Yıl 1947. Ezher Üniversitesi’nin kalbindeki meydanda, büyükçe bir pankartın üzerinde “Filistin’in özgürlüğü için halk kongresi” yazıyordu. Pankartın önünde bir adam duruyor, karşısındaki binlerce insana sesleniyordu. İnsanlarda sessizlik hâkim, gözleri ise ışıldıyordu.
“Ey insanlar, küçük de olsa insanlık vicdanına dair bir umudum vardı. Ancak şimdi o umudum kalmadı. İngilizler ve Yahudiler sadece bir dilden anlarlar: devrim ve güç… Bugün burada Filistin’in özgürlüğü için gönüllülük seferberliği başlatıyorum. Ben Hasan el-Benna, bu hareketin ilk gönüllüsüyüm.”

Halk galeyana geliyor tekbirler getiriyordu; “Hepimiz Filistin’e!” diye sloganlar atıyorlardı. Kadınlar ziynet eşyalarını bağışlıyor, Müslüman Kardeşler Hareketi’nin merkezinden askeri kıyafetli birlik Kahire sokaklarını dolaşıyordu. El-Benna, genç bir delikanlıyı kamyonla Batı Sahra bölgesinde silah toplamakla görevlendirmişti. Bu genç delikanlının adı Muhammed Mehdi Akif idi. Sonradan Müslüman Kardeşler Hareketi’nin genel mürşidi olacaktı. Eğitimler verildi, hazırlıklar yapıldı. El-Benna Filistin’e gidecek olan bölüğü tek tek selamlayıp zafer temennileri ile kendilerini yolcu etti. Bölüğün başında liderleri Muhammed Fergali isimli bir genç vardı. Birkaç ay sonra el-Benna Gazze’ye, mücahitleri ziyarete gitti. Askeri kampta mücahitlere yönelik bir konuşma yaparak “Ey Mücahitler! Sizinle beraber olmak isteyen ancak gelemeyen birçok mücahit var, onlar sizi çok özlüyorlar. Size onların selamını getirdim.” diyordu. Bu seferberlikten kısa süre sonra Hasan el-Benna yaktığı bu kıvılcımın bedelini hayatıyla ödeyecekti. El-Benna aslında tam da bu sebeple bir Filistin şehididir. O, Müslümanların en temel davalarından biri olan Filistin için bedel ödedi ama geride Filistin’i canları pahasına koruyacak yüzbinler bıraktı.

Hasan el-Benna’nın Filistin davasına ve direnişine sunduğu katkılara geçmeden önce bu desteğin uzun soluklu olmasının temelini oluşturan ve başka hareketlere kıyasla istisnai üç farklı başarıya değinmek daha açıklayıcı olacaktır:

Birincisi: El-Benna, kapsamlı olmanın yanı sıra basit ve anlaşılması kolay İslamî bir söylem sunmayı başardı. Onun İslamî söylemi, eğitimli ve seçkin grupların ötesinde halk gruplarında da etkin bir şekilde karşılık bulan, tüm toplum sınıflarına yayılan bir düşünceydi.
İkincisi: El-Benna ve hareketi; Arap Yarımada-sı’nda Vehhabilik, Sudan’da Mehdilik, Mağrip’te Senusilik gibi kendisinden veya çağdaşlarından önce gelen İslamî yenilenme hareketlerindeki bölgesel özelliğin ötesine geçmeyi başardı. El-Benna, İhvan Hareketini doğduğu ülke olan Mısır’ın coğrafi çerçevesinin ötesine geçen bir hareket olarak inşa etmeyi başarmış, üyeleri İslam dünyasının çoğu ülkesine ve yurtdışındaki Müslüman topluluklara yayılmıştır. Gerçekten de hareketi büyük başarılar elde etmiş ve birçok ülkede halk akımlarının en güçlüsü olmayı başarmıştır. Filistin bu örneklerden sadece biridir.
Üçüncüsü: İhvan Hareketi’nin, tarihi süreç içerisinde karşılaştığı pek çok zorluk, zayıflatma, yok etme veya rotasından saptırma girişimlerine rağmen El-Benna, nesiller boyunca “uygulanabilir, güncel ve süreklilik” arz eden bir hareket sunmayı başardı.
Bu noktaları nazara alarak el-Benna’nın Filistin meselesindeki konumunu incelediğimizde, karşımızda sadece bir düşünür ya da mücahidin biyografisinin olmadığını aynı zamanda olayları gerçekleştirmeyi başaran bir adamla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Yöntemi ve düşüncesi, okulu ve hareketi; bölgenin çağdaş tarihinde hatta ölümünden sonra da nesiller boyu etki oluşturmaya devam etmektedir. Bu nedenle, Ocak 2006’da Filistin milletvekili seçimlerini büyük çoğunluk ile kazanan Hamas’ın (Müslüman Kardeşler’in Filistin Ekolü) el-Aksa İntifadası sürecinde kullandığı füzelerinden birine “el-Benna” adını vermesi, siyasi ve askeri zaferlerini el-Benna ve okulunun adamlarına adaması şaşırtıcı değildir.
Filistin davası, Hasan el-Benna nezdinde sıradan bir dava değildi. Hatta bu davayı Müslümanların öncelikli meselesi olarak değerlendiriyordu. Meseleyi dar bir çerçevede kolay ve basit olarak değerlendirmemiş, düşmanı da sıradan bir suç örgütü olarak görmemiştir. Aksine bu davayı, bu büyük mücadelede taraflar arasındaki çatışma; küfür, şer, zulüm, sömürgecilik ile hayır, adalet ve merhamet temsilcilerinin var olma ve yok olma meselesi olarak değerlendirmiştir.

