Peygamberliğin beşinci senesiydi. Müslümanlara yapılan eziyetler artık dayanılmaz bir hâl almıştı. Mekke’de kalıp Allah’ın dinini yaşamak bazı Müslümanlar için neredeyse imkânsız hâle gelmişti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen, dar geliyordu Müslümanlara.

Özellikle Mekke’de kimsesi olmayan zayıf Müslümanlara yapılan eza ve cefanın haddi hesabı yoktu. Hakaret ve alaya maruz bırakılanlar, açlık ve sefalete mahkûm edilenler, kızgın demirlerle acımasızca dağlananlar, boynuna ip bağlanıp Mekke sokaklarında dolaştırılanlar, kızgın kumlara yatırılanlar, nefesi kesilinceye kadar kırbaçlananlar, yanan hasırların içine sokulup dumana maruz bırakılanlar, mirastan men edilenler, dinlerini terk etmedikleri için şehit edilenler ve daha niceleri…

Müşrikler, yaptıkları bu eziyetlerle Müslümanlara birtakım mesajlar vermek istiyorlardı: Birincisi Müslümanları yeni inandıkları bu dinden döndürmek, ikincisi henüz Müslüman olmamış ama Müslümanlara ve Müslümanlığa meyledenlerin önüne geçmek. Böyle yapmakla hak davanın sesini keseceklerini düşünüyorlardı. Onlar plan kuruyor ama Yüce Allah (c.c.) da plan kuruyordu ki Yüce Allah (c.c.) plan kuranların en hayırlısıdır. Üstelik Allah’ın (c.c.) kurduğu plana hiç kimse müdahale edemezdi.

Yükselen hak dinin sedasını hiç kimse kesemezdi. Hak ile tanışan dimağları artık kimse köreltemezdi. Hiçbir eziyet ve cefa “ehad, ehad” nidalarını dindiremezdi. Bununla birlikte Mekke’de eziyet çeken Müslümanlara da bir çare bulmak gerekiyordu. Çünkü İslam dini insanlara sadece sabretmeyi öğütleyen ama mazlumun içinde bulunduğu zulmü durdurmaya çalışmayan bir din değildi. Nerede bir zulüm varsa, o zulmü durdurmayı kendisine vazife edinen bir dinin adıydı İslam. Nerede kanayan bir yara varsa, o yarayı sarmayı gaye edinen bir dindi İslam.

Yapılan bu eziyetlere karşı nasıl bir çözüm sunuyordu hak din: O günlerde Kehf Suresi nazil olmuştu. Roma İmparatoru Decius’un putperestlik ve zulüm üzerine kurulmuş düzenine başkaldıran, putlara tapmayı reddeden yedi gencin, şehri terk ederek bir mağaraya sığındıklarından bahsediyordu Kehf Suresi. Allah’ın (c.c.) arzı geniş değil miydi? Allah‘ın (c.c.) dinini yaşama ve yaşatma imkânı ellerinden alınmış zayıf Müslümanların yapacağı tek şey kalmıştı: Hicret etmek. Ama nereye? Mekke’dekinden daha büyük bir zulme maruz kalabilecekleri bir yere mi hicret edeceklerdi? Ya gittikleri yerde daha büyük bir zulümle karşılaşsalardı? O zaman ne yapacaklardı?

Resulullah (s.a.s.) eziyet çeken Müslümanları Habeşistan’a hicret etmeye sevk etti. “Orada ülkesinde hiç kimseye zulmedilmeyen bir melik iş başındadır; oraya gidin ve Allah içinde bulunduğunuz durumdan size bir çıkış yolu gösterinceye kadar o doğruluk ülkesinde kalın.” buyurdu. 1

Habeşistan’a hicret bir emir değil, ruhsattı. Dayanma gücü kalmayan Müslümanlara bir çıkış yoluydu. Bu yönüyle Habeşistan’a yapılan hicret, Medine’ye yapılan hicretten ayrılır. Çünkü Medine’ye yapılan hicret umumiydi. Emirdi. Zorunluydu.

