Modernizm kelimesi epistemolojik olarak incelendiğinde Latince “hemen, şimdi, yeni” anlamına gelmekte olan “modo” kelimesinden türeyen “modernus” kelimesinden gelmektedir. Modernus kelimesinin ilk kullanımı ise eskilere dayanmakta olup 5. yüzyılda Paganizm’den Hristiyanlık’a geçiş esnasında ortaya çıkmıştır. Ancak modernizm kelimesi 5. yüzyıldan günümüze kadar olan süreçte anlam olarak büyük bir değişim geçirmiştir. Modernizm anlayışına bakıldığı zaman ve yakın tarihten günümüze kadar var olan zaman dilimi incelendiğinde; özgür düşünce, bilgi ve insan odaklı yaklaşımların çok fazla eskilere dayanmadığı söylenebilir. Baskıcı olarak tanımlayabileceğimiz yaklaşımlar, savaşlar, kıtlık, yaşama gayesi ve salgın hastalıklar insan varlığının özgürleşmesinde birer engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Ta ki 17. ve 18. yüzyıllarda Rönesans ile başlayan aydınlanma dönemine kadar.

Dünyada coğrafi keşiflerin hız kazanması ve bununla birlikte deniz ticaretinin artması dönemin İtalya’sını zenginliğe kavuşturmuştur. Kilisenin var olan baskısını hep insanlığın özgürlüğünü kısıtlayan bir unsur olarak gören Avrupa dünyası, bu zenginlik ile birlikte kilisenin baskısına karşı koymuş ve bununla birlikte başta Medici ailesi olmak üzere dönemin ünlü ve zengin aristokratlarının sanata ve sanatçılara olan ilgileri ve yatırımları, modernizm akımına hız kazandırmıştır. Tüm bu bilgiler ışığında “Modernizm nedir?” sorusuna cevap olarak şunu söyleyebiliriz: Modernizm; 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında Batı dünyasında egemen olan bir dünya görüşü, fikir ve sanat akımıdır.

19. yüzyıl, önemli değişimlerin yaşandığı bir çağ olmuştur. Bu çağda sanayileşmenin etkisi ile birlikte meydana gelen değişimler yeni toplumsal sınıfların oluşmasına neden olmuş, yani beraberinde toplumdaki ayrımcılığı getirmiştir. Bu ayrımcılık ilerleyen yıllarda özellikle soğuk savaş döneminde büyük katliamlara ve insanlık suçlarına neden olmuştur. Endüstriyel toplumların kaydettiği gelişimin nihayetinde şehirler büyümüş, teknolojik gelişmeler ile birlikte yeni yaşam şekilleri ortaya çıkmıştır ve bu da kaçınılmaz olarak yeni yönetim biçimlerinin oluşmasına neden olmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan ve yönetime hâkim olan düşünce yani “kapitalist sistem”, Batı Devletleri arasında güç çatışmalarına neden olmuştur. Bu kapitalist sistemin sonucu olarak 20. yüzyılın ilk yarısında Birinci Dünya savaşı ortaya çıkmış, sonuç olarak ise imparatorluklar tamamen parçalanma noktasına gelmiş, milliyetçi çıkışlar ile birlikte ulus devletler ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan savaşlar ve yeni devletler ile birlikte toplumda ideolojik değişimler meydana gelmiş, bu ideolojiler ise toplumda köklü değişimlere neden olmuştur. Toplumun her alanında kendini gösteren bu değişimler sanat alanında da değişikliklere neden olmuştur.

Dünya genelinde oluşan bu değişimler sanat dünyasında sanatın anlamını, estetik ölçülerini ve biçimsel oluşumunu değiştirmiş, yeni anlayışların kendini gösterdiği bir yöne doğru ilerlemeye başlamıştır. Modernizm ile birlikte toplum içerisinde oluşan bu değişimlerin en büyük kanıtı yine sanat olarak gösterilebilir. Modern sanat anlayışı, klasik estetik anlayışından bir kopuş olarak tanımlanabilir. Modern olmanın nedenlerini sanatçı değil, sanatçının içerisinde bulunduğu toplum belirlemiştir. Sanatçı sürekli olarak içerisinde bulunduğu bu karmaşık toplumu anlamaya çalışmak için kendisi ve toplum arasında bir mücadele içerisinde olmuş, bu yaşanılan çelişkileri ve karmaşıklığı nasıl ifade edebileceği üzerine kafa yormuştur.

Modernizm öncesi sanat dünyasında daha çok sanatçı ve sanatçının iç dünyasının ön planda tutulduğu bir sanat anlayışı hâkimdi. Modernizm akımı ile birlikte sanat dünyası dâhil olmak üzere en önemli değer hümanizma ve gerçeği anlamak olmuştur. Bunun için de insan aklı ve bilim her zaman ön planda tutulmaya başlanmıştır. Gerçeklik anlayışı ile birlikte sanat dünyasında anatomik bilgi, oran-orantı ve perspektif önem kazanmıştır. Yani Rönesans’ın son bulması ile birlikte var olan saray sanatı anlayışı 18. yüzyılda duraklamış, bunun yerini bugünkü sanat anlayışını kapsayan burjuva öznelliğine kaptırmıştır. Görkemli, törenvari ve ağır bir hava barındıran sanat yerini daha zarif ve içtenliğin ön planda olduğu bir sanat anlayışına bırakmıştır.

