak kentleşme, ve sanayileşme kavramlarıyla bireyin ve toplumun düşüncesini, gündelik yaşamını etkilediği gibi kültür, edebiyat, sanat gibi alanları da etkilemiştir.

Modernizm, tahrif edilmiş Hristiyanlık ile Batıyı yüzyıllarca tahakkümü altında tutan; aklı, düşünmeyi, sorgulamayı yasaklayan ve cezalandıran kilisenin hegemonyasına karşı çıkan Batılı düşünür ve aydınların geliştirdiği ve dünyayı sözde uygarlaştırmaya çalışan bir ideolojidir. Modernizm, aklı ön planda tutarak her şeyin akılla çözülebileceği düşüncesiyle otoriteye ve kilisenin taassubuna başkaldırmış, insanı da modernizmin ışığında tekrar tanımlamaya çalışmıştır. Modern insan, modern toplum, modern devlet, modern yönetim söylemleriyle küresel bir olgu olarak insanlığı etkilemiştir. Modernizmin dayattığı müreffeh hayat modeli, tüm dünyaya yayılmış ve kapitalist ekonomi modeli ile batılı yaşam tarzı özendirilmiştir.

Avrupalı olmayan toplumlara Medeniyet adı altında empoze edilmeye çalışılan modernizm, Batı toplumlarının kendi hayat felsefelerini, düşünce tarzlarını, kötü ahlaklarını toplumlara benimsetmek için kullandıkları yegâne araçları olmuştur.
Sanayi Devrimi’yle birlikte üretimde makineler kullanılmış ve bunun sonucunda üretimde ihtiyaç fazlası artış yaşanmıştır. Üretilen malların pazarlanacağı yeni alanların bulunması zorunluydu. Yeryüzündeki her bir insan, üretilen malların tüketicisi hâline getirilmeliydi. Avrupa pazarları kısa zamanda tıkanınca artan ürünlerin Asya ve Afrika’ya gönderilmesi gerekmişti. Oysa Doğu toplumları ihtiyaç duyduğu ürünleri, kendi yerel tezgâhlarında, hayat tarzlarına ve zevklerine göre üretirlerdi. Doğu toplumları, Avrupa ürünlerinin tüketicileri olmalı ve bu halklar, Avrupa’nın üretim fazlası mallarını satın alabilecek duruma getirilmeliydi.

Tam olarak ifade etmek gerekirse “bu insanlar değiştirilmeliydi”; zevkleri, tüketim alışkanlıkları, süslenmeleri, güzellik anlayışları, üzüntüleri, sevinçleri, gelenekleri, sosyal ilişkileri, evlerinin dizaynı vb. tüm alanlarda değişmeli ve Avrupa endüstri ürünlerinin zorunlu bir tüketicisi olmalıydılar. Bunun için de toplumların yapısal unsurları olan tarih, din, kültür, eğitim, gelenekler ve medeniyetleri “çağdışılık”la itham edilmeli ve bunları da o toplumların aydınları yapmalıydı. Çok geçmeden de bu konuda başarılı oldular. Modernleşme adı altında bütün dünyaya yeni bir kültür sundular. Modernleşmeyi medenileşme olarak tanımladılar ve böylece modernleştirdikleri toplumların kendileri ile iş birliği yapmalarını sağladılar. Kendi öz kültürlerini hor gören bir insan modeli meydana getirdiler. Bunun sonucunda, bu tip insanlar, modernleştikleri düşüncesiyle kendilerini mutlu zannederken; Avrupalı kapitalistler ise ürünleri için yeni pazar alanları bulmanın memnuniyetiyle bu insanlara gülümsemekteydiler. Modernizm, bütün dünya halklarını kendi inanç düşünce ve kişiliğinden koparacak etkili bir silah oldu.2

Modernizm, birçok olumsuz gelişmelere zemin hazırlamıştır. Gelenek ve inanç üzerine inşa edilmiş olan klasik aile anlayışı, modernizmin etkisiyle sarsıntıya uğramış, “kadın hakları, kadına eşitlik, kadınlar için özgürlük” gibi kulağa hoş gelen söylemleriyle kadınları bencil, kocasını düşman görecek bir hâle getirerek aileyi yıkımın eşiğine getirmiştir. Modern toplumlara bakıldığında nispeten refah seviyesi daha yüksek fakat duygudan uzak, içi bomboş robotlaşmış insanları görmek mümkündür. Modernizm; hızla gelişen teknolojinin insanı esir alması, kontrolsüz sanayileşmenin çevre problemlerine sebep olması, insanların kapitalist ekonomi veya sermayenin kölesi durumuna düşürülmesi, insanın kalabalıklar içinde yalnızlığa itilmesi ve maddenin ilâhlaştırılıp mananın yok sayılması gibi nice olumsuzluklara sebep olmuştur. Batıya özenerek modern olmaya çalışan insan, aslında modern hayatın ondan neler götürdüğünün farkında değildir. Batı gelişmişliği, sadece sömürge ve zulüm üzerine kurulu bir kalkınma olmuştur. En modern ülkelerin en sömürgeci ülkeler olması bunun en açık göstergesi olmuştur.

