Yaşadığımız şu dünyada iyilik ve kötülük her zaman var oldu. Bir insan kötülük işlerken başka bir insan o kötülüğe engel oldu. Nedir bu fark ki yaratılış yönünden aynı olan insandan biri kötülüğe diğeri ise iyiliğe meyyaldir? Doğruyu anlayan, kötülüğü bilen bir insan, buna engel olunması gerektiğini bilir. Engel olunmayan her kötülük zamanla fertten topluma yayılacaktır. Peygamberlerin gönderildiği toplumlarda kötülük her çeşidi ile vardı. Ama Rabbimiz elçilerini göndererek bu kötü gidişatı ıslah etmelerini istedi. Her peygamber kavmine gönderildiğinde kimi kavim puta tapıyor, kimi ölçü ve tartıda hak gözetmiyor, kimi fuhuş bataklığında bocalıyordu. Kimisi dünya malının hiç bitmeyeceğini düşünmüştü. Kimileri kendilerini ilah edindiler ve Allah’a kafa tuttular. Rabbimiz peygamber gönderdi ki kötülükler yok olsun.

Rabbimiz toplumun ıslahı için Peygamberler yoluyla en güzel ve en doğru metodu bize göstermiştir. Bulunduğumuz toplumda da kötülük her çeşidiyle devam etmektedir. Bizler de peygamberleri örnek alarak onların ıslah metodunu uygulamalıyız. Toplumun ıslahı diyoruz. Her bir fert toplumdan bir parçadır. Bundan dolayıdır ki ferdin hidayet bulması zamanla topluma yansıyacaktır. Bir kişinin hidayeti kıymetsiz değildir. Ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet,33)

Efendimiz (s.a.s.) bir hadiste şöyle buyuruyor: “Allah’a yemin ederim ki, senin sayende Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için, kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır.”1

Evet, bizlerin hedefi yüksek olmalı. Tek bir kişinin hidayeti çok kıymetlidir. Ama bu, tek kişi ile kalmamalıdır. Bizler ne kadar çok insanın hidayetine vesile olursak sevabımız da o kadar çok olacaktır.

Rabbimiz, emirlerini ve yasaklarını ilk olarak elçileri vasıtasıyla kavimlere duyurmuştur. Hz. Âdem’den Peygamber Efendimize (s.a.s.) kadar birçok peygamber davetçi olarak gönderilmiştir. O peygamberler hem toplumsal hem ailevi sıkıntı ve problemlerle mücadele etmişlerdir. Bunlardan bazılarına değinelim:

1) Nuh (a.s.)
Peygamberlerin hayatında da ailevi sıkıntılar vardı. Topluma baktığımızda ister istemez karşımıza ailevi problemler çıkabilir. Asıl önemli olan ise çözümü doğru yerde aramaktır. Nuh peygamber hem kavmi hem oğlu ile birçok sıkıntı yaşamıştır.

O, kavmini hidayete davet etmesine rağmen kavmi bundan kaçmış ve üstüne üstlük alaycı ve umursamaz bir tavırla ona cevap vermişlerdir:

“Sonra Nuh Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim; fakat benim davetim, ancak kaçmalarını arttırdı. Gerçekten de (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra, ben kendilerine haykırarak davette bulundum. Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum. Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.” (Nuh, 5-10)

Ayet-i kerimede buyurulduğu üzeri Nuh peygamber gece ve gündüz davetini sürdürüyor. Davetini bazen gizli bazen açıktan yapıyordu. Buna karşılık ise onlar kulaklarını tıkıyor, elbiselerini başlarına geçirip ondan kaçıyorlardı. Şunu kesinlikle unutmamak gerekir ki Nuh peygamberin daveti 950 yıl sürmüştür. Dile kolay gelen bir cümle olabilir, 950 yıllık bir çaba, davet, sabır, bütün sıkıntılara rağmen devam etmiştir. İnsanlığın hidayetine vesile olmak büyük sabrı gerektirir. İslam’a davet etmeyi birkaç sözle değil büyük bir sabırla devam ettirmeliyiz. Bir sene değil, on sene de davet etsek bıkmadan usanmadan davetimize devam edeceğiz. Sabır davetçinin bu yolda en önemli azığıdır. Sabır olmadan davetçi olunmaz.

2) Musa (a.s.)
Musa (a.s.)’ın hayatına baktığımızda o da İsrailoğulları ve Firavunla birçok defa sınanmıştır. İlk imtihanı, küçücük bir bebekken annesinden ayrılmasıdır. Ama Rabbimizin burada farklı bir muradı vardır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle anlatılmaktadır:

“Biz Musa’nın annesine şöyle ilham ettik: Çocuğunu emzir başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman ise onu hemen sandığa koyup nehre bırak. Sakın ölecek diye korkma ve ayrılığına üzülme biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden yapacağız.” (Kasas,7)

Musa (a.s.)’a peygamberlik verilmesini ve Firavun’a tebliğ yapmasını ise Kur’an şöyle anlatır:

“Ateşin yanına vardığı zaman, kendisine söyle seslenildi: Ey Musa! Haberin olsun, şüphesiz ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar çünkü sen mukaddes vadi Tuva’dasın! Ben, seni peygamber olarak seçtim, şimdi vahy edilecekleri dinle! Şüphesiz ki ben Allah’ım benden başka hiçbir ilah yoktur. Onun için bana ibadet et. Ve Beni anmak için namaz kıl! Çünkü kıyamet mutlaka kopacaktır. Onun vaktini gizliyorum ki herkes yaptığının karşılığını görsün. O halde kıyamete inanmayıp da nefsinin peşine takılan kimse sakın seni ona iman etmekten alıkoymasın; yoksa helak olursun. Sağ elindeki nedir ey Musa? Musa şöyle dedi: “O benim asamdır. Ona dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak çırparım. Benim daha başka ihtiyaçlarımı da görür.” Allah şöyle buyurdu: “Onu yere bırak!” Musa elindeki asayı yere bıraktı. Bir de ne görsün, bir yılan gibi koşuyor! Allah şöyle buyurdu: Tut onu korkma. Biz onu yine evvelki şekline çevireceğiz. Bir de elini koynuna sok da diğer bir mucize olmak üzere, kusursuz bembeyaz olarak çıkıversin. Böylece sana en büyük mucizelerden bir kısmını göstermiş olalım. Firavuna git hakikaten o çok azdı.” (Tâhâ,11-24)

“Ey Musa sen ve kardeşin mucizelerimle gidin. İkiniz de beni anmada ve emirlerimi tebliğde gevşeklik göstermeyin, ikiniz Firavun’a gidin. Çünkü o hakikaten azdı ona varınca yumuşak sözler söyleyin, umulur ki öğüt alır veya korkar.” (Taha, 42-44)

Ayette, tebliğ görevinde başarılı olabilmek için izlenecek metodun ve kullanılacak üslûbun ne kadar önemli olduğu ortaya konmaktadır. Dinimizi öğretirken önemli üsluplardan birisi de yumuşak olmaktır. Efendimizin (s.a.s.) hadis-i şeriflerinde örnekler mevcuttur.

Ebu Mûsa (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (s.a.s.) ashâbından birini herhangi bir iş için gönderince şöyle tembihte bulunurdu: “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın zorlaştırmayın.”2

“Şüphesiz Allah Teâlâ Refîktir, rıfkı sever. Sertlik ve benzeri hallere vermediği ecri, yumuşak huylulukla yapılan işlere verir.”3

Efendimiz (s.a.s.) hadis-i şeriflerinde işlerimizi yumuşaklıkla yaptığımızda ecrimizin daha da çok olacağını söylüyor. Başarı sağlama konusunda sertliğe nazaran yumuşaklığın daha öncelikli olduğunu bize belirtiyor. Efendimizin (s.a.s.) sözü kalbimizde ne kadar değere sahip bunu da muhataplarımıza göstereceğimiz tavırdan anlayabiliriz.

Evet, Musa (a.s.)’ın hayatından çıkaracağımız derslerden birisi de duadır. İnsanoğlu Allah’ın yardımı olmadan hiçbir şey yapamaz. İnsanlarla muhatap olurken, onlara tavsiyede bulunurken rahat bir kalbe, güzel ve düzgün bir lisana ihtiyaç vardır. Musa (a.s.) bunu Rabbinden istemiştir.

Kalbin sükûnet içinde olması, üslubun düzgün olması için de duaya her an ihtiyaç vardır. Allah kendisine yardım etmedikçe kulun bu yolda başarı sağlaması mümkün değildir. Allah’ın yardımını hak etmek için de çaba sarf etmemiz gerekmektedir. Ayet-i kerimlerde bu durum şu şekilde ifade edilir:

Rabbiniz şöyle buyurdu: “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim” (Mü’min, 60)

“Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed, 7)

3) Yunus (a.s.)
Tebliğde dikkat etmemiz gereken durumlardan birisi de öfke kontrolü sağlamak ve aceleci davranmamaktır. Öfke duygusu kötü bir huy değildir. Ama yanlış yerde kullanmak bize birçok hata yaptırabilir.

Mekke müşrikleri Efendimize (s.a.s.) eziyet ettiklerinde Rabbimiz davetinde sabretmesini, ısrarla devam etmesini emretmiştir. Efendimize (s.a.s.) Yunus peygamberi şöyle hatırlatmıştır:

“Sen rabbinin hükmüne sabret; balığın yuttuğu (Yunus) gibi olma. Hani o, öfkeli bir halde bağırıp çağırmıştı. Rabbinin lütfu imdadına yetişmeseydi o mutlaka kınanmayı hak etmiş olarak ıssız bir sahaya atılacaktı. Fakat rabbi onu seçip sâlihlerden eyledi.” (Kalem,48-50)
Rabbimiz Kur’an’da, peygamberlerinden bizlere birçok ders ve ibretler sunar. Onlar bu yolda bütün zorluklara rağmen davet görevlerini yerine getirdiler. Bizler de görevimizi en güzel şekilde yerine getirerek Rabbimizin huzuruna varmalıyız.

Belki uzun uğraşlar olsa da davetimize cevap verilmese de biz çaba ve gayretimizin karşılığını inşallah alacağız.

Kaynakça
1) Buhârî 7/3468, Müslim 2406/34 2) Müslim 3) Müslim, Ebû Dâvûd

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?