Peki, neden Habeşistan? Neden başka bir yer değil?
Habeşistan, Hristiyan olmasına rağmen Bizans’a bağlı değildi. Hristiyanlarda derin bir mezhep çatışması vardı o dönemlerde. Habeşistan, Kıpti Ortodoks mezhebini benimsemişti. Bu durum onun Bizans’ın güdümünde hareket etmesini engellemişti. Hristiyanlığın farklı mezheplerine bile tahammül edemeyen Bizans’ın, farklı bir dine müsamaha göstermesi düşünülebilir miydi? O hâlde gidilecek ülkenin Bizans’tan bağımsız olması gerekirdi.
Sasaniler’e bağlı bir yere de göç edilemezdi. Bu imparatorluk, tevhit inancına sahip Müslümanları asla himaye etmezdi. Bunu Resûlullah’ın (s.a.s.), Sasani İmparatoru II. Hüsrev Perviz’e İslam’a davet mektubu gönderirken görüyoruz. Mektubu Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) elçisi Abdullah b. Huzafe es-Sehmi’den alırken son derece hiddetlenmiş, mektubu yırtıp atmış ve kibirle “O benim kölemdir, nasıl olur da bana mektup yazabilir.” demiştir.

Belli bir davet çalışması yapılmadan herhangi bir Arap ülkesine de hicret edilemezdi. Medine’ye hicret ancak belli bir davet çalışmasından sonra yapılabilecekti. Kureyş kabilesine bütün Araplar saygı duyar, onları lider olarak görürlerdi. Nitekim İslam tarihine baktığımızda Kureyş Müslüman olmadan, Araplar Müslüman olmamışlardır. Kureyş herhangi bir Arap ülkesinden Müslümanların iadesini isteseydi Arap ülkeleri buna asla hayır demezlerdi.
Habeşistan’ın, Kureyş’le herhangi bir anlaşması da yoktu. Böyle bir ittifakın olmaması Müslümanların elini güçlendirmişti. Habeşistan’a ulaşım kolaydı. Bu durum yolculuğun selameti açısından önemliydi.

Hicret için Habeşistan’ın seçilmesinin belki de en önemli nedeni Habeşistan Kralı Necaşi Ashame’nin adaletli bir hükümdar olmasıydı. Hem adaletli olması hem semavi bir dine inanması hem Arapça bilmesi Habeşistan’ın tercih edilme nedeniydi. Amr b. As başkanlığındaki Kureyş heyeti, Müslümanların iadesini talep etmek üzere Habeşistan’a gitti. Necaşi’ye değerli hediyeler sundular ve ona şöyle dediler:

“Kral hazretleri! Kavimlerinin dininden ayrılan, senin dinine de girmeyen ne senin ne de bizim bilmediğimiz icat edilmiş yeni bir din getiren birtakım beyinsiz gençlerimiz senin memleketine sığınmış bulunmaktadırlar. Aralarında bu muhacirlerin babaları, amcaları ve akrabalarının da bulunduğu kavmin ileri gelenleri, bunları kabilelerine geri göndermen için bizi sana gönderdiler. Onlar bu muhacirlerden daha değerli, ayıplayıp kınadıkları şeyleri gayet iyi bilen kimselerdir.”

Patrikler de: “Doğrudur, Kral hazretleri! Muhacirleri bu temsilcilere teslim et. Onları kavimleri ve memleketlerine götürsünler.” Dediler. 2

Necaşi, Müslümanları dinlemeden bir karar veremeyeceğini söylemişti. Müslümanları da dinleyen Necaşi sonunda müşriklerin getirdiği hediyeleri onlara geri verdi ve Müslümanlara:
“Gidin, müsterih olun… Siz benim topraklarımda güvendesiniz. Size kim söverse cezalandırılır. Sizden bir adama eziyet etmem karşılığında bana dağ kadar altın verilse bile istemem.” dedi. 3

Müslümanlar burada uzun yıllar huzur içinde yaşadılar. Oraya göç eden ashabın dilinden bu durumu okuyabiliriz:

“Biz burada hayırlı bir komşuluk, dinimize dokunulmazlık gördük. İncitilmedik. Hoşlanmadığımız bir söz de duymadık. Huzur içinde Rabbimize ibadet ettik.” 4

Habeşistan’a hicret eden sahabiler burada birçok insanın Müslüman olmasına vesile oldular. Bazıları Medine’ye yapılan hicretten önce Mekke’ye geri döndü. Büyük bir bölümü ise Hayber’in fethi sırasında Medine’ye geldi. Habeş Kralı Necaşi Ashame, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) davetine uyarak Müslüman olmuştur. Necaşi vefat ettiğinde Resûlullah (s.a.s.), bu durumu ashabına bildirmiş ve onun gıyabında cenaze namazını kıldırmıştır.

Kaynakça
1) İbni Hişâm, I, 321-322) 2) Mübarek Furi, Peygamberimizin Hayatı ve Daveti, s. 100. 3) Mübarek Furi, Peygamberimizin Hayatı ve Daveti, s.102. 4) İbni Sa`d, Tabakât: 1/204; Taberî, Tarih: 2/222.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?