Hayat bir koşuşturmaca, kaybolmuş gidiyoruz. Hesaplar yarım, beklentiler, beklenenler, kalanlar ve gidenlerin haddi hesabı yok. Hızına yetişemediğimiz hayatın çarkları arasında mutluluk oyunları oynuyoruz.
Bir diploma, bir araba, bir ev… Mutluluğun asıl kaynağını unuttuk. Kalbi yorgunluktan yenik düşmüş ruhsuz bedenlerin dünyasında yaşıyoruz. Yürüdüğümüz yollar bizi hep çıkmaz sokaklara sürüklüyor.
Gerçi neydi mutluluk; sevgi, saygı, hoşgörü, şefkat, merhamet ne demekti? Bu duyguları hangi ara kaybettik bizler? Hangi ara hesaplarımız daha bol sıfırlı cüzdanların kabarması üzerine kurulmaya başlandı.
Şeref, güven, dürüstlük, sadakat… Bu kavramları ne ara kaybettik? Bu bencilliğin asıl kaynağı nedir? Para kazanma tutkusu, şan, şöhret, makam ve mevki kazanma hırsı mı?
Neden yetmiyor bu koca dünya bizlere? Neyi, niçin paylaşamıyoruz? Akıllar firarda, uykuları haram olmuş bir neslin sarhoş görüntüsü yansımakta. Kulaklar sağır, duymaz olmuş acı feryatları. Neden ve niçin? Nasıl oldu bu hâl bizde? Bilinmez.
Peki, neyi biliyoruz? Gayemiz nedir? Niçin varız ve neden yaşıyoruz bu hayatı? Kapkara bir geceyi andıran soluk yüzlerde, umut adına bir kırıntı yok mudur acaba?
Zaman kavramı anlamını yitirmiş, akrep ve yelkovan yarışı bitmek bilmiyor. Sancılı günlerin biri bitmeden diğeri başlıyor. Sokaklar, caddeler kalabalıklar ile dolu. Hayatlar anlamsızca savrulmakta. Eller tetikte, ego tatmini için basmakta aklı baştan alan cihazlara. Kim, kimin için, neden ve nasıl bir hayatın serüveni içerisinde? Kimlikler kayboluyor, soluk bir resme dönüşüyor şahsiyetler satırların arasında. Yazdıkça içi acıyor insanın bu manzaraya.
Hınca hınç dolu, sokaklar, caddeler, kafeler, AVM, otobüs ve metrolar. Ancak bu kalabalıklar arasında yapayalnız yaşayan milyonlarca yorgun kalp. Pembe dizilerin dünyasında kaybolmuş benlikler evlerimize taşınıyor. Kalplerin harap olduğu şatafatlı ve lüks evlerimizde çatır çatır çatlıyoruz.
Çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir kimsenin susuzluğu gibi anne baba şefkatine ve merhametine muhtaç milyonlarca minik kalp. Yüksek duvarlar ile örülü bir hapishaneyi andıran evlerde ellerde cihazlar, odalara hapsolmuş bir nesil ve duyarsız ebeveynler.
Ceplerde kuruş yok ama bankalara köle olmuş tüketim çılgını milyonlar… Borç bataklığında debelenen bir toplumun manzarasıdır bu. Seküler hayatların dijital dünyasında daha çok haz, daha çok ve hep daha fazlası için verilen tuhaf bir mücadele.
Sonsuzluk hasreti fıtratın gereği, lakin fani âlemin kapılarını sonuna kadar zorluyoruz. Bizi dünyaya bu kadar çakılı kılan ne vardı. Altındakiler, yerin üstündekileri kat be kat ezerken makam, mevki, mal, mülk yarışında ne idi bizi alıkoyan sonsuz âlemden.
Hayallerin yokluğunda kâbuslar ile uyanıyor ruhumuz her gün, her sabah. Dünya yüklerinin ağırlığı altında ezilmekten kurtulamıyor. Çıkış yolu arıyor gece ve gündüz. Her yolun sonu çıkmaz sokak. Her yolun sonu, başından belli olan bir maceraya sürüklüyor bizleri.
Hasret yakıyor sineleri. Uzaya bile ulaşan insan yanı başındakilere uzak bir hayatı yaşıyor. Bir benlik duygusu sarmış tüm ölü bedenleri. Ruhlar daralmakta, yalnızlığın pençesinden kurtulamıyor insan. Neden ve niçin, nasıl bir hâlin acınası manzarası bu? Dur durak bilmeden koşan siz ey kalabalıklar, nereye bu gidiş!
Unutma ki kararan ruhların dünyasında umudun müjdecisidir her yeni gün. Kışın ardından gelen bahar müjdeler bizlere umudu. Yeni doğan her bebeğin gülümsemesi muştular umudu. Kalplerin en kuytu köşelerinde kalan iman kırıntılarıdır bizi umutlandıran.
Dur, düşün, sorgula, arayış içinde ol. Kaçmak yerine üzerine git. Yalnız değilsin, çaresiz hiç değilsin. Unutma ve daima hatırla ilahi mesajı: “Ey kendi aleyhlerine olarak haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer, 53)
2021
Selam ve dua ile…