Hicret, ıstılahi manada, genelde bir kişinin dinî sebeple bir yerden başka bir yere göç etmesi, özel olarak da Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye göç etmesi olayını ifade eder. Kelime manası itibariyle de bir yerden, bir şeyden uzaklaşmak, ayrılmak, ilgisini kesmek demektir.

Aslında hicret, kulun Allah Teâlâ’ya karşı vazifesini yerine getirmesini engelleyen her şeyden uzaklaşmasını ifade edecek kadar geniş bir kavramdır. Buna, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.), “Muhacir, Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları terk eden kimsedir.” hadisini delil gösterebiliriz. Bu hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.s.), hicret eden anlamında kullanılan “muhacir” kelimesini tanımlarken kaçınma eylemini yerine getirenin Allah’ın rızası istikametinde yerine getirmeye çalışırken kaçındığı her hareketin hicret olduğunu ifade etmektedir. Hicret, kimi zaman Allah’ın rızasına uygun olmayan bir ortamı, bir şehri, bir ülkeyi, bir kişiyi rızaya uygun bir yere geçiş için terk etmek, oradan ayrılmak ve hayatını Allah Teâlâ rızası dairesinde yaşamak için çaba göstermeyi ifade eder.

Her ibadette niyet önemli olduğu gibi hicrette de niyet çok önemlidir. Çünkü niyet, ibadetin samimiyetini ve riyakârlığını tayin eden önemli bir kriterdir. Tabi ki bu, kul ile Allah Teâlâ arasında olan bir malumattır ve kulların birbirlerinin niyetlerini ölçme ve belirleme gibi bir vazife ya da sorumlulukları yoktur. Ancak niyet, insanın kendini Allah Teâlâ’ya ne kadar yakın hissettiği ve Allah Teâlâ ile ne kadar bağ kurduğunu gösteren önemli bir göstergedir. Örneğin: Namazını, orucunu, haccını, zekâtını ve diğer tüm ibadetlerini yapan kişi; niyetinde Allah Teâlâ rızasından başkalarının memnuniyetini önemsiyorsa bu o kulun ibadetlerinde ihlastan uzak, ikiyüzlülüğe meyilli bir yapıda olduğunu gösterir. Hatta namazı spor hareketlerinden, orucu diyetten, haccı turistik bir faaliyetten öteye geçmez. Oysa insan, her ibadetinde, insanlar bilse de bilmese de takdir etse de etmese de içinden hep Allah’ın (c.c.) rızasını önemsediği ile ilgili bir telkin mekanizması kurmayı başarmışsa bu, o kulun Allah’ın (c.c.) rızasına uygun yaşamaya çalıştığını gösterir.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) en bilinen hadislerinden olan “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti/yönelişi Allah’a ve Resul’üne ise, onun hicreti/yönelişi Allah ve Resul’ünedir. Kimin hicreti/yönelişi de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti/yönelişi de o hicret ettiği/yöneldiği şeyedir.”2 hadisi de bu meseleyi net bir şekilde özetlemektedir. Bu hadisin Mekke’den Medine’ye hicret döneminde Peygamber Efendimiz tarafından ismi söylenmeyen bir sahabi ile ilgili söylediği rivayet edilir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) Medine’ye hicret etmesi üzerine Müslümanlar Mekke’yi terk ederlerken onun emrine uyarak hicret edenlerden biri de Ümmü Kays adında bir kadındır. Kendisiyle evlenmek isteyen o erkeğe, Ümmü Kays’ın, “Hicret etmezsen seninle evlenmem!” demesi üzerine o kişi, Medine’ye gitme taraftarı olmamasına rağmen onunla evlenmek için hicret eder ve Medine’de evlenirler. Herkes dinini rahatça yaşamak, baskı ve zulümden uzaklaşmak amacıyla Mekke’den Medine’ye hicret ederken, sırf Ümmü Kays’la evlenmek için hicret eden bu adamın niyeti herkes tarafından bilindiği için adama “Ümmü Kays’ın muhaciri” manasında “Muhacir-u Ümmü Kays” lakabı takılmıştır.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) hadiste olayı zikretmemiştir; ancak ifadelerinden bu olayla ilgili bir soru üzerine bu sözleri söylediği anlaşılmaktadır. Bir ibadet hangi niyetle yapılıyorsa o ibadetin karşılığının da kişinin memnun etmeyi murat ettiği makam ya da kişilerce verilmesi beklenir. Dolayısıyla bu sahabi hicrette dünyalık bir amaç için meşakkate katlanmış olduğundan ahirette alacağı hicret sevabı yerine nasibini dünyada istediği kadına kavuşarak almış olmaktadır. Oysa Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) “Mü’minin niyeti, amelinden üstündür.”3 hadisi ile ibadetlerin şeklen yerine getirilmesinden önce içten geçirilen niyetin, ulaşılmak istenen hedefin, yapılmakla elde edilmek istenen amacın kutsi olması önem arz etmektedir. Çünkü hayatın da bir amacı vardır ve en nihayetinde kulun çabası, ulaşılacak sonucun gerektirdiği amaca hizmet ettiği derece bir anlam ifade eder.