Modernizmin kullandığı akıl, bilim/ilim, düşünme ve sorgulama gibi kavramlar, kilise tarafından tahrif edilmiş Hıristiyanlığın aksine İslam’ın benimsediği ve değer verdiği kavramlardır. Kur’an-ı Kerim’de bu kavramlara atıfta bulunan onlarca ayetin olduğu gerçeğinden yola çıkıldığında, İslam’ın vahyin ışığında aklın kullanılmasını istediğini söyleyebiliriz.
Batılıların tahrif edilmiş dinlerinden uzaklaştıkça modernleştiklerini gören kimi Müslümanlar, modernizm etkisi ile hakikat ile olan bağlarını kopardılar. Bu, sonrasında her alanda çözülmeyi getirdi. Müslümanlar, tarihi tecrübelerine rağmen bu yeni durumda sorunu kendilerinde değil maalesef inançlarında, kitaplarında aramak gibi bir gaflete düştüler.

İslam dünyası, Batıdan aldığı modernizmi ilerlemeci, kalkınmacı ve müreffeh bir yaşam olarak algıladı. Örneğin, şiirlerinde toplumsal ve siyasal konuları işlemiş olan Ziya Paşa’nın, “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler, kâşaneler gördüm; dolaştım mülk-i İslam’ı, bütün viraneler gördüm.” dizelerinde Doğu’nun köhnemişliği, yıkılmışlığı karşısında Batının ihtişamından bahsetmesi, yaşanan ezilmişlik psikolojisini gösterir. Bu zihniyetteki aydınlar, geleneği kaldırıp yerine moderniteyi koyarak çağdaş uygarlık seviyesine çıkmaya, Batı’yı taklit etmeye ve modern hayata adapte olmaya uğraşmış; fikir, sanat ve edebiyata da bu düşünceyi hâkim kılmaya çalışmışlardır.
Aslında İslam düşüncesinin modernizmle uyuşması mümkün değildir. Bu nedenle modernizmi İslam’ın gerçekliğine uydurma çabaları boşunadır ve asla İslam ile uyuşmaz. Modernizm, materyalist anlayışı benimsemesinden dolayı, insanı İslam’ın hakikatlerinden uzaklaştıran bir düşüncedir. İslam’ın, Batı’nın zihin kalıplarına göre anlaşılması mümkün değildir. Maalesef, modernist düşünce tarzı, Müslümanları da ağına düşürmüştür. Bugün bazı Müslümanlar, dünyaya Müslümanca bakamamakta Müslümanca düşünememektir. Batı’nın modern kafası, insanoğlunu bireysel bir yaşam anlayışına itmekte; kendisinden başka kimseyi düşünmeyen doyumsuz bir insan profili meydana getirmektedir.

Modern toplumun insanlığa dayattığı sistemlerle eşitlik, özgürlük, hak-hukuk gibi kavramlar, tamamen bir aldatmacadır ve modernizmin Müslümanlara hiçbir faydası da yoktur. İslam, eşitlik üzerine değil adalet üzerine kurulmuştur. Batılı kafa yapısının ürünü olan modernizm karşısında Müslümanlara düşen görev, dik bir duruş sergilemektir. Müslüman, İslami bir bakış açısıyla değerlerine sahip çıkacak; kendisini, ailesini, toplumunu her türlü dezenformasyon ve ifsattan korumak için mücadele edecektir. Rasim Özdenören’in deyimiyle “Müslüman, çağın gözüyle İslam’a bakmak yerine İslam’ın gözüyle çağa bakmalıdır.”

Kaynakça
1) Yaşar Erjem- Sezgin Kızılçelik, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Saray Kitabevleri, 1996. 2) Ali Şeriati, Medeniyet ve Modernizm, Birleşik Yayıncılık, 1993. 3) Rasim Özdenören, Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, İz Yayıncılık, 2021. 4) İbrahim Kalın, İslam ve Batı, İsam Yayınları, 2019.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?