Müminler üzerine farz olan bir ibadettir namaz. Bu ibadeti eda ettiğimizde kalben ve zihnen isteriz ki namazımızın hakkını vererek, okuduğumuz surenin anlamını düşünerek, son namazımızmış gibi huşu içinde ibadetimizi eda edelim; lakin bunda zorluk çekeriz. Her taraftan gelen oklar, gönül rahatlığı ve saygı içerisinde namaz kılmamıza engel olabiliyor. Asr-ı Saadet’ten okuyacağımız bir hatırada göreceğiz ki o zaman da sahabeye oklar geliyormuş, şu an bize geldiği gibi…

Evet, gelen okların vasıfları farklı ama yine de oklar geliyor ve bize saplanıyor. Saplanan oklara rağmen huşu içinde namaz kılmamız, namazdan lezzet almamız Allah’ın izniyle mümkün. Önce hatırayı okuyalım. Daha sonra da huşu için yapılan tavsiyeleri okuyarak bu konuda bir adım atmış olalım.
Hz. Cabir’in (r.a.) naklettiği şu sahneyi okuyalım:
Allah Resûlü (s.a.s.) ile savaşa çıktık. Zatu’r-Rika harbinde bir asker, müşriklerden bir kadın esir almıştı. Bunun üzerine müşrik olan kocası yemin etti: “Muhammed’in ashabından birinin kanını akıtıncaya kadar onları izleyeceğim.”
Böylece Allah Resûlü’nün (s.a.s.) izini takibe koyuldu. Peygamber (s.a.s.) bir yerde konakladı ve:
-“Bizi kim bekleyecek?” dedi.
Hemen Muhacirlerden Ammar b. Yasir ve Ensar’dan Abbad b. Bişr ortaya atıldı. Onlara şöyle buyurdu:

-“Geçidin ağzını tutun (nöbet bekleyin).”
O iki sahabe yolun ağzına varınca Abbad, Ammar’a: “Sen yat, ilk nöbeti ben tutarım.” dedi. Ammar yattı. Ensar’dan Abbad da “Hem nöbet hem namaz” dedi, namaza durdu.
Sonra gece, hanımı esir alınan müşrik geldi. Onu namazda görünce kavmin nöbetçisi olduğunu anladı. Ona bir ok attı. Ok isabet etti. Bunun üzerine Abbad ağzı ile oku çıkardı. Namazını bozmadı. Bu defa müşrik üç ok daha attı. Abbad rükû ve secdeye vardı. Namazını bitirince arkadaşını uyandırdı. Müşrik de kaçtı. Ammar; Abbad’dan akan kanları görünce şöyle dedi:

“Subhanallah! Neden sana ilk ok attığında beni uyandırmadın?” O da şu cevabı verdi: “Kur’ân’dan bir sure okuyordum, onu bitirmeden yarıda kesmek istemedim. Fakat birkaç yara alınca seni uyandırdım. Allah’a yemin ederim ki, Resûlullah’ın korumamızı emrettiği stratejik bir noktayı kaybetmek endişesi olmasaydı ölmeyi, namaza ve sureyi yarıda kesmeye tercih ederdim.” dedi.1

Okuduğumuzu belki de mantığımıza kabul ettirmekte zorlandık. Ama bu mantıkla, akılla anlayabileceğimiz bir hatıra değil. Ancak imanla anlayabileceğimiz bir hatıra… Belki de bunu okuyunca şu sorular geldi zihinlerimize: “Abbad’ın abdesti bozuldu mu, bozulmadı mı?” İnsanda bu huşu olduktan sonra ok darbeleri ne abdesti bozar ne de namazı…
Abbad b. Bişr’e (r.a.) gelen oklar gibi bize düşmanımızdan oklar gelmeyecek, bedenimiz kanlar içinde kalmayacak belki de. Ama bize gelen okların niteliği değişti. Bambaşka oklar gelip saplanıyor bedenlerimize, zihinlerimize, gönüllerimize. Nefsimizden gelen oklar, şeytanın vesveselerinin okları kuşatıyor her yanımızı. Televizyon kanallarından gelen, telefondan, sosyal medyadan gelen oklar zihinlerimizi işgal ediyor. Bizi hiç ilgilendirmeyen insanların hayatlarıyla ilgilenerek, kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak; kendimizi yetersiz, değersiz, beceriksiz görerek ruhumuza, benliğimize sapladığımız oklar da bizi huzurdan, huşudan alıkoyuyor.

