İnsanoğlu bu fani âleme imtihan için gönderilmiştir. İmtihan gereği, doğru vardır, eğri vardır. İyi ve kötü vardır, hayır ve şer vardır, hak ve batıl vardır. İşte bu imtihanda hayır ve iyinin, hak ve hakikatin tarafında olanlar, imtihanı kazanmış olacaklar; tam aksine şer ve kötülüğün, dalalet ve batılın yoluna sapanlar da imtihanı kaybetmiş olacaklardır. Şu hâlde aklıselim insana düşen, imtihanı kazanmak, dünyada huzur, güven ve izzete ulaşmak, ukbâda da cennet ve cemalullah ile müşerref olmak ve ebedi saadete ermek için çaba sarf etmektir.

Tabi, Allah (c.c.) insanın bu imtihanda başarılı olması için de insana gereken donanım ve altyapıyı bahşetmiştir. Bunun için insana akıl vermiş, cüz’î irade vermiş ve onu vahiyle aydınlatmıştır. Yani insana peygamberler ve ilahi kitaplar göndermiş ve asla başıboş bırakmamıştır. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Yoksa insan öyle başıboş ve gayesiz (yaratıldığını; kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını) mı sanmaktadır?” (Kıyame, 36) “…(Bu Kur’an), Rablerinin izni ile insanları zulümattan nûra çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” (İbrahim, 1)

Yüz yirmi dört bin peygamberin insanlığın öğretim, eğitim ve terbiyesi için gönderildiğini biliyoruz. İlk insan Hz. Âdem’e (a.s.) ve sonraki peygamberlere kendi zaman ve şartlarına uygun 104 suhuf/sayfalar gönderilmiş, dört peygambere de dört mükemmel kitap vahiy olarak indirilmiştir. Böylece insanlık başıboş bırakılmayıp bu dünyada insanca yaşaması ve ahirette cenneti kazanıp, cehennemden azat olması için gereken tüm aydınlatmalar yapılmıştır. Tabii ki bu gönderilen ilahi kitaplar ilmin kaynağı, eğitim ve terbiyenin de ta kendisidirler.

Şu hâlde 124 bin peygamber, insanlığın talim ve terbiyesi için gönderilmiştir. 104 ilahi sayfa, yine insanlığın talim ve terbiyesi için gönderilmiştir. Eğitim ve terbiyenin yegâne hedefi ise, insanlığa hak ve hakikati gösterip hidayeti bulmalarını sağlamaktır. Bakınız, günde en az kırk defa tekrar ettiğimiz Fatiha Sûresi’nin hemen girişinde ne diyoruz? “Âlemlerin Rabbi (terbiye edip yetiştiricisi) Allah’a hamdolsun” (Fatiha, 1)

Kur’ân-ı Kerîm’de “Rab” kelimesi 962 yerde Allah’a doğrudan nispet edilmektedir.1 Resûlullah (s.a.s.) Efendimizin, ezanın ardından okumamızı emir ve tavsiye ettiği ezan duası; “Ey bu yetkin davetin ve kesintisiz devam eden namaz ve niyazın Rabbi/sahibi olan Allah’ım!” diye başlar.2 Kaldı ki, dünyanın her yanında, her mümin, her dua ve yakarışlarına; “Ya Rab!” “Ya Rabbi!” “Rabbenâ!” “Ey Rabbimiz!” “Ey Rabbi Rahîmim!” vb. ifadelerle başlar.

Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî isim olarak Allah lafzından sonra en çok kullanılan kelime Rab’dır. Ayetlerdeki konumundan anlaşılacağı üzere bu isim, şefkat, merhamet, rızıklandırma ve terbiye edip tedrici olarak geliştirme manası taşır. Bu rubûbiyyet, peygamberlerden münkirlere kadar bütün şuurlu canlıları ve evrendeki diğer varlıkları kuşatmaktadır. Bütün ilâhî sıfatları kapsadığı kabul edilen Allah lafzı, bir bakıma uluhiyetin zâtî-aşkın yönünü temsil ederken, “Rab” ismi O’nun yaratılmış âleme yönelik fiilî tecellilerine işaret eder. Bu ismin yer aldığı doksan dört surenin muhtevasına bakıldığında, bunlarda ilâhî inâyetin tekrar edildiği ve bu inayet iklimine çağrı yapıldığı görülür. Bu çerçevede kulların “Ey Rabbim” ile başlayan niyazlarında Allah’a yönelen talepleri, anne şefkatini andıran ilâhî inayet tecellileriyle karşılanır.

