Resûlullah’ın (s.a.s.) bi’setinden önce başta Arap yarımadası olmak üzere, insanlığın ne büyük huzursuzluklar içinde olduğu malum. Mal, can, namus, kısaca hiçbir şeyin emniyeti kalmamıştı. Güçlü zayıfı eziyor, büyük küçüğü yutuyor, zalim yakıyor, yıkıyor, talan ediyor, öldürüyor, esir ediyor, köle olarak satıyordu vs. Kadın meta gibi alınıp satılıyor, kız çocuğu diri diri toprağa gömülüyordu. Haramlar hayatı kuşatmış, gayet normal karşılanır olmuştu.
Resûlullah (s.a.s.) vahyin öğretileriyle insanlığı aydınlatmaya başladığında, tüm bu şerler, zamanla hayra evrildi. Zulmün yerini adalet, bencilliğin yerini paylaşım, düşmanlığın yerini kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma, şefkat ve merhamet aldı. Birbirlerinin canlarına kıymak için fırsat kollayan vahşi insanlar, birbirlerinin uğruna can vermeyi cana minnet bilen sahabilere dönüştüler. Birbirlerinin mallarını talan etmek için bahane arayan eşkıya insanlar, birbirlerinin yoluna servetlerini seren evliyalara dönüştüler. Kısacası, şekavet asrı, saadet asrına dönüştü. İşte bu; nebevi medresenin, ilk İslam üniversitesinin gücüyle oldu.

1.Yeniden Medrese Gücüne Dönüş
Şu an insanlık yeniden orta çağ karanlığına geri dönmüşse, İslami rotayı terk ettiğindendir. İslam; birilerinin dediği gibi, “orta çağ karanlığı” değil, karanlıkları aydınlığa dönüştürmenin adıdır. İnsanlığı İslam’dan uzaklaştırmakla karanlığa gömenler, cürümlerini İslam’a iftiralar atmakla örtmeye çalıştılar ve çalışıyorlar. Ama artık insanlık uyanıyor. İlmin ve medresenin gücü; yeniden peygamber varisliğini kuşanarak, devr-i saadet İslam’ını insanlığa ulaştırma yolundadır.

“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.” (Bakara, 257)

Allah (c.c.) âlimlerin sair insanlardan farklı olduğunu birçok ayetle sarahaten veya işareten ifade eder. O ayetlerden sadece bir örnek şöyledir: “(Şimdi bunlar mı hayırlıdır, yoksa) Gece yarıları kalkıp namaz için kıyama duran ve secdeye varanlar, can-ı gönülden itaat edip ahiretten korkan ve Rabbinin (rızasını ve) rahmetini umanlar mı? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler (ilim sahibi kimselerle cahiller) bir olur mu? Şüphesiz, ancak temiz akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.” (Zümer, 9)

Evet, insanlık, çağdaş cahiliye karanlığından yeniden İslam’ın aydınlığıyla kurtulacaktır. Bunu da Resûlullah’ın (s.a.s.) varisi, davetçi âlimler yapacaktır. Bu âlimlerse bu mübarek davaya odaklanmış İslam medreselerinden yetişeceklerdir. Dolayısıyla medrese deyip geçmeyelim. Medrese, Mekke’de “Daru’l-Erkam” Medine’de “Suffe Üniversitesi” hükmündedir. İslam; ilim ve irfan demektir ki, medreseler ilmin otağıdır.

2. Medreselerin Toplumsal Barışa Katkısı
İnsan ekmeksiz susuz yaşayabilir ama huzur, güven ve barışsız yaşayamaz. Ümmet birliğini kaybedeli, dirlik, huzur ve barışı da kaybettik. Sadece İslam’ı değil, neredeyse insanlığımızı kaybettik. Bizi biz yapan, ayakta tutan gücümüz, çimentomuz; kardeşlik şuuru ve ümmet ruhumuz, birlik ve beraberliğimizdi. Bir asra yakındır dışardan ve içerden müdahalelerle ve her vesileyle, ümmet arasında fitne ve fesat yayılıyor, ihtilaflar körükleniyor, iftiraklar ihdas ediliyor. Tüm bunlar da toplumsal barışı yok ediyor. Barışın yerini, husumetler, nefretler, düşmanlık, çatışmalar, kardeş kavgaları ve hatta savaşlar alıyor.

