Şerrin hayrı geçtiği, kötülüklerin, iyiliklere galebe çaldığı, güzelliklerin çirkinliklerle kirletildiği zamanlardan geçmekteyiz. Dünyanın küçük bir köye benzetildiği küreselleşme süreciyle beraber, ortak bir dünya görüşüne sahip, birbirine benzeyen, adeta kopyala yapıştır modunda bir ahlak ve yaşantıya sahip bir insanlık modeli ile karşı karşıyayız. Aynı düşünce, aynı yaşama, aynı özelliklere sahip olmakla birlikte beyazın siyahla karıştığı/karıştırıldığı flu bir ortamda, farklılıkların da ortadan kaldırıldığına şahit oluyoruz. Bir dönem yasak görülen, sevilmeyen, onaylanmayan kimi karakter ve davranışların, günümüzde kabul edildiğini, toplumsal hayatta bunların kendisine yer bulduğunu görüyoruz. Kimine göre tüm bu olanlar çağın bir gereği, kimine göre engellenemez bir geçiş.
Birçok şeye şahitlik ediyoruz. Kur’an ve Sünnet’le inşa edilen Müslüman bir toplumun, cahiliyeye ait olan tüm murdar işlerle hemhal olduğunu görüyoruz. Aynı öğretiye sahip, dilde aynı şeylere inandığını söyleyen, inancını da İslam olarak ifade eden Müslüman bir toplumun mensuplarının, dün ve bugün arasında sözdeki ve ameldeki farklılıklarına şahit oluyoruz. Dün yalanlanan, sevilmeyen, kabul edilmeyen pek çok şeye, yeniden itibar edildiğine vakıf oluyoruz. Ne oldu da bu hâle geldik?
Müslüman bir toplum olarak, bizi biz yapan, bizi diğer toplumlardan farklı kılan özelliklerimiz vardı. İnandıklarımız, kabullerimiz, değerlerimiz, kriterlerimiz, ahlakımız, davranışlarımız diğer toplumlardan farklıydı. Biz, bunlardan vazgeçtikçe, başkalarının yaptıklarını yaptıkça, yaşadıklarını yaşadıkça onlardan farkımız kalmadı. Aramızdaki farklılık ve engelleri kaldırdıkça onlar gibi olmaya başladık. Huyumuz, suyumuz onlara benzedi. Çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız ve erkeklerimiz, ailelerimiz onlar gibi olmaya başladı. “Bize bir nazar oldu, Cumamız Pazar oldu/Ne olduysa hep bize azar azar oldu!..” Arif Nihat Asya’nın bu mısralarında olduğu gibi bu süreç bize yavaş yavaş işledi, fark etmeden bireylerin, ailelerin ve toplumun içine sızdı. Bunun adı Batılılaşma, çağdaşlaşma, medenileşme, küreselleşme her ne ise bu bizlere ne yakıştı ne de bir fayda getirdi. Aksine gün geçtikçe daha da beter bir hâle doğru ilerlemekteyiz.
Şu kaçınılmaz bir gerçekliktir ki değişim ve dönüşüm toplumların kaderinde var olan bir olgudur. Değişim pozitif yönlü olabildiği gibi negatif yönlü de olabilir. Bizim toplumumuza etki eden değişim ve dönüşüm negatif yönlüdür. Çünkü bu değişim ve dönüşüm açık bir biçimde zararlı sonuçlar getirmiştir. Bugün hâlinden memnun olan kaç kişi vardır, aile içinde kaç kişi huzurludur, kaç kişinin yüzü gülmektedir? Fakire el uzatan, yoksulu doyuran kimler vardır? Kendisine güvenilen, sözleri doğru olan, dürüst ve adil olan kaç kişi vardır? Anne-baba hakkını, akraba-komşu hakkını, Müslüman kardeşinin hakkını bilen kaç kişi kalmıştır? Söylenecek onca şey var çünkü biz önceden böyle değildik, böyle yapmıyor, böyle yaşamıyorduk. Birçok şey değişti, birçok şeyi değiştirdik, değişimin seyrine kapılıp sahip olduklarımızı, güzelliklerimizi kaybettik.
