Tarihî Süreç

İlim tedrisatının yapıldığı Mescid-i Nebevî’nin Suffe kısmının ilk İslam medresesi olduğu söylenebilir. Nitekim burada, sayıları 70-80 civarında, tamamen kendini Kur’an ve Sünnet’i öğrenmeye adayan ve evi, çoluk-çocuğu olmayan sahabe barınmıştır.

Mescid-i Nebevî örneğinde olduğu gibi İslam tarihinde camiler birçok fonksiyonun yanı sıra halkalar oluşturmak suretiyle ilim tahsilinin yapıldığı mekânlar olarak medrese görevini de görmüş ve hala bazı İslam beldelerinde görmeye devam etmektedir.

Camiden bağımsız, müstakil olarak, hicri ikinci yüzyılın sonlarında kurulmaya başlanan medreseler ilk olarak Fatimîler tarafından devlet eliyle yapılmaya başlanmıştır. Nitekim Mısır’ı işgal eden Fatımî hükümdarı El-Mu’izzulidinillah, Şia mezhebinin neşri gayesiyle, daha sonra Ezher adını alacak olan, Kahire Camii’nin temelini atmıştır.

Ezher’in Şia mezhebini yayma politikası büyük Sultan Selahaddin-i Eyyubi’nin 564/1168’de Mısır’ı fethedip Fatımî devletini ortadan kaldırmasına kadar devam etmiştir. Zira Selahaddin Ezher’i etkisizleştirecek ve Ehl-i Sünnet’in hem akidevî hem amelî mezheplerine hizmet edecek birçok medrese inşa etmiş ve ilmi faaliyetlere büyük önem vermiş, bir taraftan Sünni medreseler kurarken diğer taraftan Şiî medreseleri Sünnileştirmiştir.

Medreseler en büyük gelişmeyi Selçuklu Sultanı Alparslan’ın veziri Nizamülmülk tarafından devlet desteğiyle kurulan medreselerde yaşamıştır. Nizamiye Medreseleri adıyla tarihe geçen ve yayılmacı Şiî mezhebi akımının önünü almak için kurulan bu medreselerde fikhî olarak Şafiî, itikadî olarak da Sünni-Eş’arî görüşü esas alınmıştır.

Nizamülmülk, Ehl-i Sünnet itikadını neşretmek için davetçi âlimler ve devlet yönetimine Sünnî bürokrat ve yöneticiler yetiştirmesini hedeflediği ve o dönemin önemli siyasi ve ilim merkezlerinde kurulan bu medreselere maddi olarak devletin her türlü imkânıyla destek vermiş ve onlara vakfiyeler tahsis ettirmiştir. Nizamiye Medreseleri, misyonunu icra etmede kendinden sonra gelecek olan Nuredddin Zengi ve Eyyubilere hem müderris/ulema hem de bıraktığı miras bakımından bir çığır açmış ve onların işini kolaylaştırmıştır.

Osmanlılar da medreselere, ilme ve âlimlere oldukça ehemmiyet vermişlerdir. Osmanlı döneminde özellikle; Sultan II. Murat tarafından Edirne’de kurulan medreseler, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul Fatih’te kurulan medreseler ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurulan medreselerle ilmi faaliyet zirveye ulaşmıştır.

Medreselerde İlk dönemlerde Tefsir, Hadis, Fıkıh, Siyer-Meğazi, Sarf, Nahiv ve Belagat gibi Kur’an etrafında teşekkül etmiş ilimler okutulurken zaman içerisinde; Felsefe, Mantık, Matematik, Coğrafya, Kozmoloji, Tıp, Mühendislik vb. tüm pozitif ilimler de tedris edilmiştir.
Tarih boyunca medreselerde gerek dini gerekse pozitif ilimlerde hem ümmete hem insanlığa büyük ilmî miras bırakan ve dünyaya ışık saçan dâhi âlimler yetişmiştir. 16. yüzyılın sonlarından itibaren medreselerde yavaş yavaş başlayan sorunlar, özellikle Tanzimat’tan sonra daha bariz bir şekilde gün yüzüne çıkmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde imparatorluğun gerilemesine paralel olarak medreselerde de gerileme görülmüştür. Bunun için zaman zaman ıslah-ı medaris kanunları çıkarılmış ise de istenen başarı elde edilememiş ve medreseler bir türlü eski münbit seviyesine çıkarılamamıştır.

