“…O günler ki biz onları insanlar arasında döndürür dururuz. (Bu da) Allah’ın sizden iman edenleri ayırt etmesi ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 140)
İnsan hayatı gibi devletlerin, milletlerin tarihi de iniş ve çıkışlarla doludur. Allah Teâlâ, insanları kimi zaman yenilgi olarak görünen durumlarla imtihan eder kimi zamansa zafer ve iktidarla. Biz bu yazıda, zaferin yakın olduğuna dair sarsılmaz inancımızla Filistin’in zahirde kaybediş olarak görünen günlerinden bahsedeceğiz inşallah.
Özelde Filistinliler için genelde de Müslümanlar için Nekbe (Büyük Felaket) 14 Mayıs 1948’de sözde İsrail devletinin ilk başbakanı olan Ben Gurion’un, beraberindeki 25 kişiyle Tel Aviv Müzesi’nde “İsrail’in Bağımsızlık Bildirgesi”ni dünya kamuoyuna ilan etmesiyle başladı; ancak bugüne kadar hiç son bulmadı. Bu nedenle işgal devletinin resmen ilan edilişinin ertesi olan 15 Mayıs günü Müslümanlarca Nekbe olarak isimlendiriliyor.
Nekbe’nin ilk tohumunun Fransız General Napolyon Bonapart’ın fikriyle atıldığı, Balfour Deklarasyonu ile şekillendiği ve son olarak sözde İsrail’in ilk başbakanı Ben Gurion tarafından somutlaştırıldığı ifade ediliyor. Napolyon, 1799’da Osmanlı idaresi altındaki Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması fikrini gündeme taşıdı. Bundan sonraki süreçte dünyanın her yerinden Yahudilerin Filistin’e göçüne sebep oldu. Böylelikle işgalin zemini hazırlandı. İngiliz General Edmund Allenby Aralık 1917’de Kudüs’ü işgal ederek Filistin’in Osmanlı Devleti’ne olan bağlılığını sonlandırdı. Bölgenin İngiliz mandası altına girmesiyle Yahudi göçleri hız kazandı. Yine 1917’de imzalanan Balfour Deklarasyonu ile İngilizlerin Filistin’de bir Yahudi devleti kuracağını vaat etmesiyle göçler devam etti. BM Genel Kurulu’nda 29 Kasım 1947’de Filistin’in, Yahudi ve Filistin devleti olarak bölünmesini öngören karar onaylandı. Bölünme kararının ertesi günü, Siyonistler tarafından kurulan “Haganah” adlı silahlı çete tarzı örgüt, Yahudilerin ikamet etmesi için hazırlanan bölgeleri ele geçirdi. Filistin’de İngilizlerin manda yönetimi sona erince silahlı örgütler, 14 Mayıs 1948’de David Ben Gurion tarafından sözde İsrail devletinin kurulduğunu duyurdu. Tüm bu süreç Müslümanlar için Büyük Felaket olarak adlandırılan Nekbe’nin şekillenme aşamasıdır.
Süreç boyunca artan Yahudi göçleri insani bir göç şeklinde değil bir işgal politikası olarak ilerledi ve artarak devam etti. Fakat bölgede Yahudi nüfusunun artması Filistinlerle Yahudilerin çatışmalarına neden oldu. Bu gerilimler 2. Dünya savaşının başladığı 1939’da kanlı olaylara dönüşünce bu olayların önüne geçmek ve savaşta Arapların desteğini alabilmek için İngiltere 1939’da “Beyaz Defter (The White Paper)” yayınlayarak Filistin’e olan Yahudi göçlerini yıllık 15.000 ile sınırlayacağını bildirdi. Savaş yılları boyunca İngiltere, Yahudi göçlerini kontrol etmeye çalıştıysa da pek başarılı olduğu söylenemez; çünkü Yahudiler her halükârda Filistin’e gitmek için alternatif yollar buluyordu. Elbette göç yalnız Yahudiler için değildi. Filistinliler de kendi topraklarında, “Yahudilere yer açmak amacıyla” zorunlu göçlere tabii tutuldu.
Nekbe, 1948’de Filistin’de 1300 köy ve kasabada yaşayan 1,4 milyon Filistinliden 800 binden fazlasının yerinden edilmesiyle sonuçlandı. Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Ajansı’nın (UNRWA) 2020 tarihli kayıtları, Filistinli mültecilerin toplam sayısının yaklaşık 6,4 milyon olduğunu söylüyor. Bunların yüzde 28,4’ü UNRWA’ya bağlı 58 kampta (10 Ürdün, 9 Suriye, 12 Lübnan, 9 Batı Şeria ve 8 Gazze Şeridi) yaşıyor. Ancak tahminlere göre çoğu kayıtlı olmadığı için mülteci sayısı bundan çok daha fazla. Çünkü UNRWA’nın mülteci tanımı, 1967’den sonra göç eden veya savaş nedeniyle yerinden edilen kayıtlı mülteci olmayan Filistinlileri kapsamıyor.
2022 Haziran ayı civarlarında güncellenen bilgilere göreyse Dünya üzerindeki 14 milyon küsurluk Filistinlinin %70’i mülteci durumunda. Bu sayı yaklaşık 9 milyon 800 bine tekabül ediyor. Bu mültecilerin 7 milyon kadarı yurtdışında, geri kalan kısmı ise Filistin’de, çoğunlukla Batı Şeria ve Gazze’de bulunuyor. Filistin’de yaşamalarına rağmen nasıl mülteci oluyorlar diye düşünebilirsiniz, ben de düşünmüş ve araştırmıştım. Misal: Gazze’de yaşayan bir aile var; fakat asıl memleketleri Gazze değil, 1948 Toprakları dediğimiz şu an işgal devletinin yönetimi altında bulunan illerden biri, örneğin Yafa (işgalcilerin verdiği isimle Tel Aviv). İşgalin ilk yıllarında yaşanan iç göçler nedeniyle bu şekilde Filistin’de yaşadığı hâlde mülteci kabul edilen Filistinliler mevcut. Bu iç göçler genellikle 48 topraklarından Gazze’ye, Batı Şeria’ya doğru gerçeklemiş. Aynı şekilde Yafa ve Hayfa’dan Kudüs’e göçmüş olan da birçok aile bulunuyor.
Zorunlu göçe tabii tutulup evlerinden edilen Filistinliler hasretle kendi topraklarına dönecekleri günü bekliyor. Bedenen orada bulunmasalar bile kalplerinin her daim Filistin’de attığını dile getiriyorlar. Fakat işgal devleti, Birleşmiş Milletlerin “evlerine geri dönmeyi ve komşularıyla huzur içinde yaşamayı arzulayan mültecilerin, mümkün olan en yakın zamanda bu arzularını gerçekleştirmelerine izin verilmeli ve geri dönmemeye karar verenlerin arazileri için tazminat ödenmeli” şeklindeki 194 sayılı kararını uygulamayı reddediyor.
Biz tüm bu Filistinlilerin, dolayısıyla Müslümanların aleyhine olarak görünen durumlara rağmen inanıyoruz ve biliyoruz ki zafer de yakındır, vuslat da! Filistin, Allah’ın (c.c.) izniyle çok uzak olmayan bir zamanda “nehirden denize” özgür olacak ve Filistinliler özgürleşmiş, işgalden kurtulmuş topraklarına kavuşacaktır.
Şairin deyimiyle:
“Bir gün Zeytin Dağı’nda naneli çaylarımızı yudumlayıp ‘Hey gidi İsrail!’ diyeceğiz, “Sen de bittin, sen de yok oldun…”