Peygamber Efendimizin “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.” dediği sahabelerinden Saîd bin Âmir’in hayatından birkaç noktaya ve bu noktalardan günümüze yani kendimize çıkarmamız gereken derslere değineceğiz.
Saîd bin Âmir, ölümü üzerinden yaklaşık bir buçuk asır geçmiş olmasına rağmen bugün hâlâ kendi adından söz ettiriyorken, günümüz insanları ise ölümü üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra unutulmaya yüz tutuyor. Unutulmak ya da unutulmamak, insanın hayatta iken Allah yolunda ve onun rızasını kazanmak için yaptığı çalışmalara bağlıdır. Saîd, Allah yolunda yaptığı faaliyetlerden dolayı ismi günümüze kadar taşınmış sahabelerden sadece biridir.
Saîd bin Âmir el-Cumahî, dünya karşılığında ahireti satın almış, Allah ve O’nun Peygamberini her şeyin üstünde tutmuş kişidir. Saîd bin Âmir, Peygamber Efendimizin Kureyş tarafından yakalanan sahabesi Hubeyb bin Adiyy’in öldürüldüğünü görmek için Tenîm’e çıkan binlerce kişiden birisiydi. Saîd bin Âmir, Hubeyb’in şehadetinden önce şöyle dediğini duyar:
“Ne olur, bırakın da ölmeden önce iki rekât namaz kılayım“. Ve kâfirler, onun son isteğini yerine getirdiler. Sonra onun Kâbe’ye yönelip iki rekât namaz kıldıktan sonra Kureyş’in ileri gelenlerine yaklaşıp “Vallahi, eğer ölümden korktuğum için namazı uzatmış olduğumu düşünmeseydiniz, daha fazla namaz kılmak isterdim.” dediğini duyar.
Kavmi Hubeyb’i parçalarken Saîd bin Âmir olanları izliyor ve Hubeyb’in ölmeden önce söylediği “Allah’ım! Onları unutma, onları yok et ve hiçbirini sağ bırakma!” şeklindeki son sözleri onun aklında ve kalbinde sürekli yankılanmaya başlar.
Hubeyb’in ölümü pahasına da olsa İslâm dinine olan bağlılığı ve dik duruşu Saîd bin Âmir’in Müslüman olmasına ve kendisine çekidüzen vermesine yetmişti. Hubeyb’in şehadeti Saîd bin Âmir’in Müslüman olmasına, ölü olan kalbinin dirilmesine vesile olmuştur. “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir (En’âm, 162).” buyrulmaktadır. Ancak Allah için olan ameller meyve vermektedir. Hubeyb Allah rızası için şehadete emin adımlarla yürürken Saîd bin Âmir’in Müslüman olmasına vesile olmuştur.
Saîd bin Âmir, Müslüman olduktan sonra Medine’ye hicret etti. Hayber ve ondan sonraki savaşlarda Resûlullâh’la (sav) beraber oldu. Resûlullâh’ın (sav) vefatından sonra Saîd, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifelikleri döneminde İslâm’a hizmet etmeye devam etmiştir. Allah’ın rızasını, onun vereceği sevabı, nefsin diğer isteklerine ve bedenin arzularına tercih eden müminlerin örneği olacak bir hayat yaşamıştır.
Resûlullâh’ın (sav) bu iki halifesi, Saîd bin Âmir’in doğruluğunu ve dindarlığını bilirler, onun nasihat ve sözlerini dikkate alırlardı. Hz. Ömer halife olduğunda Said, Hz. Ömer’in yanına girip kendisine şu nasihatlerde bulunmuştu:
“Ey Ömer! Halkın işlerini yaparken Allah’tan korkmanı, Allah’ın emirlerini yerine getirirken insanlardan korkmamanı ve sözünün fiiline aykırı olmamasını tavsiye ederim. Sözün en hayırlısı, fiilin doğruladığıdır. Ey Ömer! Uzak yakın işlerini üzerine aldığın Müslümanlarla ilgilen. Kendin ve ailen için istediğini onlar için de iste. Kendin ve ailen için istemediğini onlar için de isteme. Hakkı elde edinceye kadar zorluklara göğüs ger. Allah’ın emirlerini yaparken hiçbir dedikodudan ve kınamadan korkma”.