Aslında niyetin amelden üstün olması durumu, Allah’ın (c.c.) kuluna rahmetinin de bir göstergesidir. Çünkü içindeki niyet ne kadar halisse yaptığından kat kat daha fazla kazanacağı durumu söz konusudur. Hatta bazı iyiliklerde sadece insan niyet ederek bile sevap kazanabilmektedir. Mesela: Bir iyiliğe niyet edip yapamayan kişi o iyiliği yapmış gibi sevap alabilir. Yaptığında da durumuna göre bazen on, bazen yüz, bazen bin, bazen de daha fazla sevap kazanabilir. Oysa kötülükler sadece niyette kalsa günah olarak yazılmaz, yapıldığında da sadece bir günah yazılır. Kısacası en küçüğünden en büyüğüne kadar ibadetlere anlam ve değer katan şey niyettir. Ebedi hayatında cenneti isteyen kul, ebedi kulluk yolunda en büyük azığın niyet olduğu gerçeğini göz ardı etmemelidir.

Hadiste önemine binaen niyetle birlikte zikredilen hicret ise başta ifade edildiği gibi özel ve genel olarak mana itibariyle geniş bir kavramdır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.): “Mekke fethinden sonra hicret yoktur.”4 ifadesiyle Mekke’nin fethiyle birlikte iman diyarı olması sebebiyle hicret özel manada günümüzde devam etmese de genel manadaki hicret günümüzde devam etmektedir, kıyamete kadar da devam edecektir. Çağımızın hicreti gerektiren amellerini düşündüğümüzde karşımıza hiç de azımsanmayacak kadar malzeme çıkacaktır. Sırf Allah Teâlâ için ibadetlere engel olmasın diye kapattığımız, takibe ara verdiğimiz televizyon, telefon, tablet, bilgisayar, internet, sosyal medya gibi araçlar bizim için hicreti ifade edebilir.

Harama bulaşmaktan uzaklaşmak adına bankaların faiz sisteminden kaçış, gözünü harama bulaştırmamak için bakması caiz olmayacağı yerlerden uzaklaşma (tatil yöreleri vb.), dili haramdan korumak için kötü söz söylemekten kaçınma gibi davranışların özde, hicretten hiçbir farkı yoktur. Çünkü hicret, yaşanılan hayat tarzını dizayn eden bir olgudur. Gerektiğinde kaçınılmaması gereken, kalbini, aklını Allah Teâlâ’nın dininin yaşanılmasının gerekliliği için ikna etmiş bir kul için hiç de zor gelmeyecek bir ibadettir. Nitekim: “Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da: “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik.” derler. Melekler: “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.” (Nisa, 97) şeklinde belirtildiği üzere kulun, dinini yaşamasına engel olan bir durumla karşılaştığında ısrarla aynı yerde kalarak ve taviz vererek yaşama hâli, mesul olunacak, hesabı sorulacak bir sonucu getirecektir. Bu durum vakarlı duruş sergilemesi gereken, gözünü ebediyete dikmiş bir mümine yakışmayacak bir sonuçtur.

Mümin kendini ezmeye, sömürmeye çalışan hiçbir sisteme boyun eğmeyecek kadar gururlu, gerektiğinde aziz olarak yaşamını sürdürmek için bulunduğu yeri terk edecek kadar da onurludur. Tabi ki bazen iman diyarından küfür diyarına hicret de söz konusu olabilir. Musab b. Umeyr’in Medine’ye, insanları imana davet etmek için gitmesi, ilk Müslümanların Habeşistan’a dini daha rahat yaşamak için gitmesi gibi. Her iki durumda da insanın niyetini halis tutarak hareket etmesi elzemdir; çünkü niyet, varacağı nihayeti belirleyecek olan bir husustur. Hicrete genel bir bakış açısı ile baktığımızda günlük hayatta eşdeğer tutulabileceğimiz birçok davranış olduğunu görebiliriz ve bu davranışları hicret niyeti ile yaparak hicreti yerine getirmenin ecrini elde edebiliriz.
Rabbim (c.c.) bizleri olay ve durumlara hikmet nazarıyla bakan Müminlerden eylesin. (Âmin!)

Kaynakça
1) Buhârî, Îmân 4-5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64-65. Ebû Dâvûd, Cihâd, 2 2) Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1 3) Taberânî, Kebîr, 5942. 4) Buharî, Cihad, 1

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?