Hasan el-Benna’nın düşüncesinde tek ümmet, tek vatan, tek hilafet hedefi vardır. Müslüman Kardeşler düşüncesinin temel felsefesi Müslüman fertten, Müslüman aileye, Müslüman devlete ve bütün İslam ülkelerinin sömürgeci anlayıştan kurtulması ve hilafetin tesis edilmesine giden bir süreci esas alır. Bunu İslam’ı hayatın bütün yönlerini kuşatan bir anlayış olarak gerek toplumsal gerek iktisadi, siyasi ve gerekse askeri olarak planlamıştır. Bunları gerçekleştirirken slogan olarak “Cihad bizim yolumuzdur. Allah yolunda ölüm en yüce arzumuzdur.” şeklinde açıklamıştır. Ayrıca Müslümanların tek bir vatanı vardır, çünkü onlar tek bir ümmettir. Üzerinde La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah denilen her bir toprak parçası mukaddestir. İşgalden kurtarılmalıdır, uğrunda cihad edilmelidir. İşte bu yönüyle Filistin davası en önemli derecede ihtimam gösterilmesi gereken bir davadır.
El-Benna’nın düşüncesine göre Filistin her Müslümanın vatanıdır. Çünkü tarihteki peygamberlerin beşiği olması, Mescid-i Aksa’nın içinde bulunması her Müslümanın temel meselesi olduğu anlamına gelir. Ayrıca bu topraklar İslamî bir vakıftır, bir karış dahi olsa vazgeçilmezdir. Bütün Müslümanların ortak mülküdür. Gerçek sahiplerine iadesi için feda edilmesi gereken her şey feda edilmelidir. Bu şartlar içerisinde “Bana ne Filistin’den!” demek “Bana ne İslam’dan!” demek olacaktır.

Hasan el-Benna Filistin’i özgürleştirmeyi, aynı zamanda İslam ümmetinin topyekûn kalkınmasında bir anahtar olarak görmüştür. İngiliz elçiye Kahire’de gönderdiği mektupta şu cümlelere yer vermektedir; “Müslüman Kardeşler, malları ve canlarıyla Filistin’in her bir karış toprağının Müslümanlara ait olması noktasında her türlü fedakârlığa hazırdırlar.” Mısır Başbakanına gönderdiği mektupta ise “İngilizler ve Yahudiler ancak tek bir dilden anlarlar o da devrim, güç ve kan dilidir” der. Bu açıklamalarıyla Filistin’in özgürleştirilmesinin mutlak hedef olduğunu üst düzeyde muhataplarına dile getirmiştir. Tabii ki Filistin’in özgürleştirilmesi Hasan el-Benna’nın düşüncesinde bir kalkınma gerektirir. Bütün güçlerin birleştirilmesi ve Siyonist projenin yenilgiye uğratılması eş zamanlı gerçekleştirilmelidir. Bu yönüyle Siyonizm’e karşı mukavemet haddizatında ümmetin kalkınması ve birleşmesi için elzemdir.