Cumhuriyetin kurulmasını müteakip dini kurum, şeair ve değerlerine karşı başlatılan kıyımdan medreseler de payını almış ve 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat kanununa dayandırılarak çıkarılan bir genelge ile medreseler tamamen ilga edilmiştir. Sonraki dönemlerde din hizmeti yürütecek eleman yetiştirmek için İmam–Hatip okulları, İslam Enstitüleri ve İlahiyat Fakülteleri kurulmuştur. Ancak medreselerin boşluğunu doldurmak için kurulan bu dini okullar, bizatihi bu okulların başındaki zevatın itirafı ve realitenin şehadetiyle, hiçbir zaman medresenin boşluğunu dolduramamış ve “İslam Alimi” yetiştirmekten fersah fersah uzak kalmıştır. Dolayısıyla, geçen zaman içerisinde ve halen günümüzde, ülkemizde ilim, âlim ve âlim yetiştirecek kurum sıkıntısı devam etmektedir.

Bir asra yakın bir zamandan beri batı tipi metotla yapılan eğitimden “İslam âlimi” yetişmediği müşahede edilmiştir. Sadece Türkiye’de değil, diğer İslam ülkelerinde de bu sistemle yapılan eğitimden arzulanan neticenin elde edilmediği görülmektedir. Sadece dini ilimlerde değil fenni ilimlerde de İslam âlemi dünya çapında bilim adamı yetiştirme hususunda olması gereken düzeyin çok gerisindedir. Bu sonuç yüzyıllarca hem dini hem fenni ilimlerde dünyaya ilim ve irfan saçmış ve birçok alanda çığır açmış âlimlerin yetiştiği medrese eğitim sisteminin tekrar irdelenip değerlendirilmesini gerekli kılmıştır. Öte yandan lağvedilip takip ve tarassut altına alınan medreselerde yetişen kimi âlimlerin hala, her tür imkâna sahip üniversitelerde yetişen zevatla mukayese edilemeyecek kadar önde olduğu gerçeğini de göz önüne aldığımızda bu kurumlara eğilmemizin zaruri olduğu anlaşılmaktadır.
Cumhuriyet döneminde de medreselerin lağvedilmesinden sonra Anadolu’da hemen hiç medrese kalmadığı halde şark vilayetlerinde ulema ve halk her türlü mezalime rağmen az sayıda da olsa bazı medreseleri muhafaza etmeyi başarmıştır.

Tarihî medreselerin hatta camilerin kışla, depo, samanlık ve ahıra dönüştürüldüğü, Arap harflerinin yasaklandığı, ezanın dahi Türkçeleştirildiği bir zamanda ulema; mağaralarda, samanlıklarda, ahırlarda, daracık hücrelerde ve çok zor şartlarda, takibat ve tarassut altında, çoğu zaman aç ve çıplak kalsalar da bir şekilde peygamber mirasının gelecek nesillere ulaştırılmasını, imkân derecesinde, başarmışlardır. Bu açıdan Şark Medreseleri yüzlerce yıllık geçmişe sahip Nizamiye ve Eyyubi medrese geleneğinin, canlı örnekleri ve belki de türünün nadir ve nadide bakiyesidir.

Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri
Şark Medreseleri bölge halkı için ayrı bir önemi haizdir. Zira bölgenin kahir ekseriyetini oluşturan Kürtlerin tarih içerisinde en önemli eğitim kurumu medreseler olmuştur. Hatta Kürtler için tek bilgi ve irfan kaynağının medreseler olduğunu söylemek abartı olmaz. Nitekim Kürtlerin âlim, aydın, yönetici, siyasetçi, edebiyatçı vb. tüm dini ve dünyevi rehberleri medreselerden yetişmiştir. Kürt halkının dini, dili, kültürü, örf ve adetleri medreseler sayesinde günümüze kadar ulaşabilmiştir. Özellikle Kürtlerin yazılı edebiyatı ve tarihini koruyan ve günümüze taşıyan tek kurum medreseler olmuştur. Keza, bölgenin geçirmiş olduğu birçok travmaya ve gerek içerden gerek dışarıdan yapılan bunca ifsat çalışmalarına rağmen halkın, sahih ehl-i sünnet çizgisinde, dinine bağlı kalması bu medreseler sayesindedir.