Saîd bin Âmir, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Humus’a vali olarak tayin edilir ve orada göreve başlar. Bir müddet sonra Halife Hz. Ömer’e Humus halkından güvendiği bazı kişiler gelir. Hz. Ömer onlara; “Bana fakirlerinizin isimlerini yazın da ihtiyaçlarını karşılayayım.” der. Onlar Humus’ta bulunan fakirlerin isimlerini bir kâğıda yazarak Hz. Ömer’e verirler. İçinde falanca, falanca ve Saîd bin Âmir yazılıydı.
Hz. Ömer: Saîd bin Âmir kimdir, der.
Onlar: Valimizdir, der.
Hz. Ömer: Valiniz fakir mi?
Onlar: Evet, vallahi o, uzun günlerini evinde hiç ateş yakmadan geçirir.
Bunları duyan Hz. Ömer, gözyaşları sakalını ıslatıncaya kadar ağlar. Sonra ona bin dinar göndermeye karar verir. Dinarları bir torbaya koyar ve onlara şöyle der: “Ona, benden selâm söyleyiniz. Emîrü’l-Müminîn senin ihtiyaçların için şu parayı gönderdi deyiniz.” der ve 1000 dinarı onlara verir.
Saîd bin Âmir’e para gelir ve O:
“İnnâ li’llâhi ve innâ ileyhi râci’ûn (Biz Allah’a aitiz ve elbette ona döneceğiz), demeye başlar.” Sanki başına bir felâket gelmiş veya önemli bir meseleyle karşılaşmıştı. Çünkü bu ayet, başa gelen bir musibet anında söylenir. Karısı merakla koşup gelir:
“Ne oluyor sana, Saîd! Yoksa Emîrü’l-Müminîn mi öldü?” der. “Tam tersi, ondan daha büyüğü!” “Müslümanların başına bir iş mi geldi?” “Yok, ondan daha büyüğü.” “Neymiş ondan büyüğü?” “Dünya, âhiretimi bozmak için, benim evime girdi. Fitne evime yerleşti.” der. “Öyleyse ondan kurtulmaya bak.” Eşinin henüz kendisine gelen dinarlardan haberi yoktu. “Bana bu konuda yardım eder misin?” “Evet, ederim.” diye karşılık verince eşi, Saîd dinarları alıp torbalara koydu ve Valisi olduğu halkın içinde bulunan fakirlere, yetimlere ve dullara dağıtarak kurtuldu.
Günümüz insanlarının paraya bakış açısı ile Saîd bin Âmir’in paraya bakış açısını kıyasladığımızda maddiyatın bizleri nasıl esir aldığını çok net bir şekilde görebiliriz. Ne yazık ki, günümüz insanları para için her şeyi yapmakta iken Saîd, kendisi muhtaç durumda iken gelen paranın hesabını verememekten korkmakta ve bunu dünyanın ahiretini satın almasına benzetmektedir.
Günümüz insanlarına ne yazık ki, “Üzümünü ye, bağını sorma” gibi bir alışkanlık sirayet etmiş. Müslüman yiyeceği üzümün bağını sormak zorundadır. Aksi takdirde sadece kendisine değil bakmakla yükümlü olduğu ailesine de haram lokma yedirmiş olacaktır.