El-Benna Filistin meselesi hakkında sadece konuşmakla kalmamış, bu konuda bir cihad fikri de inşa etmiştir. Ümmetin bağımsızlığı ve onuru için insanların kanını akıtması gerektiğini söylememiş, kendisi bu konuda öncü olmuştur. Sömürgenin öncüsü olan İngilizler ve Yahudilerin ancak sağlam bir iman, kuvvet ve Allah’tan gelen zafere dayanma dışında herhangi bir dilden anlamadıklarını da ispatlamıştır.

Hasan el-Benna’nın Filistin cihadına verdiği önem henüz Daru’l-ulûm’daki üniversite son yıllarına dayanır. Filistin davası, gençliğinin ilk yıllarında bu şekilde en önemli meselelerinden biri hâline gelmiştir. O dönem henüz 21 yaşındadır ve Müslüman Kardeşler Hareketi henüz kurulmamıştır. Hacı Emin el-Hüseyni’ye Kudüs müftüsü olarak görev yaptığı dönemde bir mektup göndermiştir. Hacı Emin bu mektubun 1927 tarihinde kendisine Hasan el-Benna tarafından gönderildiğini, mektubunda Siyonistlere karşı cihada hazır olduğunu, bu konuda koordinasyon ve yardımlaşma noktasında üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu yazdığını söylemiştir. Müslüman Kardeşler’i Hareketi’ni kurduktan sonra da Âlem-i İslam İlişkileri isimli bir kısım kurmuş, bu birimde sömürgeci güçlere karşı dayanışma ve yardımlaşma görevini icra etme vazifesini Hacı Emin el-Hüseynî’ye vermiştir.

1931 tarihinde el-Hüseynî, Kudüs’te ümmetin önde gelen şahsiyetlerini dâhil ettiği Filistin kongresini ilan ettiği zaman Hasan el-Benna kendisine meselenin çözümü hakkında Müslüman Kardeşler’in tasavvurunu içeren bir yazı göndermiştir. El-Benna’nın gönderdiği mektupta meseleye çözüm önerileri yer almaktaydı. El-Benna, öncelikle gösterilerin ve basın açıklamalarının çok da dikkate alınmadığını belirterek pratik birtakım çözümlere geçilmesi gerektiğinin altını şöyle çizmiştir:

Birincisi: Filistin’de Yahudilere yer satılmaması konusunda net bir tavır alınması gerektiğini belirtmiştir. Çünkü taviz verildiğinde Yahudilerin daha fazla yer edindiklerini, sayılarının arttığını, bu konuda özel bir fon kurduklarını ifade etmiş, Müslümanların da buna karşı bir fon kurmaları gerektiğini ve diğer ülkelerde de bu fona destek verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

İkincisi: İslam mukaddesatını korumak için bir komisyon oluşturulmasını, merkezinin Kudüs veya Mekke olmasını, diğer İslam ülkelerinde de buna bağlı komisyonların kurularak mukaddesatı koruma noktasında sürekli irtibat hâlinde olunması gerektiğini dile getirmiştir.
Üçüncüsü: İslam kültürünün yayılmasını, alt başlık olarak da Filistin’de bir üniversite kurulmasını; bu üniversitenin dinî ve fennî ilimleri İslam ruhu ile veren, hukuk, ticaret, siyaset, iktisat, tıp, felsefe alanlarında ihtisas oluşturan bir üniversite olmasını teklif eder. İkinci bir üniversitenin Mekke’de aynı metodoloji ile kurulması gerektiğini, Müslüman âlimlerin kadim İslam kitaplarını yeniden ele alıp tasnif etmesini tavsiye etmiş ve günümüzün gerekliliklerine uygun bir eğitim metodolojisinin geliştirilmesi gerektiğini söylemiştir.

