Allah (c.c.) bu dinin ilk kıblesini Mescid-i Aksâ sonra da Kâbe kıldı. Daha sonra bu iki merkeze tabii camiler inşa edilmesini istedi. Ancak mü’minlerin, mescidler/camiler inşa edeceğini haber verdi. Camiler zamanla derslerin görüldüğü yerler oluverdi. Mekke’de Resûlullah (s.a.s.) İslam davetini gizli bir şekilde anlattığı sırada ilk merkez Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evi oldu. Burası İslam’ın tedris edildiği, inen ayetlerin okunduğu ilk merkezdi. Resûlullah (s.a.s.) davetini açıktan yapmaya başlayınca her yer İslam’ın konuşulduğu ve anlatıldığı yer oldu. Bu dönemde Said b. Zeyd’in evi de medrese olarak işlev gördü. Çünkü Eşi Fatıma bint Hattab ile inen sureleri burada tilavet ediyorlar, anlamaya ve ruhlarını beslemeye çalışıyorlardı. İşte Fatıma’nın ağabeyi Hz. Ömer bu medresede hidayet buldu. Burada hidayetle tanışınca bunu izhar etmek için Resûlullah (s.a.s.)’in yanına gitmek istedi ve bu sırada yine bir küçük medrese olarak nitelendirebileceğimiz Erkam’ın evine gitti. Burada sahabilerin Resûlullah (s.a.s.)’in etrafında kümelendiğine şahit oldu.

Resûlullah (s.a.s.) Medine’ye hicret edince orada İslam’ın üçüncü mescidini inşa etti. Zira daha önce Mekke’de Mescid-i Haram, Kudüs’te ise Mescid-i Aksa vardı. İslam’ın bu üçüncü mescidi bir medrese/derslerin görüldüğü yer olarak kendini gösterdi. Burada dört yüz civarında sahabi, Kur’ân’ı ve Resûlullah’ın hadislerini öğrendiler. Onların başında son peygamber müderris olarak bulundu. Onları ruhen yetiştirdiği gibi aç kalmamaları için de çaba sarf ediyordu. Buradan mezun olan nice büyük sahabiler son elçiden aldıkları ilmi, kendilerinden gelen sonraki nesillere aktardılar. Übey bin Kâ’b, İbn-i Mes’ûd, Muâz bin Cebel ve Ubâde bin Sâmit gibi meşhur sahabiler buradaki tedrisat işinde Resûlullah (s.a.s.)’e yardımcı oldular. Bu isimler birer müderris olma payesine eriştiler. Resûlullah (s.a.s.) burada on yıl kadar eğitim verdi. Kendi öğrencilerini/ashabı eğitim-öğretime tabi tuttu. Sahabe-i kiram İslam’ın ilk fetihleriyle beraber Medine dışına dağıldılar. Her bir sahabi gittiği yerde İslam’ın insanlara öğretilmesi gerektiği bilinciyle hareket ediyor, bulunduğu ortamı adeta bir medreseye dönüştürüyordu. Çünkü buralar Kur’ân-ı Kerim ve hadislerin bizzat ilk nesilden aktarılması gibi bir önemli bir işe sahipti.

Şam Medresesi
Hz. Ebu Bekir ve Ömer zamanında fethedilen Şam topraklarında Müslümanlar çoğalınca burada İslam’ın öğretilmesi ihtiyacı hâsıl oldu. Suriye bölgesinde, bir taraftan fetihler devam ederken diğer taraftan da fethedilen bölgelerde eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütmeleri için Medine’den muallimler isteniyordu. Nitekim Suriye bölgesi komutanlardan Yezid b. Ebû Süfyan, Halife Hz. Ömer (r.a)’e gönderdiği mektupta, “Suriye ahalisi çoğalmış bulunuyor. Kendilerine Kur’ân’ı ve dinin emirlerini öğretecek kimselere ihtiyaç duymaktadırlar.” diyerek, ondan, bölgeye bu işi yürütecek alimlerin gönderilmesini istiyordu. Onun talebini yerinde bulan Hz. Ömer (r.a), gönderdiği emirle, ashâbın ileri gelenlerinden Muâz b. Cebel, Ebu’d-Derdâ ve Ubâde b. Sâmit’i bu iş için görevlendirdi. Onlar, kendilerinden sonra gelen nesillerin eğitimcileri oldular. Burada yetişen ilk tabiîn nesli, özellikle bu üç ismin ders halkalarında yetişti. Buradaki ilk medrese Şam’da (Dimaşk) yapılan cami oldu. Müslümanlar burada hem namaz kılıyor hem de Kur’ân’ı tedris ediyorlardı. Kur’ân’ın sıra Resûlullah (s.a.s.)’i görmüş olan ilk İslam nesli/sahabiler hadisleri de öğretme yoluna gidiyorlardı.

