Necip Fazıl Kısakürek’in (1904-1983) hayal ettiği gençliği ve gençliğe olan bakışını, “gençliğe hitabe” ismiyle gençlere atfettiği metinden ve 1975’te bu isimle gerçekleştirdiği bir konferansta serdettiği sözlerinden anlayabiliyoruz.
Tasavvur ettiği genç profilini, karşısında bulunan gençlere aktarıp onlara bir ruh aşılama telaşıyla onları tekrar ve yeniden kutlu davanın erleri kılma ve dava taşını gediğine koyma vazifesini yüklediği askerleri olarak görmektedir. Uzunca olan metnin bazı noktalarına kafa yoracak ve İslâm tarihinden misallerle metnin bazı kısımlarına yoğunlaşıp örneklendirmeye çalışacağız.
Herkesçe malum olduğu gibi Necip Fazıl’ın düşüncesinde de bütün davaların bel kemiğini oluşturan asıl öğe gençler olmuştur. Bu yüzden birçok yerde kendisine muhatap bellediği gençliğe gerek düzyazılarında gerekse şiirlerinde sıkça vurgular yapmış ve fikrinin mihenk noktasını onlardan müteşekkil kılmıştır.
Gençlik meselenin özüdür. Gençlik ilk çağlardan günümüze değin, her zamanın ana konusu olmuştur. Gençlerini yetiştiren toplumların başarılı olduklarını, gençlerini ihmal edip değerlendiremeyen, onların dinamik yapılarından istifade etmeyen toplumların ise tarih sayfalarında değinilmeyecek kadar önemsiz olduklarına şahitlik ederiz.
Peki, nasıl bir gençlik arzuluyoruz?
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…
Bir gençlik ki, kutlu İslâm davasının bel kemiği; gayesi Allah, önderi Resûlullah, anayasası Kur’ân, yolu cihat ve en büyük arzusu Allah yolunda şehit olmak…
“Hor, öksüz ve büyük davanın, mukaddes emanetin dönmez davacısıyım” diyen bir gençlik…
Kendine, etrafına, yeryüzünün bütün mazlumlarına kucak açacak, alan açıp yön tayin edecek ve millete, “yüzüstü çok süründün, ayağa kalk!” diyecek bir gençlik…
İnandığı fikre tam bir iman, sadık bir ihlâsla sarılan, içten bir sadakatle, dinmek bilmeyen, fikir sancısı çeken, dava hamili bir gençlik…
Bir gençlik ki gönlü imanla yoğrulan selef-i salihinin yolundan ayrılmayan, heybesinde kalemi, kâğıdı, ümmete dair derdi olan…
“Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” şuurunda bir gençlik…
Zamanın ve mekânın idrakinde olan bir genç vaktinin değerini, giden her saniyesinin asla geri getirilemeyecek bir sermaye olduğunu bilir; rabbinin yeryüzünü yarattığını ve insanı ona halife olarak atadığının bilincinde hareket eder. Kendine bu süreli ve kısıtlı dünya meydanında verilen görev icabınca davranıp mekânı sahiplenir ve hakkına tecavüz eden ve onuruna tasallut eden herkese meydan yerine çıkıp karşı durur. Hayâsızca ve çirkefçe yapılan bütün eylemlere “dur!” der.
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik…
Kendisine biçilen uydurma ne kadar rol varsa hepsini alaşağı edip “Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir” ayetini haykıracak bir gençlik…
Kendisine öğretilen tarihe değil hakikatin öğretilerine kulak verecek, cemiyetin tümünü bir ur gibi saran bütün hayâsızca akınlara göğüs gerecek, kendinden öncekilerin hayatından ibretler alıp ders çıkaracak ve öncüllerinin yaktığı meşaleyi daha ileriye taşımak için kalp atışları hızlanacak, ayaklarına takat gelecek, cesur ve kararlı bir gençlik…
Yolunu şaşıranlara “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” diyecek bir gençlik…
Ahlâkını, dinini, zihnini, dilini, tarihini ve imanını kahramanca savunur; nurlu yolun talibi, takipçisi olur. Karanlıktan çıkarıp aydınlığa ulaştıran meşale olur. Allah’ın nuruyla aydınlanıp karanlıkta kalanları aydınlatıp selamete kavuşturan bir gençlik…
“Kim var!” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur! ” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…
Hz. İbrahim gibi olacak. Düşmanın en gafil olduğu esnada putları kırmak üzere baltayı eline alıp hepsini yerle yeksan edip hikmetle işin içinden sıyrılacak, zekâ ve basiret sahibi bir gençlik…
Hz. İsmail gibi Allah’ın emrine boyun eğecek ve gık bile demeyecek kadar delikanlı bir gençlik…
