Savaş, milletlerarası münasebetlerde krizlere yol açan anlaşmazlıkların diplomatik girişimler, ara buluculuk ve tahkim başta olmak üzere barışçıl yollarla veya misilleme, abluka, ekonomik ambargo gibi yaptırımlarla giderilememesi durumunda söz konusu olan en şiddetli ilişki biçimidir.1
İnsanlık tarihi boyunca çeşitli amaçlarla savaşlar olmuş. Bu savaşlarda binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Savaşta bile insan hayatını önceleyen sadece İslam inancı olmuştur. İslam hukukuna göre, savaşın asıl hedefi yok etmek değil, karşı tarafı zararsız hâle getirmek olduğundan, öldürücü niteliği sınırlı silâhların kullanılması esastır. Savaşa bizzat veya dolaylı biçimde katkıda bulunmayan kadınlar, çocuklar, akıl hastaları, özürlüler, hastalar, yaşlılar, mabetlerde inzivaya çekilmiş din adamları ile kendi işlerini yürütmekte olanların öldürülmesi yasaktır.2 Buna benzer birçok kaide sayılabilir.
Son 100-120 yıla bakıldığında, dünyanın değişik yerlerinde sürekli savaşların olduğu, birinci ve ikinci dünya savaşlarının tüm dünyayı etkilediği görülecektir. Son yıllarda ise Halepçe katliamı, İsrail’in Gazze saldırıları, Suriye Savaşı, Yemen, Myanmar, Doğu Türkistan vb. yerlerde yaşananlar herkesin malumudur. Savaşlarda nerelerin vurulduğu, alındığı; kaç kişinin öldüğü veya göç ettiği gibi hususlar artık bizler için normalleşti gibi. Hemen hemen her gün haber kanaları başka bir yerden acı haber verir oldu. Tüm bu savaş ve olaylarda gözden kaçan bir detay var: Çocuklar!
TDK’ye göre çocuk, “Bebeklik ile erginlik arasındaki gelişme döneminde bulunan oğlan veya kız” olarak tanımlanmaktadır. Çocukluk döneminde yaşanan olaylar, ileriki yaşlardaki olumlu ve olumsuz davranış ve yaşantıların nedenleri olarak görülmektedir. Bebekliği ve çocukluğu savaş ile geçmiş, savaş ortamında doğmuş çocukların diğer çocuklardan farklı olduklarını, yaşadıklarının hayatlarında derin izler bıraktığını bilmek ve onlara bunu bilerek yaklaşmak, bakmak gerekiyor.
Savaşların kaybedeni de kazananı da olabilir. Ama asıl kaybeden/kaybedilen çocuklar olduğu için aslında geleceğimiz kaybedilmiş oluyor. Savaşların sembol çocuklarını tüm dünya tanıdı aslında. Halepçe’de “Dayê, bêhna sêva tê” (Anne, elma kokusu geliyor) diyerek ölüme koşan çocuklar, Filistin’de babasının arkasında zalim siyonistlerin kurşunlarına maruz kalan Muhammed, Myanmar’da ailesi ile ateş çukurlarına atılanlar, Doğu Türkistan’da işkence edilenler, insanlığımız gibi kıyıya vuran Aylan bebek ve sessizliği ile bizlere haykıran Ümran…. Hepsi gündem oldu ve unutulup gitti. Hâlbuki niceleri onlar gibi hatta onlardan daha fazlasıyla karşılaştılar. Ama sadece gündem olamadılar.
UNICEF’in 2021 raporuna göre Mart 2011’den bu yana Suriye’de savaş ve çatışmalar sebebiyle 500 bine yakın sivil hayatını kaybederken, ülkenin o dönemdeki nüfusu olan 20 milyon kişinin yarısı yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kaldı. 5 milyondan fazla kişi de başka ülkelerde mülteci konumuna düştü.
UNICEF’in çocuklarla ilgili verileri ülkedeki durumun vahametini de gözler önüne seriyor. Rakamlara göre 2011’den bu yana ülkede 12 bin çocuk yaralandı ya da yaşamını yitirdi, bazıları 7 yaşından küçük 5 bin 700’ü aşkın çocuk ise silahlı çatışmalara fiili olarak katıldı.
UNICEF’in Yemen’deki insani krize ilişkin yayımladığı yeni raporda ise Yemen’de 2015’te çatışmaların tırmanmaya başlamasından bu yana yaklaşık yarım milyon çocuğun okulu bıraktığı ve böylelikle okula gidemeyen çocuk sayısının 2 milyona ulaştığı ve 4,5 milyon çocuğun eğitiminin ciddi risk altında olduğu, iç savaşın sürdüğü ve 2 bin 419 çocuğun çatışmalarda savaşçı olarak kullanıldığı ifade edildi.
Her savaş, ardında binlerce yetim ve öksüz bıraktı. Sadece Suriye’de on yıldan fazladır devam eden savaş nedeniyle savaş ortamında veya başka ülkede göçmen olarak doğan binlerce çocuk var. Şu an birer yetişkin olmak üzere olan binlerce yetim ve savaş mağduru çocuk, çocukluklarını savaş ortamında geçirdikleri için ciddi travmalarla karşı karşıya kalabilmektedir. Savaşın mağdur çocukları olan bu yetimler, bizlere emanet aslında. Allah Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde yetimlerle ilgili uyarılarda bulunmuş, yetimlere ikramda bulunmanın faziletine değinmiştir. Bu ayetlerin bazıları şöyle:
“Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan, 8)
“Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz.” (Fecr, 17)
“Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.” (Bakara, 215)
Allah Resûlü (s.a.s.) de yetimlerle ilgili şöyle buyurmuştur:
“Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle ben, cennette şöyle yan yana bulunacağız.” (Hadisin ravisi Malik b. Enes, Peygamber Aleyhisselam’ın yaptığı gibi, işaret parmağıyla orta parmağını gösterdi.)3 “Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır.”4
Yetimlerimizi ne kadar tanıyoruz acaba. Onların yaşadıklarını dinlemek, onlarla ilgili çekilen belgesel, video, filmleri izlemek belki bir nebze de olsa kalbimizi yumuşatacaktır. Son sözümüz:
Hayat kısa, hadi bırakın dünya telaşını da çocuğunuza bir sarılın, deniz kıyısına cesedi vuran Aylan misali. Gözlerine bakın yavrunuzun, sessizce haykıran üstü başı toz içindeki Ümran gibi. Tutun elini bebeğinizin, Arakan’da ellerine basılıp kemikleri kırılan Rohingyalıların bebekleri gibi. Öpün, canınız, ciğeriniz olan yavrunuzu, yavrusunun cansız bedenini öpen bir anne/baba gibi. Koklayın her defasında onu, ondan da “Elma kokusu” geliyor mu diye… Sımsıcak yatağında yanına uzanın, annesinin mezarında uzanıp yatan çocuk gibi. Üstünü örtün yavrunuzun gece karanlığında, sokağın koynunda kimsesizlerin üstlerini kartonla örttükleri gibi. Doyurun karnını iyice, Afrika’da Yemen’de çocuğunun karnını yaprakla doyurmaya çalışan anne gibi. Tanıyın, anlayın artık diğer çocukları da. Sizin, bizim, hepimizin çocukları onlar. Bilinmeye ihtiyaçları var onların.
Selam ve dua ile.
Kaynakça
1) TDV İslam Ansiklopedisi “Savaş” maddesi 2) TDV İslam Ansiklopedisi “Savaş” maddesi 3) Müslim, Zühd 42. 4) Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 250.