“Terbiye” ile aynı kökten gelen ve Kur’an’da yüzlerce yerde geçen “Rab” kelimesi, Allah’ın sıfatıdır. Sahip, malik ve idareci gibi manalar için kullanılır. Aynı zamanda “terbiye eden” manasına da gelir. Terbiye, bir nevi herhangi bir şeyi kademe kademe, tedricen kemâline eriştirmektir. Kâinattaki bütün varlıkların terbiye görme ve kemâle erme kanunları vardır. Bu kanunların sahibi, hâkimi, idareci ve yöneticisi de hiç şüphesiz Yüce Allah’tır.3

İslâm dini, insan terbiyesine son derece önem vermiştir. Kur’an ve sünnet ölçüleri içinde terbiye edilen, ona göre hareket eden insan, meleklerden daha üstün olan bir makama yükselmiş kabul edilir. İslâm terbiyesinden mahrum olan, nefsine, şehevi duygularına ve maddi menfaatine göre hareket edenler de hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşmüş olurlar. Onun için ilk peygamber Âdem (a.s.)’dan son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar, bütün peygamberlerin ana gayesi, insanları tevhid inancı ile terbiye etmektir. Bu, daima insanları iyi ve güzel şeylere götürür. Hedef, insanları iyi ve faydalı olan şeylerle eğitip terbiye etmektir.4

Talim/Öğretim ve Eğitim/Terbiye Farkı
İslâm kültüründe genellikle öğretimin karşılığı olarak talim, eğitimin karşılığı olarak terbiye kullanılmaktadır. Ayrıca öğrenim için tahsil ve daha çok eğitimi ifade etmek üzere tedris, te’dîb, tehzîb, siyaset, tezkiye, irşad gibi kelimelere yer verilmektedir. Sözlükte “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, bir nesnenin şeklini zihinde oluşturmak, nesneyi gerçek hâliyle bilmek” anlamındaki ilm kökünden türeyen talîm, “birine bilgi öğretmek, ders okutmak” demektir.5

Terbiyeden başka eğitim karşılığında kullanılan bir başka kelime, “iyi tutum, incelik, kibarlık” anlamındaki “edeb” kelimesinin türevi olup “eğitmek, bilgilendirmek” manası taşıyan te’dîb’dir. Cevherî, te’dîbi “kişinin eğilim ve davranışlarının bizzat kendi iradesiyle veya dış bir otoritenin etkisiyle kontrol edilip yönlendirilmesi” diye açıklar. Aynı müellif tehzîbi de “arıtmak, ahlâkını güzelleştirmek” şeklinde tarif eder.6

Bütün bu kelimeler içinde özellikle öğretim ve eğitim karşılığı olarak yaygın biçimde kullanılanlar, tâlim ve terbiye yani öğretim ve eğitimdir. Öğretim, bilgi kazandırma, insanlığın sahip olduğu bilgileri yetişmekte olan nesillere aktarma faaliyetidir. Eğitim ise daha ziyade davranış ve karaktere esas teşkil eden beceri ve değerler kazandırmayla ilgili çalışmaları anlatır. Talimden yalnız bilgi kazandırma, bunu hâfızada saklama ve yeri geldiğinde hatırlama anlaşılmaktadır. Terbiye ise, insanda mevcut bütün kabiliyetlerin dikkate alınarak bunların geliştirilmesi ve yönlendirilmesidir.

Buna göre terbiye kavramı talimden daha kapsamlı olup öğretim alanına giren bütün konuları içine almakta ve genellikle tek başına kullanıldığında öğretimi de ifade etmektedir. Öğretim insana eşya ve olaylar hakkında doğru bilgiler kazandırmayı amaçlar. İnsanın öğrenimi gelişip bilgi seviyesi yükseldikçe daha tutarlı davranışlarda bulunması, tutarlı bir kişiliğe kavuşması beklense de eğitim yönü dikkate alınmadan yürütülecek bir öğretimle bu hedefe ulaşılamaz.

Öğretim sayesinde zekâ ve bilgi gelişirken eğitim, iradenin güçlü olmasını, akıl ve irade arasında denge kurulmasını sağlar. Bu sebeple kişilerin öğrenim seviyelerine paralel şekilde ahlâk ve karakter eğitiminin de yapılması gerekir. İslâm kaynaklarındaki ortak anlayışa göre eğitim ve öğretim bütün hayat boyunca devam etmesi gereken bir süreç olup amacı, bireyleri ve toplumları gerçek inanca, doğru bilgiye ve erdemli yaşayışa ulaştırmaktır.7

İslâm Tarihinde Talim ve Terbiye
Peygamberlerden sonra her bir Peygamber, bizim bilemeyeceğimiz kadar çok Ashab, Tabiin, Tebe’i Tabiin ve bir o kadar çok ulema talim, terbiye ve eğitimi kuşaktan kuşağa aktararak devam ettirmişlerdir. Böylece tarih boyu insanlar vahyin/ilmin gereğine göre yaşamaları oranında dünyada izzet, huzur, esenlik içinde yaşamışlar ve ahiret saadetini kazanmışlardır. Vahiyden, yani İslami ilimden sapmaları, eğitim ve terbiyeden uzak durmaları durumunda ise cahiliye karanlığına gömülüp her iki âlemlerini de mahfetmişlerdir.

