Bu dünya hayatında güvendiğimiz her şeyin aslında Allah’a ait olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Meğer bizim olan hiçbir şeyin bize ait olmadığını, “bizim” diye gururlanarak belirttiğimiz lüks, konforlu, şatafatlı, sağlam dediğimiz evlerimize ve hanelerimize günlerce girmeye korktuk.
Deprem anında evimizde ne kadar da çaresiz kalmıştık. Depremin o dehşetli sarsıntısı evlerimizi sallarken sanki hiç bitmeyecek gibi bir endişe içinde ne zaman duracak diye düşünüyorduk. Sıkıntılı zamanlarda saniyeler dakikalardan daha uzun gibi oluyor. Evler güvenli değil diye herkes canını kurtarma telaşıyla kendini sokağa atıyor ve evin içinde çok değer verdiği eşyaları hiç düşünmüyordu bile.

Normal hayatta belki de çoğu zaman unuttuğumuz yüce Rabbimiz aklımıza geliyordu. O anda herkesin sığınabileceği tek bir kapı vardı, o da bizleri ve bütün kâinatı yaratan Rabbimiz idi. Ondan başka dua edeceğimiz, yalvaracağımız bir makam kalmamıştı. Peki, sadece sıkıntılı zamanlarda mı Rabbimiz aklımıza gelmeliydi? Elbette hayır. Nimetler elimizde iken genellikle pek kıymetini bilmeyiz. Hatta şöyle düşünürüz: “O nimetler zaten bizim olmalı.” Bazen de hep daha fazlasını isteyerek nimetlerin sahibini hatırlamayabiliyoruz. Hâlbuki O, hem sevincimizde hem de zorluklarla karşılaştığımız en sıkıntılı anlarda ilk aklımıza gelecek olan Rabbimiz olmalıdır. Zaten yüce kitabımızda bizlere “Allah’a güven! Vekil olarak Allah yeter!” (Ahzâb, 3) buyurarak kimin bizlere yeterli olacağını öğretmektedir.

Sabah namazına yakın bir saatte Rabbimizin bir uyarısı ile irkildik. Tam da uykunun en güzel ve şirin olduğu o bir saatti. Rabbimiz seher vaktinde bizlerden O’nu zikretme, O’na karşı şükrümüzü ifade etme, kulluk görevimizi yerine getirmeyi istemekte idi. İşte o seher vaktinde bizler hep uykuyu ve dinlenmeyi tercih ettik. Hatta farz olan sabah namazına kalkmak dahi zor gelir kimilerimize. Şeytan bizleri kandırarak o saatte namaza kalkmamak için önümüze nice engeller koyar. Sabah namazına kalkmak birçok insan için zordur ama depremin olduğu saatteki kamera görüntülerine bakıldığında zelzelenin o şiddetli sarsıntısı anında, odalarının lambaları kapalı olan bütün evler lambalarını açtılar ve can havliyle insanlar kendilerini sokağa atmak zorunda kaldılar.

Evet deprem şiddeti gerçek manada binalarımızı sarstı ve bizleri güzel uykumuzdan uyandırmaya yetti. Kıyametin ve ahiret hayatının sarsıntısı bizleri neden uykumuzdan uyandıramıyor? Bizler ahirete, cennet ve cehenneme iman etmiş olanlarız. Kıyametin dehşetli sahneleri yüce kitabımız Kur’ân’ın ayetlerinde açıkça belirtilmiştir. Peki, o güne karşı hazırlığımız tamam mı diye sorduğumuzda eminim ki birçoğumuz içinden “hayır” diyecektir. Ama o hayır cevabının nedeni de çok iyi biliyoruz ki nefsimize uymamızdır. Yapabildiğimiz halde nice güzellikleri ertelememizdir.

