Söze hangi cümle ile başlayayım bilmiyorum. Sözün hangi yerinde oturup zalimlere, gaddarlara, katillere bir yığın namahrem cümleler mırıldanayım onu da bilmiyorum. Aslında sözün tükendiği yerdeyim. Zalimler için zehir zemberek cümleler kurma vaktinin tam orta yerindeyim. Yer yer Müslümanlara sitem etsem de zalimlere lanet okuyarak sözü Ümmü Ahmed’in yürek yakan hikâyesine terk edeceğim. İmanın insan kalbinde nasıl bir tesir bıraktığını, Sabrın yüreklerdeki serinliğini göreceğiz bu hikâyede… Bir kadının avuçlarına düşen hüznü nasıl da şükre dönüştürüp metanetle, umutla hayat sürdüğünü göreceğiz bu hikâyede…
Ve şimdi vakit, ön yargılarımızdan uzaklaşarak Ümmü Ahmed hikâyesini dinleme vakti.
Ümmü Ahmed, ordu mensubu emekli eşi, gazeteci oğlu, kızı, damadı ve üniversite tahsili için gelen kardeşinin iki oğlu ile yaşamaktaydı. Savaşın orta yerinde hayat süren Ümmü Ahmed, yaklaşan Mevlit Kandili nedeniyle Suriye’ deki iç savaşın bitmesi adına dua etmek için aile içi küçük bir program düzenlemeyi düşünüyordu. Ailenin tüm bireyleri o gece bir araya gelip silah sesleri arasında titreyen ellerle dua ettiler.
Kısa bir süre sonra Esad güçleri kapılarını zorlayıp aniden içeriye girer. Ümmü Ahmed ve çocukları korku dolu gözlerle onlara bakarlar. Esad’ın adamları şiddetli bir sesle : ‘’Tüm erkekler dışarı çıksın!’’ diye bağırır. Ümmü Ahmed hiç olmadığı kadar endişeliydi, ağlamaklıydı. Eşi : ‘’Korkma! Sadece arama yapıp giderler.‘’ diyerek kendisini teselli etmeye çalışsa da korkusu geçmemekte, kalbi hızlı hızlı atmaktaydı. Sırayla kardeşinin iki oğlu, kızının kocası, gazeteci olan oğlu, kızı ve en son olarak da eşi dışarı çıkartılır. O an tek yapabildiği kendisi ve tüm aile bireyleri için dua etmekti. Korkuyla ama gönülden bir dua… Ümmü Ahmed kime üzüleceğini bilemedi. Eşine mi, oğluna mı, kızına mı, kardeşinin evlatlarına mı hangisi için ağlasın. Hepsinin hayatında yeri o kadar farklıydı ki… Ama her anne gibi kendi canından önce evladının canı geliyordu. Tercih hakkı sunulsaydı kendi canını ortaya koyardı hiç düşünmeden. Oğluna dönüp ; ‘’Yavrum! Bugün senin doğum günün, insan doğduğu gün ölürmüş’’ diye ağlayarak sarıldı. Oğlu tebessüm etti ve annesine, “ bunlar batıl inançlar anne” dedi. O anda Esad askerlerinin sesleri yükseldi ‘’ Eğer tüm erkekler aşağı inmezse binanın tamamını bombalayacağız ‘’ Oğlu merdivenlerden aşağı inerken anne Ümmü Ahmed kapıda ağlamaya devam ediyordu. Bir anda silah sesleri yükseldi ve evden çıkanlar bir bir hain kurşunlarla vurularak yere serildi. Önce eşi sonra eniştesi, sonra kardeşlerinin çocukları ve oğlu… Ümmü Ahmed bilincini kaybetmişti. Bir yanda bütün sevdiklerini kaybetmenin acısı, bir yanda beni de vururlar korkusu… Gözlerinin önünde yere serilen masum bedenler…
Ümmü Ahmed beş nazik bedeni toprağa kendi eliyle verdi. Ama her şeye rağmen hayat devam ediyordu. Savaşın verdiği yorgunluğu ve acıyı üzerinden atıp kızının geleceğini düşünmeliydi. Hayata tutunmak için kızını alıp Türkiye’ye sığındı. Türkiye’ ye olan minnetini ‘ Türkiye, Suriye’de kaybettiğimiz eşimiz, oğlumuz oldu, bize sahip çıkıp kucakladı. ‘ sözleriyle açıkladı.
Ümmü Ahmed, şu an Eşi vurulan kızı ile beraber Nizip Çadırkent’te hayatını sürdürmektedir. Hayatın tüm zorluklarına rağmen güçlü ve inançlı bir şekilde tek başına ayakları üstünde durmaya çalışmaktadır. Çadır kentte Suriyeli muhacirler için oluşturulan el sanatları kursuna, beceri geliştirme kurslarına katılarak hem yaşadıklarını unutmak hem de aile bütçesine katkıda bulunmak için çalışıyor, güçlü bir kadın profili çiziyor.
Celal Demir