Dördüncüsü: Müslüman zenginlerin günlük yayın yapacak Kahire merkezli bir gazete kurmalarını, Müslüman önderler yetiştirecek bir eğitim ve bilinçlendirme çalışması yapacak bir merkez açmalarını önerir.
1936 Filistin devriminde Hasan el-Benna ve İhvan çok büyük rol oynamıştır. Zira devrimden bir yıl önce bunun fitilini ateşleyen İhvan, Yahudilere karşı bilinçli olunmasını ve oyunlarını ifşa eden birtakım makaleler ve yazılar kaleme alarak yaymışlardır. Bu konuda Ahmet Sukkeri önemli görevler icra etmiştir. 1935 tarihinde Hasan el-Benna Müslüman Kardeşler’i temsil eden, içinde Arap ülkelerinden de temscilerin olduğu bir heyeti Filistin’e göndermiştir. Heyetin başında kardeşi Abdurrahman el-Benna vardır. Vermek istediği mesaj Filistin halkının yalnız başlarına olmadıkları ve mücadelede başka Arap ülkelerinden gönderilen heyetleri temsilen halkın arkalarında olduğudur. 1936 tarihinde de Müslüman Kardeşler, Filistin’e Yardım Komitesi adı altında bir çalışma başlatmış, bizatihi bu çalışmanın başkanlığını da Hasan el-Benna kendisi üstlenmiştir. O günlerde namazlarının son rekâtlarında “Filistin için Kunut kampanyası” başlatarak Filistin mücahitlerine yardım ve dua konusunda bilinç uyandırılması hedeflenmiştir. Ayrıca Müslüman Kardeşler, Mısır’da Yahudi menşeli ürünlerin satın alınmaması noktasında bir boykot kampanyası da başlatmışlardır. Arap tüccarlara Yahudi tüccarlarla çalışılmaması noktasında bildiriler yayınlamışlardır.1938 tarihinde Hasan el Benna Filistin’de “Ateş ve Yıkım” isimli bir kitap bastırıp dağıtımını sağlamanın yanı sıra aynı yıl eylül ayında Filistin Özel Sayısı olarak dergi basılmıştır.
Hasan el-Benna Müslüman ülkelerin sömürgeden ve geri kalmışlıktan kurtulmasının yolunun birlikten ve bu birliğin de Siyonist projeye son vermekten geçtiğini çok açık ve net bir şekilde; özellikle 1936-37’li yıllarda ortaya koymuştur. Bunun için 1936’daki devrimi tetiklemiş, 1937’de Arap, Asya ve Afrika ülkelerine çeşitli mektuplar göndermiştir. Oradaki İslam büyüklerine, siyasi önderlere; Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasının coğrafyamızın tamamının sömürge altına girmesi anlamına geleceğini, bunun aynı zamanda ülkelerin iç parçalanması, dağılması ve bir sömürge gücünün baskısı altına girmesi demek olacağını ve tehlikesini açıkça ifade etmiştir. Bu manada Arap ülkelerinde onların temel güçleri olan tesisatlarını yok etmenin yolunun güçlü bir boykot ve mücahitlere destek vermekten geçtiğini açıkça yazmıştır.

El-Benna, ırkçı bir bakış açısı ortaya koymamıştır. Dönemin edebiyatına bakıldığı zaman söylemlerinde Yahudi düşmanlığı görülemez. Yahudilere yönelik mücadelenin Siyonist Yahudilere yönelik olduğu, bunun İslam ülkelerini bölmeye ve topraklarını işgal etmeye yönelik bir proje olması hasebiyle direnişin temelde dinî veya ırkî değil siyasi ve sömürgeci düşünceye karşı dinî temellere dayanan bir mücadele olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte Yahudilerin Avrupa’da maruz kaldıkları zulümlere ve katliamlara karşı çıkmış, ancak Yahudilerin oradan gördükleri zulüm ve katliamların aynısını Filistin topraklarında uyguladıklarını, empati yapmadıklarını ifade etmiştir.