Irak Medresesi
Burada Hz. Ömer zamanında iki şehir inşa edildi, bunlar Kufe ve Bara şehirleriydi. Buralara yerleşen Müslümanların İslâm’ı öğrenmeleri için bölgeye bazı sahâbîler gönderilmişti. Bu sahâbîler, şehrin merkezinde inşa edilmiş olan Basra ve Kûfe mescidlerinde/medreselerinde dersler vermeye başlamışlardı. Bu dönemde verilen dersler Kur’ân-ı Kerim öğretimi ve Hz. Peygamber’in hadislerini nakletmekten ibaretti.

Kûfe’de eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütmesi için görevlendirilen ilk kimse Hz. Peygamber’in Kur’ân ilmiyle meşhur olan sahâbîsi Abdullah b. Mes’ûd’dur. Hz. Ömer, Kûfe halkına gönderdiği mektubta, “Evet, size Ammar’ı emir ve Abdullah’ı da öğretici ve vezir olarak gönderdim. Her ikisi de Rasulullah’ın değerli ashabındandır. Onları dinleyin, onlara uyun, şüphesiz ki ben Abdullah’ı göndererek sizi kendime tercih etmiş bulunuyorum.” diyerek onları görevlendirdiğini bildirmiştir.

Hz. Ömer, Kûfe’ye büyük önem vermiş, Abdullah b. Mes’ûd’u oraya göndermekle halkın, Hz. Peygamber’in en meşhur sahâbîleri arasında yer alan birinden ders almasını temin etme yoluna gitmiştir. Kendisinin İbn Mes’ûd gibi bir alim sahâbînin ilmine muhtaç olduğunu belirtmiş fakat Kûfelileri kendisine tercih etmiştir. İbn Mes’ûd’a, insanlara Kur’ân öğretmesi hususunda gönderdiği mektupta şunları söylemiştir: “Şüphesiz ki; Kur’an, Hüzeyl lehçesine göre değil Kureyş lehçesi üzere inmiştir. Bu sebeple Kur’an’ı Kureyş lehçesine göre okutun!” Bir grup sahâbî Kûfe’ye gitmek için hazırlanınca onlara; “Sizler Kûfe’ye gidiyorsunuz. Onların arı vızıltısı gibi Kur’an okuduklarını göreceksiniz. Onları hadislerle meşgul edip de Kur’an’dan alıkoymayın. Kur’an’ı öne çıkarın, hadisleri az rivayet edin! Haydin yürüyün, ben de size iştirak edeceğim.” demiştir.

Hz. Ömer, Abdullah b. Mes’ûd’un Kur’an ve kıraat ilmindeki değerini biliyordu. Alkame bunu şöyle ifade etmektedir: “Bir adam Hz. Ömer’e gelip, “Ey Mü’minlerin Emiri, ben Kûfe’den geldim. Orada sayfaları kendi bilgisiyle dolduran bir adamı geride bıraktım” deyince Hz. Ömer sinirlendi, hatta bu yüzden nefesi bile daraldı. Sonra, “O da kimdir?” diye sorunca adam “Abdullah b. Mes’ûd” dedi. Bunu duyan Hz. Ömer sakinleşti. Sinirleri yatışıp rahatlayınca, “Yazıklar olsun sana, Allah’a yemin olsun ki bu konuda Müslümanlar içinde ondan daha öncelikli kimseyi tanımıyorum.”dedi.

Sahabiler Irak’ın Basra şehrinde de tebliğ faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Basra şehri, fetihlerin hemen akabinde Hz. Ömer’in emriyle komutan sahâbî Utbe b. Gazvan tarafından inşa edilmiştir. Şehirde ilk mescidi yine Utbe bina etmiştir. Şehrin inşasından sonra buraya çok sayıda sahâbî yerleşmiştir. Ebû Mûsâ el-Eş’ari, İmran b. Husayn ve daha başka sahâbîler yerleşmiş olup buraya en son gelen sahâbî Enes b. Malik olmuştur. Dolayısıyla Basra halkı daha çok bunların ders halkalarında yetişmiştir.

