Yine bir güneş, yeni bir gün ve yeni hayatlar… Bu yeni güne herkes uyanır; rüzgâr, bitki ve hayvanlar. Sonra yine bazı canlılar ölür ve bazıları da doğar. Akşam yine ay ve yıldızlar… Gece ve gündüz su gibi geçer ve gün biter. Gece yeni bir güne gebe, bugün de aynı şeylere. Bu rutin, kişinin küçük kıyameti, yani ölümüyle sona erer ve yeni bir hayata uyanır insan.
İnsanın hedefi neyse onun için yaşar. Yeri gelir eğlenir, güler, ağlar; yeri gelir gezer, düşünür ve ibret alır. Gündüzü ve gecesi hiç değişmeyen bu hayatın rutini ve her gün hiç değişmeyen 24 saati, kişi kendi iradesini kullanarak diğer insanların hayatından ayırır. Ama bu sefer de kendi hayatı rutin bir hâl alır.
Ve biz hep rutinimiz bozulduğunda ne olacağını düşünmeden rutin bir hayatımız olduğundan şikâyet ederiz. Peki, hayatımızın rutini bozulursa ne olur?
Mesela evden kahvaltı yapıp çıktığımız ve akşam geri döndüğümüz günlük rutinimiz, bir gün gözümüzü açıp yatalak kaldığımızda bozulabilir. Rutinimiz değişir ama değişmesi için dua eden ve şikâyet eden dilimize beddualar ederiz.
Ayeti kerimede diyor ya Allah (c.c.):
” … Şüphesiz insan çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb, 72) diye.
Gerçekten de doğamızda var şikâyet, memnuniyetsizlik ve istemek.
Ancak etrafımıza bakıp, ibret almaya başladığımızda da bizden daha üstün bir varlık yok. Yani düşünme, bizi biz eden şeydir.
Ama bu rutin hayatın içinde gün “yine” bir gün olmasın, gerçekten “yeni” bir gün olsun. Her gün yeni şeyler katsın hayatımıza. Bir günümüz diğer günümüzle aynı olmasın. Hadis-i şerifte Resûlullah’ın buyurduğu gibi:
“İki günü eşit olan aldanmış, bugünü dününden kötü olan lanetlenmiştir.”1
Bunun için her günümüzü ilk günümüz olarak düşünüp ibret alarak onu değiştirmeliyiz.
Bu ilk günümüze de bize inen ilk ayetleri düşünerek başlayalım. Var olan düzenin değişmeye başladığı, İslam’ın ve son peygamberin indiği, yeni bir devrin başlama nedeni olan ayetlerin ilki; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 1)
Peki, Rabbimizin adıyla neyi okuyalım?
1- Bu Ayetin Öncülüğünde İnen Kur’ân-ı Kerim’i
“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz olun ki rahmete nail olunasınız.” (A’râf, 204)
Anlama ancak iyi bir dinleme ve güzel bir okumayla olur. Kur’ân-ı hakkıyla anlayan bir insan da dünya ve ahiretini kurtarır.
2- Kâinatı ve Onda Gerçekleşen Olayları
“Gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan çok daha zordur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Mümin, 57)
Çünkü ekletmezler ve vicdanlarını dinlemezler.
Yerin altındaki sıcaklık, göğü olumsuz etkilemez. Yer çekiminin gökteki hiçbir gezegene gücü yetmez. Yer çekimine rağmen gökyüzü yeryüzünden vasıtasız ayrılmıştır. Hiçbir yağmur tanesi yeryüzüne inerken birbirine değmez. Her kar tanesinin şekli birbirinden farklıdır. Ve daha nice örnekler… Yer ve gök arasında yaratılan hiçbir şey, yer ve gökten şikâyetçi değildir. Çünkü muntazam bir düzen içindedirler. Bu muhteşem düzen keşfedildikçe de 1400 küsur yıl öncesinden Kur’ân-ı Kerim’de var olduğu da keşfedilir. Bunlardan biri de şu ayettir: “Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık.” (Kâf, 33)
Buradaki altı gün tefsir ulemasına göre altı evre veya dönem demektir. Ve bu altı dönemde Rabbimiz ilk önce, “Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne, isteyerek veya istemeyerek gelin! Dedi. İkisi de isteyerek geldik dediler.” (Fussilet, 11)
Bir dumandan yani toz bulutundan göğü yani güneş, gezegenler ve göğün katlarını, sonra da yeryüzünü, katlarını ve yer çekimini yaratmıştır. Ki bunu da bilim adamları dünya var olmadan önce kâinat bir toz bulutu hâlindeydi diyerek kendilerince doğrulamışlardır. Bu altı günün iki gününde sadece yedi gök yaratılmıştır. “Böylece onları iki günde yedi gök olarak tamamladı ve her göğe işini vahyetti.” (Fussilet, 12)
Bu muhteşem düzen içinde gökyüzü en ibret verici ve insanı hayrete düşüren en muntazam yerdir. Gökte binlerce hatta milyonlarca samanyolu, her samanyolunda milyonlarca gezegen ve bu milyonlarca gezegen içinde yaşam bulunan tek gezegen dünya. Ve insan için yaratılmış koca bir kâinat. Peki, insan hâlâ kimin için yaşıyor?
3- Kendimizi
Kendimizi okumak bir nevi gözü yeniden hayata açmaktır. Bu muhteşem düzeni fark etmenin en basit yoludur aynaya bakmak. İnsan kendini keşfettikçe kâinatı keşfeder. Kendindeki muhteşem düzenin ve ne için yaratıldığının farkına vardıkça keşfedebileceği yeni şeyler arar. Çünkü buna ihtiyaç duyar. İnsan hayret etmeyi seven bir varlıktır. Bilmediği bir şeyi öğrenmekten zevk alır. Kâinat muntazamlık içinde olduğundan ve daha sınırları bile bilinmediğinden o kadar çok bilmediğimiz şey var ki, kâinat kadar hayret edilecek şey var diyebiliriz. Sonsuz hikmet ve nimet içinde oluşumuz hakkında bir ayeti kerimede Allah (c.c.): “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsaydı, deniz de ardından ona yedisi daha eklenmek üzere mürekkep olsaydı, yine de Allah’ın sözleri tükenmezdi. Allah azizdir, hakimdir.” (Lokman, 27) buyurmuştur.
İnsanın ömrü sonsuz olsa ve her gün Allah’ın (c.c.) yarattığı şeyleri düşünecek olsa, yine de bu nimetleri bitiremez.
“Tefekkür” olmak demektir. Olanlar da bulanlardır. Bulanlar da sonsuz huzura erenlerdir. Her şeyin başı tefekkür olduğundan onu hakkıyla yapmak da çok değerlidir. Bir hadiste Resûlullah (s.a.s.): “Bir saat tefekkür, bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır.”2 buyurmuştur.
Bu yüzden biz de en başta en değerli şeyden başlayacağız. Değişmek ve değiştirmek için fark edip düşünmek.
Yine ve yeniden ama bu sefer daha kararlı bir tefekkürle. Bulanlardan olabileceğimiz bir tefekkür duasıyla…

Kaynakça
1) Beyhaki 2) Suyuti, Camiu’s-Sağir II / 127.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?