Yaşadığımız değişim ve dönüşümün olumsuz sonuçlarının, bir zamanlar sahip olduğumuz güzellikleri bıraktığımız için olduğunu anlarsak o gün yol almaya başlarız. Şu da bir gerçektir ki insanlar hasta olduğu gibi toplumlar da hasta olur. Her hastalığın tedavisinde olduğu gibi toplumsal hastalıkların tedavisinde de o hastalığı teşhis etmek, tedaviye başlamak için gereken ilk aşamadır. Böylece tedaviye uygun olan reçetelerle o hastalığı yenme sürecine geçilmiş olur. Bizler de toplum olarak, hasta olduğumuzu bilirsek, bünyemize zarar veren şeyleri fark edebilirsek, toplumsal hastalıklarımızın tedavisine geçebiliriz.
Bizim hastalıklarımızın tedavisi, geçmişimizle yüzleşmekten geçmektedir. İslam’ın doğduğu ilk zamanlarda, cahiliye dediğimiz dönemde yaşananlarla, bizim dönemimizde yaşananlar arasında pek fark kalmamıştır. Cahiliyede yaşanan ne ise bugün de yaşanan aynıdır. Hatta kimi zaman daha ağırları da yaşanmaktadır. Karanlığın, cehaletin, bozgunculuğun, vurgunculuğun yaşandığı o dönemde, toplumsal hastalıklara uygun ilaç ve merhemlerle toplum tedavi edilerek adil, hakkaniyetli, insanî bir toplum inşa edilmiş; vahşi, zalim, cahil bir toplumdan, medeni, adil, bilge bir toplumsal yapıya geçilmiştir. Ümmeti Muhammed olarak bizleri hasta eden yaralarımızın merhemi, daha önce uygulanan ve fayda sağlayan tedaviyi uygulamaktan geçer. Yeni bir ilaca, yeni bir yönteme, yeni bir şifacı aramaya gerek yoktur. İyi olmak, düzelmek, iyileşmek istiyorsak en başa dönme zamanı gelmiştir.
Allah, her topluma, onlara doğru yolu gösteren, onlara kitap ve hikmeti öğreten peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, toplumun tüm kesimlerine iyiliği emreden ve kötülükten meneden emirlerle uyarıda bulunmuşlar; onları fitne, fesat ve bozgunculuğa karşı korumuşlardır. Her bir peygamber, toplumunu Allah’ın emir ve yasaklarına göre ıslah etmiş, bu minvalde toplumlarını inşa etmişlerdir. Peygamberlerin ardından onları takip edenler de bu ıslah ve inşa çalışmalarına devam etmişler. Böylelikle toplumlar huzur, adalet ve hakkaniyetle ihya edilmiştir. Ne zamanki nesiller uyarı ve nasihatleri bırakmışlar işte o zaman akamete uğramışlardır.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran,104)
Kur’an’daki bu ayet, toplumun selametini, kurtuluş yolunu göstermektedir. Toplumun hayrı, selameti; iyilikleri yaymak, kötülükleri durdurmaktan geçer. Toplumun ıslahı ve hastalıklarının şifası ne bilimle ne siyasetle ne de insanlar tarafından uydurulmuş diğer safsatalarla mümkündür. İslam’ın öğretisinin, ilkelerinin, pratiklerinin olmadığı hiçbir düzen, hiçbir sistem bu konuda başarılı olamamıştır, olamayacaktır da. Başka yollar aramak, başka şeyler üretmek fayda yerine zarar, kazanç yerine kayıptır. Eğer öyle olsa idi, yeni girilen yollar; toplumu böyle handikaplara, kaoslara taşımazdı.
Toplum içindeki her bir fert, birbirinden sorumludur. Her bir fert, toplumunun hayrı için iyilikleri paylaşmalı, onları yaymalı, kötülüklerden uzak durmalı, onları engellemeye çalışmalıdır. Eğer şimdiye kadar bu yöntemden vazgeçmeseydik ne böyle bir toplumumuz olur ne de böyle sorunlar ve acılar yaşardık. Bir gün elimizde olanın kıymetini bilip Asr-ı Saadet’in sonuçlarının fayda getirdiğini kabullenirsek işte o zaman toplumsal hastalılarımızın şifasına kavuşmuş oluruz. Vesselam…