Bizi bir ve beraber yapacak olan enerjiyi, yine ve yeniden, peygamber varisi, Rabbani, davetçi âlimlerden alacağız. O âlimleri de gerekli donanıma sahip medreselerden yetiştireceğiz. Dolayısıyla sosyal barış, yardımlaşma ve dayanışmanın da teminatı; vasat ümmet anlayışına sahip Rabbani medreselerdir.

3. Kargaşa ve Kavga Yerine Barış ve Esenlik İçin Medrese
Cehalet, her kötülüğün kaynağı olduğu gibi, her iyiliğin de en büyük engelidir. Cahil toplumlarda bireyler; kendilerine, ailelerine, topluma, ümmete, insanlığa ve hatta çevreye karşı sorumluluklarını yerine getiremezler. İnsanlar, sorumluluklarını bilmeden nasıl yerine getirsinler ki? Hâlbuki insanın, özellikle de Müslümanın; Allah (c.c.) ve Resûlüne (s.a.s.) karşı sorumluluktan sonra, kendi nefsine, ehlu iyaline, topluma ve derken tüm ümmete karşı sorumlulukları vardır. O hâlde önce insanları İslami bir eğitim ve terbiyeyle eğitip aydınlatmak gerekir ki, hak ve sorumluluklarını bilsinler. Haklarını arayıp, sorumluluklarını da yerine getirsinler.

4. Cehalet Ancak İlimle İzale Edilir
Genelde İslam âleminin, özelde ülkemizin yakın geçmişte atlattığı badireler malum… Harf devrimiyle, bir gecede milyonlar ümmi olarak sabahlamış… Tevhid-i tedrisat adı altında medreseler neredeyse yok edilmiş… Uzun bir zaman elif-ba bulundurmak dahi neredeyse idamlık suçlardan sayılmıştır. Sırf ilme ve İslam’a hizmetleri sebebiyle idam edilen, sürgün edilen, faili meçhullerle infaz edilen ulemanın sayısı bilinmemektedir. Bu çorak dönem, ülkemizde ilmin kaynağını kurutma derekesine varmıştır. Tabi ki âlimlerin olmadığı yerde de cehaletin yayılıp dört bir yanı kuşatması tabiidir.

Nitekim Resûlullah (s.a.s.) ilimle meşgul olan, ilmi öğreten âlimlerin bulunmamasının; sapmaya, saptırmaya ve hakikati kaybetmeye neden olacağını bildirmektedir. “Allah, ilmi insanlardan bir anda söküp almaz. Fakat âlimlerin ruhunu alarak ilmi alır. Nihayet geride tek bir âlim kalmadığında, insanlar cahil önderler edinirler. Onlara sorular sorulur ve bilgisizce fetva verirler. Böylece hem saparlar hem saptırırlar!”1

“Tevhid-i tedrisat” vb. düzenlemeler sebebiyle, yarım asır, alabildiğine çorak geçti. Bolşevizmin fırtına gibi estiği zamanlar. Neredeyse “Allah” demenin dahi yasaklandığı kapkara bir dönem! İslam’ın önü tamamıyla tıkanırken, fıskın, şirkin ve ilhadın önünün ise sonu kadar açıldığı bir dönem!

Seksenli yıllarda medreseler açısından yeniden filizlenmeler başladı. Bu gelişmeler toplumsal barışa, cehaletin kısmen izalesine ve daha birçok hayırlara vesile olmaya başlamışken, 28 Şubat sürecinde yeniden geriye gidişler başladı. Kur’ân kursları, medreseler vd. hayır kurumları gibi onlarca medrese de eğitim ve öğretimine ara verdi. Bu da toplumsal barışın büyük bir tehditle karşı karşıya kalmasına sebep oldu.