1939 tarihinde “Filistin için bir kuruş” kampanyası için komisyon kurmuş, Filistin davasına destek için ülkenin dört bir yanına yayılan bir fon çalışması başlatmıştır. Aynı yıl gösteri ve yürüyüşler başlatmış ülkenin tamamına yayılan İngilizlerin yayınladığı beyaz belge veya Filistin müftüsü aleyhine İngilizlerin açıklamalarına karşıt kınama açıklamaları ve yürüyüşler başlatmıştır.1946 yılında Hasan el-Benna Gazze’ye gönderdiği mücahitlerinin arkasından işlerin nasıl yürüdüğüne dair kendisi de bizatihi oradaki mücahid birlikleri ziyaret etmiştir.
El-Benna, Siyonistlere karşı mücadele yürütürken aslında Filistin’i asıl işgal edenin Siyonistler değil, İngiliz yönetimi olduğunu dile getirmiştir. Asıl sömürgecinin İngilizler olduğunu, İngilizlerin Siyonistleri kendi çıkarları doğrultusunda bölgede kolonizasyon siyaseti güderek kullandığını 1938’de yazmış olduğu makalede belirtmiştir. İngilizlerin, Siyonistlerin önünü açan, onlara silah sağlayan ve Müslüman Filistinlileri tutuklama, sürgün etme gibi uygulamalardan da vazgeçmesi noktasında çağrılarda bulunmuştur. Filistin’in başına gelen bütün bu musibetlerin temel sorumlusunun İngiltere olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Hasan el-Benna ilk olarak Filistin’de cihad ve direnişi dile getirdiği zaman henüz bu noktada Mısır ve civar ülkelerde bazı şahsiyetlerin çalışmaları haricinde halka inmiş, halka mal olmuş bir anlayış yoktu. Hasan el-Benna, düşüncesinin halkların seviyesinde kabul görmesini sağlayan çalışmalar yürütmüştür. 1933 yılında Filistin’de İntifada gerçekleşmişti. 33 şehit 255 yaralı vardı hatta Musa Kazım el-Hüseynî bu ayaklanmada yaralanmıştı. Hemen yayınladığı bir makalede; Yahudi göçünün durdurulması, Britanya’nın bu vaatlerinden vazgeçmesi, Arapların hakkını tanıması ve Müslümanların da ellerindeki bütün imkânları seferber ederek Filistin’e destek vermeleri ve İngilizlere baskı kurmaları noktasında çağrı yapmıştı.

Özellikle Müslüman Kardeşler hareketinin özel birlikler ismiyle bir teşkilat kurduğunu hatırlatmakta yarar var. Bu özel birlikler izcilik faaliyetleri yanında silahlı eğitim de alıyorlardı. En önemli görevleri İngiliz sömürgesine karşı Mısır’da birtakım operasyonlar düzenlemek, Siyonist projeleri de Filistin içerisinde boşa çıkarmak noktasında gerek istihbarî, gerek direniş projelerini hayata geçirmekti. Bu birliğin kurulması tamamen gizli yürütülüyordu. Bu çalışma direk Hasan el-Benna’ya bağlıydı ve kendisi dışında en yakınındaki birkaç kişi bunu biliyordu. Bu birlik gereken yerlere silah temin etme ve silahlı eğitim verme noktasında faaliyet yürütüyordu.

Müslüman Kardeşler’in Filistin’e olan desteği 1935 yılına kadar bireysel ve teşkilat dışı örgütlenme ile gerçekleşmiştir ama 1935 yılında İhvan’ın aldığı karar ile artık Mısır dışında teşkilatlanma çalışmaları başlatılmış ve ilk yer olarak Filistin seçilmiştir. 1935’te Hasan el-Benna’nın kardeşi Abdurrahman el-Benna öncülüğünde bir heyet Filistin’e gitmiş, Hacı Emin Hüseynî ile görüşmüş ve Kudüs, Yafa, Gazze’de süreç içerisinde teşkilat merkezleri tesis etmişlerdir. En son Kudüs teşkilatı 1945 tarihinde açılmıştır. Açılış merasimi de gerçekleşmiştir. Daha sonra Kalkilya, Nablus,Tul Kerim, el-Halil vb. farklı şehir ve noktalarda 20 merkez açılmıştır. Bu merkezlerde Hasan el-Benna, teşkilatının halka inmesi için davet, eğitim, İslamî bilinç, Siyonizm’e karşı mücadele gibi temel çalışmaları yürütmüştür. Yafa’da 1946 yılında büyük bir kongre düzenlemişlerdir. Bu arada Lübnan, Ürdün gibi ülkelerden de teşkilat organları bu kongreye katılmışlardır. Bu kongrenin Filistin’de olması ayrı bir ses getirmiştir. İngilizlere çağrı yapılmış ve gittikçe artan Siyonist tehlikeden İngilizlerin sorumlu olacağı noktasında birtakım deklarasyonlar yayınlanmıştır.