Değerli Kardeşlerim,
Dünyadaki her canlının bir gün mutlaka öleceğini biliyoruz. Fakat kendimiz için ölümün daha sonraları geleceğini düşünerek ölümü her zaman kendimizden uzak görüyoruz. Ölüm başkaları için olur ama benim hala sıram gelmedi, diye düşünür müyüz? Aslında çevremizde farklı yaş gruplarından insanların farklı zamanlarda vefat haberlerini duyar ve müşahede ederiz. Yine 6 Şubat sabahı ve gündüzünde yaşadığımız iki büyük depremde on binlerce insanımız ebedi hayata irtihal etti. Depremin kendisini hissettirdiği bölgede yaşayanlar olarak gördük ki binaların çökmesi, insanların vefat etmesi sadece an meselesidir. Akşam yatağımıza uzanır uyuruz da sabahına uyanır mıyız şüphelidir. Birkaç saniye sonrasında hayat bizlere ne gösterir kesinlikle bilemiyoruz. İnsanlar Allah’ın onlara vermiş olduğu ömürlerinin ne kadar uzun olduğunu, hayatta neler ile karşılaşacaklarını kestiremezler. ‘‘Her birinize ölüm gelip, “Rabbim! Ne olur bana azıcık daha süre tanısan da gönüllü yardımlarda bulunsam ve iyi kişilerden olsam!” diye yalvarmadan önce size verdiğimiz rızıklardan başkaları için de harcayın.’’ (Münafikûn 10)

Yüce kitabımız Kur’ân’dan ve Peygamberimizin (s.a.s.) hadis-i şeriflerinden öğreniyoruz ki ahiret hayatının şekillenmesi bu dünyada yaptığımız hal ve hareketler sonucunda olacaktır. Öyleyse kendimize şu soruyu sormanın tam vaktidir: “Ey nefsim! Ebedi hayata göç etmeye nasıl bir hazırlığın var?” Rabbim bizleri ölüm ve ölümden sonrası için çalışan, ona hazırlık yapan kullarından eylesin.
Millet olarak dünyada görebileceğimiz büyük musibetlerden birini maalesef gördük. Depremde vefat eden kardeşlerimize Rabbim rahmet eylesin, yaralı olanlara şifalar versin, geride kalanlara da sabırlar ihsan eylesin. Büyük acıların içinde boğuşurken millet olarak ciddi bir kenetleşme örneğini de elhamdülillah gördük. Afetzedelere yardım edebilmek için insanlar canla başla çalıştılar. Kimi kardeşlerimiz 7 gün 24 saat deprem bölgelerinde aileleri ve etrafındaki insanlar ihtiyaç halinde olsa dahi fedakârca depremzede kardeşlerimizin yardımına koştular. İnsani yardım dernekleri depremin ilk saatlerinden itibaren hemen hazırlıklarını yapıp yardımları sahadaki insanlara ulaştırma gayretindeydiler. Buradan insani yardım yapan bütün dernek ve vakıflarımıza teşekkür ediyor ve Rabbim çalışmalarınızı bereketli kılsın duasında bulunuyoruz. Rabbim bu tür acılardan milletimizi ve tüm İslam âlemini muhafaza buyursun.

Allah (c.c.) bir iş hakkında o işin olmasını dilerse sadece ol demesi kâfidir o iş hemen oluverir. Görüp anlayanlar için etrafımızda her gün nice mucizeler vardır. Çünkü dünya ve içindeki her şey birer sanat eseri ve mucizedir. Her şeyin, Rabbimizin dilemesiyle olduğunu yeniden gördük. Depremden günler sonra, 250-290 saat sonrasında deprem enkazından sağ çıkan insanlar oldu.
Rabbimiz her şeyin kendi kudretinde olduğunu bizlere gösterir ki bu dünyada vakti dolan insanların sebepler dâhilinde eceli gelir ve vefat ederler. Ama Allah’ın (c.c.) yaşatmak istedikleri yani eceli gelmeyenler ise dünya hayatına devam ederler. Hayatın uzunluğu ve kısalığı bizim elimizde değildir. Elimizde olan şey ise dünya hayatını zevkimize veya keyfimize göre değil Rabbimizin istediği ve razı olacağı şekilde yaşamaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?