Saîd bin Âmir’in hayatına dönecek olursak Hz. Ömer incelemelerde bulunmak üzere Şam diyarına gittiğinde Humus halkı, valilerini dört hareketinden dolayı Müminlerin Emiri’ne şikâyet ederler. Bundan sonrasını Hz. Ömer bizzat kendisi anlatmaktadır:
“Saîd’le şikâyetçileri bir araya getirdim ve Allah’a onun hakkında düşüncelerimde yanılmadığımı göstermesi için dua ettim. Çünkü ona büyük güvenim vardı. Hepsi bir aradayken dedim ki: ‘Valinizden şikâyetiniz nedir?’ Onlar: ‘Gün yükselinceye kadar bizim yanımıza çıkmaz’ dediler. ‘Bu konuda ne diyorsun Saîd’ dedim. Biraz sustuktan sonra şöyle konuştu: ‘Vallahi, bunu söylemek istemiyordum. Fakat şimdi mutlaka söylemem gerekiyor. Benim ailemin hizmetçisi yok. Her sabah ben kalkıp, onlara hamur yoğuruyorum. Mayalanıncaya kadar biraz oyalanıyorum. Sonra ekmek yapıyorum. Sonra da abdest alıp halkın arasına çıkıyorum.’
Hz. Ömer anlatmaya devam etmektedir: “Onlara sordum: ‘Bundan başka şikâyetiniz nedir?’ Dediler ki: ‘Geceleyin hiçbirimizin işini görmez.’ ‘Bu konuda ne dersin Saîd?’ dedim. ‘Vallahi, bunu da açıklamak istemiyordum. Ben, gündüzü onların işlerine, geceyi de Aziz ve Celîl olan Allah’a ibadete ayırdım’ der. ‘Başka şikâyetiniz nedir?’ dedim. ‘Ayda bir gün bizim aramıza çıkmaz’ dediler. ‘Bu nedir Saîd?’ dedim. ‘Ey Müminlerin Emîri! Benim hizmetçim yok, üzerimdekinden başka elbisem de yok. Ayda bir defa, elbisemi yıkarım ve kuruyuncaya kadar beklerim. Akşama doğru onların arasına çıkarım.’ der. Sonra yine sordum: ‘Daha başka şikâyetiniz nedir?’ dedim. Dediler ki: ‘Bazen şuurunu kaybeder ve yanındaki kimselerden haberi olmaz.’ ‘Bu nedir Saîd?’ dedim. O da şöyle cevap verdi: ‘Ben müşrikken Hubeyb bin Adiyy’in şehit edilişine şahit oldum. Kureyşlilerin, onun vücudunu paramparça ettiklerini gördüm. Onun orada bulunanlar için yaptığı bedduaya şahit oldum. Bu bedduanın bana da gelmiş olmasından ve Allah’ın bana bundan dolayı gazaplanmasından korkuyor ve dalıp gidiyorum.’ dedi.
Evet, değerli kardeşlerim,
Saîd bin Âmir yaşadığı dönemde büyük bir makam ve mevkide olmasına rağmen çok sade bir hayat yaşamış, fakir bir şekilde vefat etmiştir. O cahiliye dönemlerinde Hubeyb’e yaptıklarından dolayı Allah’ın kendisine gazaplanmasından korkmakta, bundan dolayı sürekli tövbe etmektedir.
Kendisi bir vali olmasına rağmen tek bir elbise ile idare etmekte, evinde bir hizmetçi dahi bulundurmamaktayken bugün sıradan vatandaşlar olarak bizler bile yeri geldiğinde bir giydiğimiz elbiseyi ikinci bir defa giymeyebiliyoruz.
Saîd bin Âmir kocaman bir ilin valisi olmasına rağmen yönetiminden sorumlu olduğu vatandaşlar tarafından ilçenin fakir listesine alınacak kadar muhtaç, kendisi için gönderilen parayı fakir fukaraya dağıtacak kadar zengin gönüllü bir amirdi.
Saîd bin Âmir hem yönetiminden sorumlu olduğu vatandaşları hem de Allah’ı razı etmek için gündüzünü vatandaşlara karşı olan görevine, gecesini ise Allah’a karşı olan görevine ayıracak kadar ince düşünceli bir valiydi.
Abdulkadir ÇAPANAK
Kaynakça
1) Sahabe Hayatından Tablolar.