5. Anarşi ve Terörün En Önemli Sebebi Yine Cehalettir
Resûlullah (s.a.s.) bir hadisinde, 99 adam öldürüp sonra bunu yüze tamamlayan, İsrailoğullarından bir adamı anlatır. Bu vb. insanların suç makinalarına dönüşmelerinin en büyük sebebi yine cehalettir. Yüz cinayet işleyecek kadar gaddar olan adamın doğruya yönlendirilmesinde yine ilmin ve âlimin etkisini görürüz. Hadiste ayrıca “yarım hoca dinden eder” gerçeğini de net olarak anlarız. Nitekim işinin ehli olmayan ilk âlim hem kendi canından olmuş hem de bu suç makinasını durduramamıştır.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu gibi feodal bölgelerde ilmin toplumsal barışa katkısı çok daha net anlaşılır. Çoğu kere yıllar süren kan davaları, etnik ayırımcılık vs. husumetler sebebiyle neşet eden düşmanlıklar, yıllarca insanlara hayatı zehretmiştir. İşte böylesi zemin ve zamanlarda ilmin ve ulemanın toplumsal barışa katkısı ilaç gibi yetişir.
İşte kırk yıldan fazladır terörle yatıp kalkıyoruz. Yıllardır sadece maddi olarak yüz milyarlarca maddi ziyan, manevi olanın ise hesabı yok. Maddi servetlerle kıyası mümkün olmayan bu bela ve diğer toplumsal barışı tehdit eden suçların sebebi, yine cehalettir. Özellikle doğuda medreselerin gelişmesine paralel olarak huzur ve güven de gelişmiş, medrese faaliyetleri kesintiye uğradığındaysa tersi olmuştur.

6. Âlimsiz Toplum Pusulasız Gemi Gibidir
Pusulasız gemi hedefine hiç varamaz veya varsa da çok geç varır. Bu geminin belli bir rotası olmadığı için kayalıklara çarpıp parçalanma veya Tih Çölü misali yıllarca yerinde sayma tehlikesi vardır. Âlimsiz toplum da böyledir. Dünyada huzur barış ve izzete; ahirette ebedi saadete ya varamaz ya da nice badirelerden sonra çok gecikmeli varır. “Kim de bu dünyada (hakkı görüp kabul etmeyecek şekilde) kör olursa, artık o, ahirette de kördür ve yol bakımından da daha sapıktır.” (İsra, 72) Manevi körlük olan cehaletin izalesi, ancak Rabbani âlimlerin irşad ve aydınlatmalarıyla mümkündür.

7. Âlimler Peygamberlerin Varisleridir
Nasıl ki Resûlullah (s.a.s.) cahiliye insanını şirk ve küfür karanlıklarından İslam’ın aydınlığına kavuşturdu, âlimler de genelde insanlığı, özelde halklarımızı bu çağın tüm karanlıklarından vahyin aydınlığına çıkaracaklardır. Başka türlü ne ümmet ne de insanlık için toplumsal barıştan, huzurdan, güvenden bahsedilemez. Böyle bir toplum için, kâmil manada Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplumun oluşması gerekiyor. Böyle bir oluşumdaysa âlimlerin etkisi tartışılamaz.

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Her kim ki, ilim tahsil edecek bir yola girerse, Allah onun için cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlandıkları için, kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar, hatta sudaki balıklar bile, ilim öğrenen kimseye Allah’tan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin âbitten (ibadet edenden) üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Zira Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar. Şu hâlde o ilmi alan, büyük bir pay almış demektir.”2

Subhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke…

Kaynakça
1) Buhârî, İlim, 34.
2) Buhârî, İlim, 10; Ebû Davut, İlim, 1.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?