Dünya hayatı her canlının kendini bir şeyler için feda etmeyi kabul etmesiyle başladı.
Şeytan, Hz. Âdem yaratıldıktan sonra cenneti, cehennemi ve yaratıcısını bildiği halde -kibri yüzünden- kötülüğü yaymak için kendini feda etti.
Kabil kıskançlığı ve bencilliği yüzünden kardeşi Habil’i feda etti.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) insanlara İslam’ı duyurabilmek için hayatını feda etti.
Yaprak kendinden sonra yeni bir yaprağın çıkması için her sonbaharda kendini kurban eder.
Bir çiçek bala dönüşmesi için her ilkbaharda polenlerini feda eder.
Kısacası dünya fedakârlıkların üzerinde kuruldu ve bu fedakârlıklar sayesinde de dönmeye devam ediyor.
Fedakârlıklar olmazsa dünyanın düzeni bozulur. Günümüzde olduğu gibi belki de.
Bir anne ve babanın her gün evladıyla geçireceği aile saatlerinin yerini, sınırlandırılmış telefon, televizyon ve internet saatleri aldı.
Çocuklarla annelerinden çok televizyonlar ilgilenir oldu.
Ne çocukların dikkatini çekip hoşuna gider, ne onları eğlendirir, anne ve babalardan daha iyi bilir oldu televizyonlar.
Ve böylece bizim çocuklar anne ve babalarından daha çok saygı duyar oldular televizyona, telefona ve Google amcaya. Çünkü istedikleri her şeye istedikleri anda ulaşabiliyorlardı.
Teknolojinin emeği anne ve babaların emeğini geçti. Artık anılarda hep reelsler, diziler, uzun uzun telefon konuşmaları ve klavyedeki emojiler var.
Tüm bunların ücretlerini ve elektrik faturalarını babalar ödese de, teknolojiye olan sevgi her şeyden daha ağır basıyor. Çünkü insan en çok gözünün önündekini, en çok zaman harcadığı şeyi görür ve onunla ilgilenir, arka planda kim var, kim yok pek ilgilenmez.
Bunun için değil midir yaratıcımıza karşı nankörlüğümüz.
Yeri göğü ve ikisi arasındaki her şeyi yaratan Rabbimizken, biz yer, gök ve ikisi arasında olan şeylere takılı kalmadık mı?
Bunun için anne ve babalar, çocuklarının en çok saygı ve sevgisini kendileri için isteseler de, televizyon, telefon ve Google amcanın yetiştirdiği bir çocuk en fazla saygı ve sevgiyi her zaman gözünün önünde olup en çok vakit ayırdığı şeye verecektir.
Hayatımıza baktığımızda da en fazla ne için fedakârlık yapmışsak onu karşımızda bulmuyor muyuz? Geçmiştekiler de öyle anılmıyor mu?
Hasan el-Benna, davası için canını feda etti ve davası ismiyle beraber dünyanın dört bir yanına dağılmadı mı?
İmam Gazali ilim elde etmek için hayatını âlimlerin dizinin dibinde ve medreselerde geçirdi. Yüzlerce yıl geçmesine rağmen kitapları hala ilimi seven ve ilimle ilgilenen insanların yolunu aydınlatmıyor mu?
Sahabiler İslam’ın yayılması için tüm mal varlığını ve ailesini bırakıp adı daha önce duyulmamış, insanlar tarafından bilinmeyen yerlere hicret etti. Bugün onların adı anılmadan İslam’dan bahsedilebilinir mi?
Aziz Mahmud Hüdayi, Ahmet Yesevi, Somuncu Baba gibi şahsiyetler ise rahatlarını, maneviyatları için feda ettiler. Tasavvufla ilgilendiği halde onların adını duymayan oldu mu?
Peki, ya biz?
Maddiyat için feda ettiğimiz hayatlarımızda maddiyata kavuşamayanımız oldu mu?
Şu aralar biz Müslümanların adı neden sadece makam, mevki ve mali işlerde geçer oldu.
Bir müslüman olarak neden başka dallarda da diğer insanlardan farkımız kalmadı.
Oysaki biz hem zengin hem imanlı hem mucit hem ihlâslı insanlardık önceden,
Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman, İbn Sina, İmam Hanefi gibi…
Allah (c.c) emrettiği için, Hz. İbrahim onlarca yıl sonra kucağına alıp bağrına bastığı yavrusunu, eşi Hz. Hacer ise daha süt kokan bebeğiyle kuş konmaz, kervan geçmez yerde aç susuz kendisinin ve evladının hayatını feda etmeyi göze almadı mı?
Bu fedakârlıklarına karşılık olarak onlardan sonra yaratılmış ve yaratılacak olan herkese Allah (c.c.) kurban kesmeyi ve Safa ve Merve arasında sa’y yapmayı birer ibadet kılmadı mı?
Dünya fedakârlıkların etrafında döndü, dönüyor ve dönmeye devam edecek.
Hepimiz hayatımızda en fazla neyi feda ettiğimize bir bakalım.
Çünkü hepimiz yaşarken veya öldükten sonra (ne zamana kadar hatırlanırsak) öyle anılacağız.