Rönesans döneminde kendini keşfetmeye başlayan sanatçı ortaya koyduğu eseriyle biçim ve konu birliğine hala ulaşamamıştır. Batı resmi din baskısı altında kendi özerkliğine kavuşamamış, 17. yüzyıl Barok döneminde de bu baskı devam etmiştir. Sanatçı düşünsel olarak toplumsal kurallara uyum sağlayamadığı için kilisenin egemenliğine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Barok dönem dinin sanata üstünlüğünün son evresi olarak tanımlanmıştır. Romantik dönemde Fransız Devrimi’nden sonra sosyal ve ekonomik alandaki değişimler, burjuva toplumu ile sanat arasındaki gerilimi arttırmış, özgürlüğüne kavuşan sanatçının üzerindeki din baskısı da son bulmuştur.

Modernizmi, ortaya çıktığı dönem itibari ile değerlendirmemiz gerektiğinde toplumda var olan insanların dertleri olarak adlandırabileceğimiz alan çok süratli bir değişime uğramaktadır. Daha önce var olan karın tokluğu problemi yerine Sanayi Devrimi’nin önemli sonuçlarından biri olan zenginlik ile birlikte insanlar daha çok moda akımına kapılmış ve hızla değişim sergileyen bu moda anlayışına kendini kaptırmıştırlar. Yine bir başka değişim olarak ele alabileceğimiz bir başlık olan teknoloji insanın gündelik hayat rutinini değiştirmiş, insanlar bu değişime ayak uydurmaya çalışmışlardır. Ortaya çıkan ve toplumun büyük bir kesimi için geçerli olan standart ekonomi bu dönemin büyük bir problemi olarak görülmekte ve tamamen kapitalist sistemin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. İnsan hayatında oluşan bu değişimler felsefeye ve sanatsal olana yönelik değerlendirmelerin değişim hızı da değişen modanın hızına ayak uydurmak zorunda kalır. Bu değişim hızını anlamaya ve ayak uydurmaya çalışan sanatçı ise kendi iç dünyasında bir mücadele içerisine girmektedir.

Modern sanat anlayışını iki farklı yaklaşım ile ele alabiliriz. İlk olarak Rönesans’tan bu yana devam eden Batı sanat anlayışına başkaldırmak anlamına gelen Modern Sanat; David, Ingres, Delacroix, Daumier, Constable ve bu gibi çeşitli, hatta karşıt eğilimleri temsil eden sanatçılarla; bir diğer görüşe göre de Courbet’nin realizmiyle başlar. İkinci bir yaklaşım olarak ise Modern Sanat, Empresyonistlerle başlamış Fovizm, Ekspresyonizm ve Kübizm’de bu oluşumun içerisinde yer almıştır. 20. yüzyılın ilk yıllarında ortaya çıkan bu izimler nihayetinde oluşan Modern Sanat, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan soyut Dışavurumculukla kendini göstermiş ve bu noktada da son bulmuştur.

Sonuç olarak 20. yüzyıla kadar var olan sanat anlayışı toplum ve din için olanı önemsemiş ve odak noktası olarak bunları ele almıştır. Sanat, bu eylemleri biçimsel açıdan ortaya koyabilmek için düzen ve betimleyici ifade şeklini ön planda tutmaya çalışmıştır. Modernizmin endüstri ve teknoloji alanında sebep olduğu yenilikler bu anlayışla birlikte önem kazanmıştır. Modern Sanat, yüzyılın başında yeni ortaya çıkan sanat akımlarının sürat kazanması ile birlikte gelişmiş ve çağın beraberinde getirmiş olduğu değişimler neticesinde ortaya yeni ve alışılmışın dışında sanat eserleri ortaya çıkmıştır. Yani var olan sanat geleneği bir değişime uğramıştır.

Geleneksel sanat anlayışının ve şeklinin yok olduğu bu dönemde, insanlık adına büyük kayıplara ve yaslara neden olan dünya savaşları nedeniyle kaybettikleri değerlerini, kültürlerini ve geleneklerini yeniden kazanmak için 1950’li yıllara çeşitli değişiklikler uygulayarak bunu başarmaya çalışmışlardır.

Yaşamın içinden çıkan bir insan etkinliği olarak sanatın da insanlıkla yaşıt olduğunu söyleyebiliriz. Bilim gibi sanat da insanın merakından, doğa olaylarına egemen olma isteğinden doğmuştur. İlkçağda bilim ve sanat baş başa ve felsefenin ışığında ilerlemişken, Orta çağda Avrupası’nda sanat da felsefe gibi dinin tekelindedir. Avrupa’da bilim Orta Çağ’da gerilerken İslam ülkelerinde yüksek seviyeye ulaşmıştır. Rönesans’ta ise insanın topyekûn bir yenilenmeyle kendini keşfetmesi, yeni bir dünyanın kapılarını aralamış, sanat, bilimin önüne geçmiş, hümanist düşünce birleşerek tüm dünyayı sarsan yeniliklere sahne olmuştur.

Kaynakça:
Ahmet Emre Dağtaşoğlu, “Modernizmden Postmodernizme Değişen Özne Anlayışının Sanata Etkileri”. Temaşa Felsefe Dergisi, 15 (2021): 202-213.
M. E. Kayserili-M. Satır, “Küreselleşme Sürecinin Ulusal Kültür ve Sanata Etkisi”, AÜTAED, 50 (2013): 306-318.
Nuray Mamur, “Post-modernizmin Sanat Eğitimine Yansıma Biçimleri Görsel Kültür ve Eleştirel Pedagoji”, Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi (KEFAD), 15/2 (2014): 59-77.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?