Şark Medreseleri ilmi ameliye ve ehl-i sünnet itikadı yanında, İslam ahlakı, selef-i salihinin adabının ve ekseriyetle tasavvufi irfanının da yaşandığı ve neşredildiği merkezler olagelmiştir. Medreseler; sosyal barışın sağlanması ve kardeşlik duygularının pekiştirilmesi hususunda çok önemli işlevlere sahip olmuştur. Medreseler ve medrese mezunu hocalar halk ile iç içe yaşamış, halkın sosyal hayatında karşılaştığı problemleri çözmede, sevincinde, yasında, tasasında her zaman başvurulacak ilk kimseler olmuş, bu tür durumlarda halka hep öncülük yapmış ve çözüm üretme gayretini göstermişlerdir. Bundan dolayı da bölge halkı medreselere her zaman sahip çıkmıştır.

Cumhuriyetin, özellikle tek parti döneminin, mezalimi altında ve o zor şartlarda eğitim yapmaya çalışan medreselerin tam ve sistematik bir eğitim yapmaları elbette mümkün olmamıştır. Dönemin âlimleri, alet ilimleri sağlam olduktan sonra insan diğer ilimleri kendi kendine de elde edebilir düşüncesiyle, alet ilimlerine daha fazla önem verip, imkân olmadığı için, birçok ilimleri ya çok az okutmuş ya da tamamen terk etmek zorunda kalmışlardır.
Dolayısıyla tarih içerisinde medreselerde okutulan bazı ilimler cumhuriyet dönemi medreselerinde ya hiç okutulmamış veya çok az okunmuştur.

Tek partili dönemden sonra gelen Adnan Menderes’in müsamahakâr yönetimi sürecinde medreseler bir nebze rahatlamış ve azda olsa rahat bir nefes almışken, 1980 darbesinden sonra baskılar yeniden yoğunlaşmış, Turgut Özal döneminde biraz azalmış ve 28 Şubat döneminde tekrar zirveye çıkmıştır. Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin de tesiriyle bu dönemde birçok medresenin kapısına kilit vurulmuştur. AK Parti hükümetleri döneminin bu husustaki özgürlükçü ve müsamahakâr atmosferinden istifade eden müderrisler yeni bir açılım başlatmış, kapatılan medreseler yeniden açılmış ve birçok yeni medreseler kurulmuştur.
Son dönemdeki özgürlüklerin yanı sıra refah düzeyinin de yükselmesiyle beraber medreseler, tek odalı hücrelerden, çok katlı ve modern binalara dönüşmeye başlamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da medreselere sahip çıkması, birçoğunu Kur’an Kursu adıyla bünyesine alması vb. desteklerle beraber medreselerin sayısında hızlı bir yükseliş görülmüş, maddi imkânlar ve müreffeh mekânlar açısından dikkat çekici gelişmeler yaşanmış, tefriş, eğitim materyali ve teknolojik araç-gereçlerden istifade hususlarında önemli mesafeler kat edilmiştir. Buna paralel olarak halk da güvenli liman gördüğü medreselere fazlasıyla rağbet göstermiş, birçok medrese artık mülakatla öğrenci alma durumuna gelmiştir.

Elbette çetin bir darboğazdan geçen medreseler de epey hırpalanmıştır. Gerek müfredat, gerek program ve gerekse yaşadığı çağ ile adapte olma hususlarında yeniden dizayn edilmesi zaruriyet kesp etmiştir. Ümmete rehberlik etmek ve eski verimli çağını yakalamak için kendilerini birçok yönden yenilemeleri kaçınılmaz olmuştur.

İşte bu durumu fark eden birçok müderris son yıllarda harekete geçmiş, yüzlerce bölge âliminin katılımıyla bölge çapında onlarca büyük istişari toplantılar yapmış, medreseler arası organizasyon sağlamak için bir Medrese Âlimleri Vakfı İsmiyle bir platform oluşturmuşlardır. Bu vakfın, müderris ve ilgili akademisyenlerden oluşan 10 kişilik bir komisyonla yaptığı iki günlük bir çalıştay neticesinde yeni bir müfredat hazırlanmış ve bazı medreselerde tatbikine başlanmıştır.

Sonuç ve Öneriler
Osmanlı’nın dağıtılmasından günümüze, özelde ülkemizde genelde tüm İslam ülkelerinde, batı modeli eğitim biçimiyle “İslam âlimi” yetiştirilemediği bir hakikattir. İşte, Suffe’den başlayarak tarih boyunca, hem ümmet hem insanlık için, hem dini hem fenni ilimlerde büyük katkısı olmuş ve bir türlü boşluğu doldurulamamış medreselerin yeniden ihya ve inşası, sahiplenmesi ve imkânlar sunulması ümmetin geleceği için elzemdir. Bunun için kısa ve uzun vadeli iki projenin uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz.