1947-48 yıllarında Filistin savaşı başlayınca Müslüman Kardeşler de cihada dâhil oldular. Kuzeyde 200 kadar mücahit yerel örgütlenmenin içerisine, güneyde ise 800 kadar mücahit örgütlü bir şekilde Siyonistlere karşı silahlı mücadelenin içerisine girdiler. Özellikle Gazze, Birussebi gibi bölgelerde cephelerde Mısır İhvanı yoğun bir mücadele gösteriyordu. Filistin içerisinde de cihada dâhil olan gençler birlikte koordineli bir cihat faaliyeti yürütüyor ve çok ses getiren birtakım eylemler yapıyorlardı. Özellikle Yafa’da savaşın başından beri Kâmil Şerif’in öncülüğündeki üniversite gençleri ile örgütlenmiş ve Yahudilere karşı cihat etmişlerdir.

Aslında Hasan el-Benna engellenmemiş olsaydı Filistin cihadında çok daha büyük yararlılıklar sağlanabilirdi. Ancak İngiliz baskısı altında olan Mısır hükümeti birçok desteği reddetmiştir. Mısır hükümetinin baskı ve engellemelerine rağmen Mısır’dan bir ketibe (askeri birlik) yola çıkmış, Sina üzerinden hareket ederek büyük zorluklar neticesinde gizli bir şekilde kampa giderek cihada katılma başarısı gösterebilmiştir. Kendilerine katılan gruplarla birlikte Siyonistlere karşı yapmış oldukları operasyonlarda ciddi başarılar ortaya koymuşlardır. Daha sonra Suriye’deki kamplarda eğitim görmeleri ve cihada katılmaları için 100’er kişilik gruplar hâlinde ketibeler göndermiştir. Özellikle mücahitler Gazze ve Yafa’da Yahudilerin geçiş noktalarını kesmiş ve silah sevkiyatlarını engellemişlerdir.

Suriye İhvanı, Mustafa Sıbai önderliğinde 100 kişilik bir grup ile cihada katılmışlar, Kastel direnişinde Abdülkadir el-Hüseynî öncülüğünde efsanevi bir direniş göstermişlerdir. Ürdün’den de Müslüman Kardeşler, yardımlar toplayarak 3000 kişi gönüllü olarak savaşa katılmak için isimlerini yazdırmışlar ancak engellemeler sebebiyle savaşa 120 kişi ancak katılabilmiştir.

Filistin davasına verdikleri desteğin bedelini İhvan teşkilatının feshedilmesi ve Hasan el-Benna’nın canı ile ödemişlerdir. İhvan Hareketi feshedilince Hasan el-Benna Filistin’de cihat eden mücahitleri motive etmek için onlara geri dönmemelerini ve oradaki cihada devam etmelerini isteyen bir mektup göndermiştir. Bu direnişi ve vazgeçmeyişi Hasan el-Benna’yı birkaç ay sonra Mısır’da bir suikast ile şehit edilmeye götürmüştür.

İhvan üyeleri Filistin cihadında inanılmaz bir mücadele vermişlerdir. Nihayetinde Savaş Arap yöneticilerin büyük ihaneti ile sonuçlanmıştır. Sahada Arap yöneticiler mücahitlere karşı savaşırken masada da Filistin’i Yahudilere bizatihi satmışlardır. Bunun sonucunda da Müslüman Kardeşler’in tüm faaliyetleri durdurulmuş, üyeleri tutuklanmış, hareketin lideri el-Benna da verdiği mücadelenin bedelini 12 Şubat 1949’da bir suikast sonucu şehit edilerek ödemiştir. Ancak tarih Hasan el-Benna’yı bu asrın en nadir şahsiyetlerinden biri olarak kaydedecektir. Onun Filistin’de siyasi, ilmî, malî, cihadî ve beşerî örgütlenme ve teşkilatlanma anlamında önü kesilemeyen, bitmeyen bir temel attığını ve sürdürülebilir bir direniş oluşturduğunu tarih kaydedecektir. Bugünkü İslamî direniş hareketleri el-Benna’nın ektiği tohumların dallarıdır.
Allah ona ve tüm şehitlerimize rahmet etsin. Bizleri onların yolunda yürüyenlerden yazsın.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?