Hz. Yusuf misali, şeytanın fitnesini en deli çağında geri çevirip “zindan beni davet ettiğinizden daha tatlıdır” diyecek kadar iffet sahibi; zindandan çıkınca ve iş başa düşüp de memleket meselesi olunca “beni mali işlerin başına getir, ben bu işten anlarım” diyecek kadar da özgüven ve inanç sahibi olacak bir gençlik…
Kendilerine ne olacağını önemsemeden, yardan ve serden geçerek dönemin despot imparatoruna karşı gelip “bu evrende yerin ve göğün yaratıcısından başka bir ilah yoktur!” diyen ve tüm putlara ve onlara tapanlara başkaldıran Ashab-ı Kehf misali bir gençlik…
Hakkı haykıran, hakka canını can borcu bilip şehadeti canına minnet sayan bir gençlik… Hakkı doğrultacak, doğruyu aşikâr kılacak, hakikatin sesiyle seslenecek bir gençlik… Tüm saltanat ve şatafatına karşın Allah’ın birliğini haykırıp mağaraya sığınan, uykuları bile ayet olan bir gençlik…
“Ancak ‘Allah’ın adıyla’ deyip bana bir ok fırlatırsan beni öldürmeyi başarabilirsin!” diyerek Allah yolunda ölümü kurtuluş bilip, hendekler kazarak Müslümanları alevli ateşlerde kavuranlara sille vuracak ve bölük bölük insanların imanına vesile olacak bir gençlik…
Ebubekir olacak, insanlar ona peygamberi yalanlaması için gelecekler, o ise “ne dediyse doğrudur” diyecek ve cennetle müjdelenecek fertlerin İslâm’ına vesile olmak için gece gündüz demeden mücadele edecek; eziyet gören Müslümanların hürriyetlerine kavuşması için elinde avucunda ne varsa harcayacak bir gençlik…
Ömer olacak, hakikati boğmaya gelirken hakikatte nefes almaya başlayacak. Müminlere Müslümanlığıyla fetih kapısı, hicretiyle zafer ve idaresiyle de adalet timsali olacak bir gençlik…
Osman olacak, en dar zamanlarda Allah Resûlünün komutanlık ettiği İslâm ordusunu donatacak ve bana kalan sadece ahiret sevabı olsun diyecek. Malıyla canıyla davasına gönül verecek ve eşlik edecek. Allah Peygamberinin “Allah’ım, ben Osman’dan razıyım, sen de ondan razı ol!” demesine vesile olacak bir gençlik…
Ali olacak; peygamber ailesinden kendisine destekçiler arayıp da davasını sunduğunda ve “kim benimle olacak” diye sorunca herkes ölüm sessizliğine bürünürken “ben varım” diye cevap veren bir gençlik… Bir yatağa yatacak ki içinde bulunduğu yataktakinin görünen sonu ölüm. O ise hiç tereddüt etmeden yatacaktır yatağa; peygamberi için ölümü göze alacak bir gençlik…
Uhud harbinin en kızıştığı bir demde peygambere ve onun yanındaki bir avuç insana saldırmak üzere gelen topluluğa Allah Resûlü, “kim karşı koyacak” diye sorunca, Talha b. Ubeydullah gibi “Ben karşılarım onları ya Resûlallah!” deyiverecek, hadise defalarca tekerrür etse de her defasında “ben düşmana karşılık veririm” deyip hücum edecek üzerlerine ve gelen oklara parçalanacak olsa bile elini göğsünü siper edecek bir gençlik…
Zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik…
Kendisini ayartmak için kurulan bütün tuzaklara ve komplolara, cezbedici tüm gençlik projelerine aldırmayacak Allah’ın katındakiler daha kalıcı ve daha hayırlıdır diyecek kadar basiretli, İslâmî ufka haiz mümtaz bir gençlik…
Oyuna gelmeyen, oyun kuran; güdülmeyen aksine insanları hakka doğru güden güzide bir gençlik…
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..
Ne mutlu bu gençlikten olmak için canla başla çalışana! Ne mutlu bu kutlu serüvene baş koyanlara! Ne mutlu ahireti dünya hayatına yeğleyip dünyasını ahireti için sermaye bilen gençlere!
Zamanı, mekânı kuşanmanın, garip kalmış İslâm’ın ve Müslümanların yardımına, mazlum ve muhtaç, cihanın bütün fertlerine soluk olmak için etrafına bakınmadan “ben varım” diyen bir gençliğin ehemmiyeti böylece ortaya çıkmış oluyor. Bu nida hepimize ey gençler! Bu çağrıdan hiçbirimiz beri değiliz.
Sen üzerine düşeni yap! Sefere koyul; zaferi de Allah’a ısmarla! O, seni asla yüzüstü bırakmayacak. Seni yalnız ve darda koymayacak. Sana değen her ne varsa onun yazdığından öteye gitmez. Şairin veciz deyişiyle;
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın! (Utansın Şiiri)
Her ümitsiz çırpınışta şairin şu sözleri çınlasın kulaklarında ve zihninde;
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! (Zindandan Mehmed’e Şiiri)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?