O peygamberlerin sonuncusu olan Resûlullah Efendimiz’in (s.a.s.) hayatı ise adeta bir ilim manifestosudur. O ve ashabı da eğitim ve öğretimde, tüm insanlığın önderi, rehberi ve öğretmenidirler. Ona indirilen Kur’an’ı Kerim, vahyin altın zincirinin son halkası ve en kâmil ve mükemmelidir. Bu konuda özetle bazı tespitler şunlardır:

Kur’an’ın ilk vahyedilen ayetleri ilme davet eder. (Alak Suresi ilk 5 ayet)
Mekke’de Dar-ul-Erkam İslam’ın ve Mekke döneminin ilk üniversitesidir.
Medine’de Mescidi Nebevî ve Suffe, İslam’ın ikinci üniversitesidir.
Her bir sahabe birer aile mektebidir ki; her bir sahabe bir müctehid derecesine ulaşmıştır.
İslam’a yeni giren her bir beldeye Suffe üniversitesinin talebelerinden öğretmenler gönderilmiş ve onlara dünya ve ahiret hayatında saadete kavuşmanın formülleri öğretilmiştir.

Resûlullah’ın (s.a.s.) vefatından sonra iki yüz bin olarak tahmin edilen Ashab-ı Kiram’ın (Rıdvanullahi aleyhim) sadece on iki bini Haremeyn de medfundur ki, bu toplam sayının takriben %6’sına tekabül etmektedir. Diğer %94’ü dünyanın dört bir yanına dağılarak, İslamî ilimlerin ümmete öğretilmesinde hocalık yapmışlar. Birer mürebbi olarak insanlığın ta’lim ve terbiyesine katkıda bulunmuşlardır.

Sonraki dönemlerde Medine, Kûfe, Basra, Mısır, Şam gibi yerler birer ilim merkezi hâline geldi. Daha sonra Kurtuba medeniyeti diye nam salan İspanya vb. yerlerdeki ilmi çalışmalar dünyayı ilim ve bilim ışığıyla aydınlatmıştır.
Kısacası, İslam medeniyeti nereyi fethetmişse, ilk iş orada camiler, mescitler, ilim merkezleri, imaretler, hanlar, kervansaraylar vs. ammeye hizmet eden merkezler yapmıştır. Yani İslam medeniyeti gittiği her yeri kısa zamanda imar ve ihya etmiş. Girdiği şehirleri yıkmamış, imar etmiştir. Ama İslam düşmanları tam tersine, gittikleri her yeri adeta dümdüz etmiş, yakıp yıkıp virane eylemişlerdir.
Batının bugünkü bilim ve teknolojisi, İslam Medeniyetinin ilim sofralarının artıkları üzerine inşa edilmiştir.

İslâm’da talim ve terbiyenin amacı; inançlı, erdemli, verimli insan yetiştirmektir. Bu ilke zamanla ve coğrafî bölgelerle sınırlı değildir. Zira ilk nazil olan Kur’an ayeti okumayı, öğrenmeyi emretmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) uygulamaları da hep bu doğrultuda olmuştur. Kitap ve Sünnetin bu konudaki bağlayıcı hükmünü göz önünde bulunduran Müslümanlar, daha İslâm’ın ilk yıllarından itibaren eğitim ve öğretime büyük önem vermişlerdir. Önceleri bu çabalar daha ziyade dinî eğitim ve öğretime yönelikti; zira ibadetlerin uygulanmasında bu bilgiler gerekliydi. Ayrıca namaz, oruç, zekât ve hac ibadetlerini ifa etmek için Müslümanlar astronomi, coğrafya, takvim ve sağlık gibi konularda bilgi edinmek zorundaydı. İslâm’da eğitim ve öğretim faaliyetlerinin büyük ölçüde bu ihtiyaçlardan doğduğu söylenebilir.

Yani İslam’da fenni ilimler ve teknolojik faaliyetler de Allah’a (c.c.) kul olmanın hakkını vermek suretiyle, cenneti ve Cemalullah’ı kazanmaya matuftur. Yoksa eninde sonunda tüm içindekilerle yok olup gidecek olan bu fani âlemin şatafat ve zevklerine ermek için değildir. Bu gerçeği, tüm ilahi şeriatler ve tüm peygamberlerin öğretilerinde net olarak görmekteyiz. Subheneke… Bihamdike… Esteğfiruke…

Kaynakça
1) M. F. Abdülbâkī, el-Mu‘cem, “rbb” md. 2) Buhârî, “Ezân”, 8; Müslim, “Müsâfirîn”, 200 3) el-İsfahânî, el-Müfredât, İstanbul, 1986, s. 269 vd.; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1971, I, 62 vd. 4) Muhammed Kutup, Menhecu’t-Terbiyeti’l-İslâmiyye, Beyrut 1982, s. II vd. 5) Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “‘alm” md. 6) es-sıhâh, “edb”, “hzb” md.leri 7) TDİ Talim ve Terbiye başlığından özetle

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?