Kısa vadede;
Medreselerin yeniden yapılandırılması ve hukuki bir zemine oturtularak bir statü verilmesi için, müderrislerden de bir heyetin iştiraki ile müteaddit çalıştaylar yapılmalıdır.
15-20 kişilik medreseler bir araya toplanarak en az 80-100 kişilik medreselere dönüştürmeli ve sistematik eğitime geçilmelidir.

Müderrislere; pedagojik formasyon, ders anlatma metotları, çocuk ve genç psikolojisi vb. konularda seminerler verilmelidir.
Medreselerin özgün ve geleneksel yapısına müdahale edilmemeli, Pakistan’da olduğu gibi Medreseler Üst Kurulu oluşturulmalı ve inisiyatif tamamen bu kuruma verilmelidir.
Milli Eğitimle ortak bir çalışmayla ilk ve ortaokula devam eden öğrencilerden isteyenlere medreseye de devam etme fırsatı verilmeli, medreseye gitmeyi tercih edecek talebelerin alt yapısı oluşturulmalıdır.

Medreselerdeki eğitim süresi ortaokuldan sonra 4+4 suretiyle en az sekiz yıllık veya ilkokuldan sonra 4+4+4 şeklinde on iki yıl olmalı, birinci kademeye İHO, ikinci kademeye İHL, üçüncü kademeye de İlahiyat Fakültesi denkliği verilmelidir. Normal eğitim sürecinden mezun olanların devam edebileceği ihtisas medreseleri kurulmalıdır. Yılsonu ve mezuniyet sınavları Medreseler Üst Kurulu tarafından merkezi sınavla ve çok ciddi bir ilmi seviyede tutularak yapılmalıdır.

Medreselerde görev alacak hoca ve diğer personelin atama ve nakil işlemleri hizmeti önceleyici bir metot izlenerek yapılmalı, 657’nin kuralları ve bürokratik sıkıntılardan kurtarılmalıdır.

Hoca dışında; memur, aşçı, bulaşıkçı, kaloriferci, hizmetli vb. personel temin edilmelidir.
İaşe, ibate, eğitim materyali, vb. giderler bütçeden sağlanmalıdır.

Tarihte medrese olarak inşa edilmiş tarihi mekânlar bu kurumlara devredilmeli ve vakfiyelerinin geliri bu kurumların bütçesine kanalize edilmelidir. Vakıflar genel müdürlüğü bünyesindeki gayrimenkullerden elde edilen gelir bu kurumlara harcanmalıdır.

Uzun vadede ise tam bir “İslam âlimi” yetiştireceğine ve İslami ilimleri ihya edeceğine inandığımız aşağıdaki projenin tatbik edilmesi gerektiğine inanıyoruz. “İSLAM İLİMLERİ EĞİTİM KAMPÜSÜ” ismini verebileceğimiz bu projeyi şöyle özetleyebiliriz.

En az 500 dönüm arazi üzerine kurulacak olan bu kampüste şu birimler bulunacaktır:

Ana sınıfı (1 yıl)
İlkokul (resmi veya özel) (sadece gündüzlü)
Ortaokul (resmi veya özel) (yatılı)
İlk ve ortaokul öğrencilerinin devam edeceği yüzünden ve hafızlık Kur’an Kursları
Medrese (6 yıl)(ilahiyat fakültesi denkliği)
İhtisas (yükseklisans+doktora) (2+2 yıl)
Öğrenci yurtları
İhtisas öğrencileri pansiyonu
Kütüphane ve araştırma merkezi
Kongre merkezi
Sosyal ve spor tesisleri
AVM
Lojmanlar

Öğrenci ana sınıfı veya ilkokul 1. sınıftan itibaren alınacak, her merhaleyi sınavla geçecek ve tüm aşamaları, yani doktorayı bitirdikten sonra mezun olacaktır. Ülkemizin normalleşmeye başladığı, baskıcı ve yasakçı zihniyetten kurtulmaya ve kendi mirası ve öz değerleriyle buluşmaya çalıştığı bu dönemde, hem ümmet olarak halkın hem de yetki sahipleri, özellikle ulema ve ümeranın, ilim ve irfan menbaı bu emektar kurumu yeniden değerlendirmesi ve sahip çıkması, yeniden inşa ve ihya etmesi dini bir mesuliyet ve vefakârlık gereğidir.

1924’te işlenen hatanın telafisine vesile olanlar ve Suffe’nin birer şubesi olan bu kurumlara sahip çıkanlar hem Allah ve ümmet nezdinde meşkûr olacak hem de İslam ve ilim tarihinde hep hayırla yâd edileceklerdir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?