İnsanın gayesi ne ise gösterdiği çabası da hep o gaye çerçevesinde olacaktır. Her insanın mutlaka bir gayesi vardır. Dünya için de ahiret için de gayelerimiz vardır. Bu gayeler Allah için ise yani O’na daha iyi bir kul olmak için ise Müslümanın hayatının merkezinde hep Allah olacak. Allah’ı gaye edinenlerin hayatı da hep bu çerçevede olacaktır.
Rabbimiz ayetinde: “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) buyurmuştur.
Şehit Seyyid Kutub bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Elbette cin ve insanların var olmalarının bir gayesi vardır. Bu kısacık ayet muazzam ve korkunç bir gerçeği kapsamaktadır ki bu gerçek iyice anlaşılmadan yeryüzünde beşer hayatı düzenli olmaz. Yeryüzünde sözünü ettiğimiz hayat ister kişisel hayat olsun ister toplum hayatı olsun isterse tüm devirler ve çağlar boyu bütün insanlığın hayatı olsun fark etmez. Bu kısacık ayet birçok anlam ve gayelerin ufuklarını açmaktadır ki bunların tümü hayatın üzerinde durduğu temel taşı sayılan bu muazzam gerçeğin içinde yer alır. Elbette ki cinlerin ve insanların var olmalarının, yaratılmalarının belirli bir gayesi vardır. Bu gaye bir görevde simgelenmektedir ki, kim bu görevi yerine getirirse varlık ve yaratılış gayesini gerçekleştirmiş olur. Yerine getirmeyen ya da yan çizen ise yaratılış gayesini yıkmış ve yitirmiş olur. Böyle birisi görevsiz, başıboş kalmış ve hayatı hedef ve değerini yitirmiştir. Hayatı, kendisini değerli kılan asıl anlamını yitirmiş olur. Böylece hayat yaratılış gayesinden sıyrılmış ve bunun sonucunda kişi dipsiz bir boşluğa yuvarlanmıştır. Bu durum kendisini ana sisteme bağlayan, koruyan ve ona ölümsüzlüğü sağlayan varlık kanunundan sıyrılıp kaçan herkesin başına gelir. İnsanları ve cinleri varlık kanununa bağlayan bu belirli görev Allah’a ibadet veya O’na kulluktur. Ortada bir kul, bir de Rab olacaktır. İbadet eden bir kul, tapılan bir Rab… İşte bir kulun hayatı bütünü ile bu ilke üzerine olursa düzgün olur.”1
Mahmut Toptaş, yukarıdaki ayetle ilgili: “İnsanoğlunun yaradılış gayesi Allah’a kulluk yapmaktır. “Kulluk yapmak” demek her hareketimiz, sözümüz ve tavrımızda Allah’ın emirlerinin damgasının olması demektir. Mademki yaratılışımızda O’nun damgası vardır, aynı şekilde yaşantımızın da tamamında Allah’ın damgası olmalıdır.”2 demiştir.
Yaratılış gayemizi unutmak ne kötüdür. Allah bizleri kulluk için yaratmıştır. Dünyanın bize geçici olduğunu ayetlerinde bildirmiştir. Biz ise dünyayı sahiplenip ahireti unutursak eğer asıl gayemizi de yani kulluğu da unutmuş olacağız. Yaratılış gayesini anlayan İmam Hasan el Benna şu sözleri hayatının şiarı edindi. Ne güzel sözlerdir onlar!
“Gayemiz Allah
Önderimiz Rasulullah
Anayasamız Kur’an
Yolumuz Cihaddır;
En büyük arzumuz, Allah yolunda şehit olmaktır.”
Bugün de bu sözü Şehid Muhammed Mursi söyledi.
Onlar gayemiz Allah dediler. Allah’ın davası uğruna zamanlarını, enerjilerini, rızıklarını ömürlerinde onlara sevgi veren şeyleri evlatlarını, eşlerini en önemlisi canlarını bu yolda feda ettiler. Bütün kaygı ve endişelerinde Allah’ı gaye edindiler. Rabbimiz belki de Muhammed Mursi’nin o güzel şehâdet arzusuna kavuşması için ona bu zorlu süreci yaşattı. Hasan el-Benna’nın şu sözü bizim içinde ne kadar önemli ve ders çıkarılacak bir sözdür:
“Davalar ancak kendisine olan inancın kuvvetli olduğu, o yolda samimiyetin tam olduğu o davaya olan gayretin sürekli arttığı onu gerçekleştirmeye ve o yolda fedakârlık yapmaya sevk edecek şekilde hazırlıklı olunduğu zaman başarıya ulaşır.” İşte bu 4 haslet gençleri diğer insanlardan ayıran özelliklerdir:
1-İnanç
2-Samimiyet
3-Gayret
4-Amel
Burada kendimize sormalıyız ki. Bu davaya olan inancım ne kadar kuvvetli? Davam için ne kadar samimiyim?
Yaşadığımız gündelik sıkıntılarda eş, çocuk, arkadaş, akraba rızık sıkıntısı vs. Çevremiz bir şeyler söyleyince samimiyetimiz azalıyor mu? En önemlisi gayretimiz ve amelimiz azalıyor mu?
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (Münafikun,63/ 9)
Şehit Seyyid Kutub bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: “Kalp uyanık olmadığı zaman, kendi varlığının amacından habersiz olduğu zaman, yüce Allah’ın kendi ruhundan bir soluk üflediği yaratığa yaraşır üstün bir hedefin bilincinde olmadığı zaman mal ve evlad ona ayak bağı olur, onu oyalar. Yüce Allah insan ruhuna kendi beşerî sınırları içinde bazı ilahi nitelikleri gerçekleştirme eğilimini, arzusunu yerleştirmiştir. Bunun yanı sıra yeryüzünde halifelik görevini yerine getirmesi için ona mal ve evlat da bahşetmiştir. Fakat bunlar insanı Allah’ı anmaktan alıkoymamalıdır. İnsanlığının ancak onunla anlam kazandığı kaynakla iletişim kurmasına engel olmamalıdır. Bu kaynakla iletişim kurmaktan habersiz olanlar. Böyle bir iletişim kurabilmek için Allah’ı anmaya zaman bulamayanlar: “İşte onlar ziyana uğrayanlardır.” İlk kaybettikleri şey de insan olma vasfıdır. Çünkü bu özellik insanı insan eden bu kaynakla iletişim kurmaya bağlıdır. Kendini kaybeden de istediği kadar mala ve evlada sahip olsun her şeyini kaybetmiş, zarar etmiş demektir.”3
Davamız, gayemiz, gönlümüzün başköşesinde olursa diğer şeyler hep bu gayeden sonra gelecek. Ve fedakârlıklar acı gibi gözükse de çok tatlı olacak. Son olarak Yusuf’un (as) duası ile bitirelim:
“Ey göklerin ve yerin yaradanı! Gerek dünyada gerek ahirette tek dayanağım sensin; canımı Müslüman olarak al ve beni iyi kulların arasına kat.” (Yusuf, 12/10)

1) Fizilal Tefsiri 2) Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/243-244. 3) Fizilal Tefsiri

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?