Hedefsiz, plansız bir hâlde günümüzü geçirmek de namazlarımızın kalitesini etkileyen oklardan, tembellik oklarından biri. Bu oklar da bizi huşudan alıkoyuyor, belki de namazlarımızı son dakika kılmamıza sebep oluyor.
Abbad b. Bişr (r.a.) gibi gelen oklara rağmen, okuduğumuz sureden lezzet almak çok zor gelecek belki de. Hatta okların varlığı bizim namaza başlamamızı, iftitah tekbirini almamızı zorlaştıracak. Belki de “Abbad b. Bişr (r.a.), seçilmiş bir nesilden, seçilmiş bir kimse.” diyerek huşulu namaz kılma hedefini hiç koymayacağız. Zaten bu hedefi koyanlar, hedefi Cennet olanlardır. Cennet’e giden yolun ilk basamağı da namazdan, ikame edilmiş bir namazdan geçer. Abbad b. Bişr (r.a.) bunu biliyordu. Belki namazını bozsa günah olmayacaktı, zaten kanlar içinde kalmıştı… Ama o namazını bozmadı. Görevimi yapayım düşüncesiyle değil, lezzet alma, rahatlama düşüncesiyle namaza durdu. Namazıyla rahatladığı için, sükûnete kavuştuğu için de bedeninin kanlar içinde olmasını bir engel olarak görmedi.

Hedefimiz Cennet ise, Cennet kapısı bizler için de hâlâ açıksa, bize bir fırsat daha verilmiş ve yeni bir güne uyanmışsak, o hâlde gelen oklara rağmen, gelen okların çokluğuna rağmen, namazdan lezzet alma, huşu içinde namaz kılma hedefi koyalım kendimize. Yola çıkalım. Adım adım, bir gün huşu ile öteki gün huşu olmadan namaz kılacağız… Her günümüz aynı olmayacak. Ama sonunda en azından bunu dert edinmiş kimseler olarak Cennet’e gireceğiz inşallah. Rabbim hepimize Abbad b. Bişr (r.a.) gibi namaz kılmayı nasip etsin. Âmin.

Huşu İçin Tavsiyeler (Nureddin Yıldız’ın “Namaz Muhasebesi” Adlı Kitabından)
Namaza hazırlanılmalıdır. Bu hazırlık hem bedenin hem de kalbin hazırlığıdır. Önce, adap ve şartlarına uygun bir taharet ve mükemmel bir abdest…
Ezanı, namaza çağıran bir davet olarak görüp davete icabete de ezanla beraber başlanmalıdır. Ezan, sünnete uygun olarak dinlenip tekrar edilmeli ve bitince de duası okunmalıdır.
Namaz mekânını, namazı meşgul edebilecek sesli ve görüntülü nesnelerden arındırmalı; seccade ve kıble tarafında resim, süslemeler, şekiller bulunmamalıdır. Namaz esnasında kıble tarafından, önünden geçilmesini engelleyecek bir yerde namaz kılmalı; bu mümkün değilse sütre kullanmalıdır.
Setri avrete dikkat edilmeli, namaz için hususi bir kıyafet edinmeye gayret edilmelidir.
Misvak kullanmaya çalışılmalıdır.
Namazda kıraat da önemlidir. Kıraat ne boğulmuş bir kıraat ne de teğanniye kaçmış bir kıraat olmalıdır.

Namazda el hareketlerinden ve eğilip bükülmekten kaçınılmalıdır.
Namazı duasız ve zikirsiz bırakmamaya gayret edilmelidir.
Tuvalet ihtiyacı varken, yemek hazırken vb. durumlarda vakit sıkışıklığı yoksa namazı, rahat bir vakte ertelemek evladır.
Uyku ile namazın bir arada olmamasına dikkat edilmelidir. Bilhassa sabah namazına başlamadan önce uykulu hâlin giderilmesi gerekir.
Selef-i Salihin ve diğer İslam büyüklerinin durumları, onların namaz ve ibadete ait uygulamaları, ölüm ve sonrasını ihtiva eden bilgiler sürekli tazelenmelidir. Ayrıca bir ilim meclisine, hadis dersi halkasına müdavim olunması gerekir.

Kaynakça
1) Ebu Davud, Sünen.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?