Sözün en güzeli Allah’ındır ve Allah’ın muvaffak kıldıklarınındır diyerek sözlerime “Bismillah” ile başlarım.

Bir binanın inşası ve ikmali için tuğla ve çimento ne ise Müslüman toplumun inşası için de “Müslüman fert” odur. “Yapı taşı”nın TDK’deki anlamı, “Binanın ağırlığını çeken esas taş” olarak ifade edilir. Gerçekten de bir Müslüman toplumun ağırlığını çeken yegâne unsur Müslüman ferttir. Hâl böyle olunca Müslüman ferdin mahiyeti, Müslüman toplumun inşası ve kalitesini doğrudan etkiler. 1999 Gölcük depreminde bazı binalar tuzla buz olurken bazılarının da derin çatlaklar nedeniyle yıkılma kararı alındı. Devrilen ancak yandaki bina sağlam olduğundan yıkılmasına mâni olan binalar da vardı. Müslüman ferdi binaya, Müslüman toplumu da binaların birleşiminden oluşan şehirlere benzetecek olursak akidesi sağlam fertlerin çoğunlukta olduğu toplum, binaları güçlü şehirler gibi en şiddetli sarsıntılardan bile yara almadan kurtulur.

Depremin harap ettiği şehirlerde şekle önem veren müteahhitler; cafcaflı binalar, lüks yapılar inşa ettiler ve fakat daha çok para kazanmak için binaları güzel ama temelini çürük yaptılar. Müslüman toplumlar da Asr-ı Saadet ve Raşit Halifeler döneminden sonra şekle önem verip özü unuttular. O yüzden Müslüman toplumlar çoğu zaman ufak sarsıntılardan büyük yara aldı. Osmanlının yükselişinin ardından yaşadığı duraklama, gerileme ve nihayetinde çöküş dönemi buna güzel bir örnektir. Şimdilerde insanlık tamamen kapitalist bir yapıya büründüğünden ibadet sadece şekilde kaldı. O yüzden de adı Müslüman sanı maddeci toplumlar kaldı ortada… Müslüman fert kendini yetiştirmeden başkasını yetiştirmeye başlayınca içi boş M(üslüman)lar ortaya çıktı. Bu “M” öyle bir “M” ki bazen materyalist, bazen münafık, bazen menfaatçi, bazen malayani, bazen mağdur, bazen mağlup, bazen…; ama pek azı muttaki, muhlis ve mücahit Müslüman olabildi.

Hz. Peygamber (s.a.s.) gelecekte kendisine inananların içine düşeceği bir durumdan haber verir. Hz. Sevban (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:

“Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Bunun üzerine sahâbiler şaşkınlıkla sordular: “Ya Resûlullah, o gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz (s.a.s.): “Hayır” dedi. “Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz -çokluğunuz- bir akıntıya taşınan çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.” Bunun üzerine sahâbilerden biri sordu: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” O da buyurdu ki: “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek.” (Sünen-i Ebû Davut, 4/111)

Bizim arzuladığımız Müslüman fertten kasıt kimlik Müslümanı değildir. Allah’ın (c.c.) istediği de bu değildir. Asıl arzulanan şahsiyet; İslam’ı anlamış, özümsemiş, hayatının mihenk taşı yapmış; yaşantısını, ticaretini, evliliğini, çocuk yetiştirme şeklini, yemesi, içmesi, gezmesini İslam’a göre şekillendirmiş, kendisinin Allah’ı (c.c.) sevdiği, Allah’ın (c.c.) da kendisini sevdiği bir kul… Bu şahsiyetlerin sayısı arttıkça gerçek manada Müslüman doktor, Müslüman avukat, Müslüman öğretmen, Müslüman tüccar, Müslüman din adamı Müslüman yöneticiler vs. oluşacaktır. Bu aşamadan sonra oluşan toplum artık Müslüman toplumdur.

Peki, Müslüman ferdin yetişme aşamaları nelerdir? Geliniz, bir de buna bakalım:

İnsan önce bir nutfe olarak anne rahmine düşer, sonra orada aşılanır ve alaka olur. Ardından bir parça et (mudğa) olur, sonra kemiğe büründürülür ve ona ruh üflenir. Son aşamada Yüce Allah (c.c.) izin verirse dünyaya gelir. Yine önce bebek, sonra çocuk, sonra genç, sonra anne-baba, sonra belki nine-dede olur ve Allah Teâlâ hangi dönemde dilerse onu tekrar toprağa kavuşturur. Tıpkı ilk yaratıldığı gibi… Hocam bunları biliyoruz, konumuzla ne alakası var niye anlatıyorsunuz derseniz o zaman dinleyin:

Müslüman fert daha anne karnına düşmeden olgunlaşmaya başlar. Salih bir anne-baba ve besmeleyle başlayan birliktelik… Emzirirken bile abdestli olan bir anne… Helalinden rızık peşinde olan bir baba, içinde Kur’an-ı Kerim’in bolca okunduğu, namazların mümkünse cemaatle kılındığı, sabah namazına ‘yazıktır uyusunlar’ demeden tüm aile fertlerinin kaldırıldığı, haftada bir veya belli periyotlarla Allah’ın hatırlandığı, evin reisi merkezli sohbetlerin yapıldığı, en erken vakitte Kur’an-ı Kerim öğretiminin yapıldığı, ramazanda beraberce sahur yapılıp beraberce dualarla iftar edildiği, Kurban Bayramında ‘başka ihtiyaçlarımı karşılarım’ demeden kurbanın kesildiği, bayramları fırsat bilip tatile değil vesile bilip ataların ve akrabaların ziyaret edildiği, zekat zamanı zekatın eksiltmeden hesaplanıp hak sahiplerine verildiği; konuşurken, eğlenirken, gezerken alışveriş yaparken helal-harama dikkat edilen; iyinin, doğrunun, güzelin, erdemin, öğretildiği ve öğretilen yerlere gönderildiği bir aile ortamı Müslüman ferdi şekillendirmeye başlar. Bu alt yapıyla yetişen çocuk gençliğinde çocukken aldığı doğru eğitimle hayata bakar, yorumlar, seçer ve yaşamaya başlar.

Çocuk, aileden ne gördüyse hayata ilk o bakışla başlar. Sonra kendini yetiştirmeye başlar, kitap okur, kitaplar okur. Allah Teâlâ’nın ona emrettiklerini ve peygamberinin sünnetini öğrenir ve üzerine yüklenen o ağır ama mükâfatı cennet olan sorumluluğu alır, Allah’ın (c.c.) dinine daveti Resûl’ün izinden giderek yapmaya başlar. Bu daveti tek başına yapamayacağının bilincinde olarak birlikte hareket edebileceği akidesi sağlam, yolu düzgün bir toplulukla hareket eder ki sonuca ulaşsın. İşte o zaman Allah Teâlâ’ya davet eden hakiki bir Müslüman fert olarak yeryüzünde Allah Teâlâ’nın peygamberlerden sonraki halifelerinin kervanına katılır ve tıpkı onlar gibi: “De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c) içindir.” (Enam,162) diyenler artar ve böylece Müslüman toplum oluşur.

Sözümüzü konumuza uygun olduğunu düşündüğüm Şehid Âlim Üstad Hasan el-Benna’nın şu deyişi ile bitirelim:

‘Nefsimizi eğiteceğiz ki bizden Müslüman bir fert meydana gelsin. Ailemizi eğiteceğiz ki onlardan Müslüman bir aile ortaya çıksın. Halkımızı eğiteceğiz ki onlardan Müslüman bir halk meydana gelsin.’

Çağrımız ve davamız âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir… Selam ve dua ile…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?