Irak medreselerinde daha başka sahabiler de vardı. Ebû Mûsâ Abdullah b. Kays el-Eş’ari bunlardandır. O, ilim, vera, haya, izzet-i nefis, iffet, zühd, sebat vb. özellikleriyle tanınmıştır. Hz. Ömer zamanında Basra’da Hz. Osman zamanında da Kûfe’de valilik yapmıştır. Çok sayıda tabiîn ondan rivayette bulunmuştur. Hz. Ömer’in bir valiyi bir yerde bir seneden fazla görevde tutmama şeklinde vasiyeti olduğu halde o bu dönemde dört yıl boyunca valilik yapmıştır. Güzel sesli olup çok güzel Kur’ân okuduğu bilinmektedir. Basra halkına fıkıh ilmini öğreten kişi olarak kaynaklara geçmiştir. Basra’da ilim öğretenlerin başında yer almıştır. Kendisi, “Basra’ya ondan daha hayırlı bir kimse gelmedi” şeklinde bir şeref payesine de sahiptir. Hz. Ömer’den en çok etkilenenlerdendir. Aralarında çok sayıda mektuplaşmalar olmuştur. Zehebî ondan bahsederken, “Âlim, ilmiyle amel eden, Allah’ın kitabını okuyan, Kur’an’ı son derece güzel okuyan biri, güzel ve mübarek bir ilim rivayet eden, Basra halkının en çok Kur’an okuyanı ve en fakih olanıdır” demiştir. Hz. Ömer onun uzun süren Basra valiliği sırasında kendisine vasiyetlerde bulunmuş, mektuplar yazmıştır. Aynı şekilde Ebû Mûsâ da karşılaştığı sorunlar hakkında Hz. Ömer’e çokça müracaat edenlerdendir. Şa’bi onun Müslümanların meşhur dört kadısından biri olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Onlar ümmetin en meşhur kadılarıdır” deyip Hz. Ömer, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit ve Ebû Mûsâ’nın ismini zikretmiştir.

Musab b. Umeyr’in Medresesi Var mıydı?
Musab, Resûlullah (s.a.s.) tarafından Medine’ye gönderildiğinde her mekânı medrese olarak bildi. Bir yıl içinde yüzden fazla insana ulaştı. Meydanları İslam’ın anlatılması gereken yerler olarak gördü. Onun bu şehirde bulunduğu sırada herhangi bir merkez/medrese inşa edilmemişti. Bir cami de yoktu. O, mahalle, sokak, çarşı, pazar demeden insanlara İslam’ı anlatmış ve hidayet bulmalarını temin etmişti.
Günümüz İslam davetçileri imkân buldukları her yerde İslami davetlerini dillendirecekler, öğretmenler okulda, imamlar mescidlerde, müderrisler medreselerde, doktorlar hastanelerinde, esnaf olanlar çarşı pazarlarda davalarının bilincinde olacaklardır. Hatta lisan-ı hal ile İslam’ı anlatma yoluna gideceklerdir.

Kaynakça
1) İbn Asâkir, Tarihu Dimaşk, XLVII, 137.
2) Zehebî, A’lâmü’n-Nübelâ, II, 344.
3) Hammâş, eş-Şam fi Sadri’l-İslam, s. 97.
4) İbn Sa’d, Tabakat, III, 235, Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-nübel, II, 2523(2004), İbn Hacer, Şihabuddin Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali el-Askalânî (852/1448), el-İsâbe fi temyizi’sahâbe, Beytu’l-Efkari’d-Devliyye, 2004, s. 833.
5) İbn Sa’d, Tabakat, III, 156.
6) İbn Asâkir, XXXIII, 129.
7) Taberi, Tarih, s. 621(2004).
8) Halife b. Hayyât (240/854), Tabakât, nşr. Süheyl Zekkar, Dımaşk: Vezaretü’s-Sekafe 1996, I, 298, İbn Asâkir, XXXIII, 22.
9) İbn Asâkir, IX, 336.
10) İbn Hacer, el-İsâbe, 821, 822.
11) Zehebi, Tezkiretü’l-huffaz, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1956., I, 23.
12) Zehebi, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, II, 389.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?