“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini meydana getiren, ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisa,1)
Yüce Rabbimiz yaratılış anından itibaren kadın ve erkekleri birlikte yarattığını, bazı sorumlulukları farklı olsa dahi genel manada aynı kulluk sorumluluğu içerisinde olup mükâfat ve cezada da aynı sorumluluklar ile yükümlü olduklarını çeşitli ayetlerde bizlere bildirmiştir.

“Mümin olarak erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisa,124)

Ayrıca kulluk sorumluluğunu yerine getirme adına birbirlerinin yardımcıları olduklarını da ayrıca hatırlatmıştır: “Mümin erkekler de mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir (dostları ve yardımcılarıdır). Bunlar iyiliği emrederler, kötülükten menederler.” (Tevbe,71)

İslam, kadın-erkek her kişiye inanç ve amelleri çerçevesinde aynı değeri verirken aynı zamanda onları birbirlerinin ayrılmaz birer parçası kılmıştır. Bundan dolayıdır ki, Asr-ı Saadet döneminden günümüze kadar İlay-ı Kelimetullah’ın yeryüzüne hâkim kılınmasında, toplumun ıslahında İslam tarihinde hep birlikte mücadele etmişlerdir. Ehl-i sünnet yolunun takipçileri de hep bu minval üzere aynı yolu takip etmişlerdir.

Kurulduğu günden bu yana 20. asrın akışını değiştiren, inanç, amel ve ahlakta Ehl-i sünnet yolunun takipçiliğini yapan ve İslam’ın bir hayat nizamı olduğunu tüm dünyaya haykıran ve bu uğurda çok ağır bedeller ödeyen İhvan Hareketi, bu çalışmalarını yürütürken İslam’ın kadın ve aileye verdiği değeri takdir edip kadınıyla erkeğiyle hep omuz omuza mücadele etmişlerdir.

“Sizler ne bir hayır kuruluşu ne bir siyasi parti ve ne de sınırlı bazı amaçlar için kurulmuş bir heyetsiniz. Sizler, bu ümmetin kalbinde yer alan, Kur’an’la insanları selamlayan yeni bir ruh, Allah’ın marifetiyle maddenin karanlık etkisini dağıtan bir nur ve Resûllullah’ın davetini haykıran yüksek bir sedasınız.” diyen Üstad Hasan el-Benna, İslam’ın hayat nizamı olduğunu ise şöyle haykırıyordu: “İslam sosyal hayat değilse, siyaset değilse, ekonomi değilse başka nedir bilemiyorum?”

Bu hayat nizamı içerisinde ise kadının yerini şöyle dile getiriyordu: “Kadın toplumun yarısıdır. Hatta toplumun hayatında en büyük etkiye sahip olan taraftır. Çünkü kadın yeni nesilleri oluşturan ve yetiştirmekte olan toplumu şekillendiren ilk öğretmendir.” Hasan el-Benna bu söylemiyle, İslam için yapılan mücadelede kadınların da erkekler kadar hatta onlardan daha önemli bir fonksiyona sahip olduklarını vurgulamak istemiştir.

Resûlullah’ın (s.a.s.) rehberliğinde toplumun eğitimle ıslah olacağını bilen Üstad, daha çalışmanın ilk yıllarında İsmailiye şehrinde Hira İslam Enstitüsü’nü kurmuş ve hemen akabinde kızlar için “Müminlerin Anneleri Okulu”nu açmıştır. “Bu okul için gösterişli ve uygun bir yer kiralandı ve onun için İslami ve çağdaş bir program yapıldı. Bu program, İslam’ın edep ve terbiyesini, genç kızlara ve annelere öğretmeyi amaç edindiği gibi, çağın gerektirdiği teorik ve pratik ilmî ihtiyaçları da kapsıyordu. Bizzat İsmailiye’nin genç kızları arasından, aynı zamanda ders vermek konusunda uzmanlaşmış kimseleri bu iş için seçmeyi uygun gördüm.”1 diyen üstad gerek bu eğitimlerden geçen gerekse de İslami eğitim almış kadınlara dava şuuru vererek bu uğurda en büyük yardımcılarını yetiştirmiştir. Bu eğitimleri alan kadınlar, İslam davası için zindanlara atılmış, türlü işkencelere maruz kalmış ama sabretmiş, davasından vazgeçmemiş, mücadelelerine hep devam etmişlerdir. Kurulduğu günden günümüze kadar davet ve tebliğleri ile adını tarihe yazdıran, gerektiğinde çağdaş Firavunların zindanlarında bulunan kadınlar, bunun en açık kanıtıdır.

Üstadın davaya kazandırdığı Zeynep Gazali, bu davaya gönül veren tüm kadınlar için en güzel örnekliği sergileyerek bir çığır açmıştır. Hayatına kısaca baktığımızda bu sözümüzün ne kadar yerinde olduğunu görmemiz mümkündür.

“Hedefleri doğrultusunda duraksamadan çalışan Zeyneb Gazali, konferanslar tertipledi, yazılar yazdı; (Kısa bir de tefsir yazdı ama ismini Nazaratu’n Fi Kitabillah (Kur’an’a Bakışlar) koydu. Niçin ismini tefsir olarak koymadığı sorulunca “Ben bu kadar müfessirler içinde müfessirim demekten haya ederim. Ben tefsir yazmadım okuduklarımdan notlar aldım” diyecek kadar da mütevazilikte zirve bir insandı. (Tefsiri Seyyid Kutub’un tefsiri gibi ilmi değil edebi ağırlıklıdır.) dergi çıkardı, talebeler yetiştirdi.

Kendisi her zaman planlı, programlı, stratejik ve organizeli çalışmıştır. Çalışmasına o kadar önem verirdi ki 1964 yılında geçirdiği bir trafik kazasından dolayı hastanede yatarken dernek çalışmalarını hasta yatağında yürütmüştür.

Maneviyatına da çok dikkat ettiği, günde 10 saat tefsir okuduğu, günlük virdini aksatmadığı, günde 3 cüz okuduğu ama Ramazan ayında günde 10 cüz okuduğu, nafile ibadetlerde çok titiz davrandığı, misafirlerine ikramı ihmal etmediği, giyimine çok dikkat ettiği biliniyordu.

Davetteki çaba ve gayreti ise herkesi hayrete düşürecek nitelikte idi. Hapishanede iken Mısır’ın meşhur hafızlarından Husari’nin kızının şarkıcı olduğunu duyar. Tahliye edilince daha evine gitmeden bu kızın yanına gider. Kız kendini görünce onu babasının mı gönderdiğini sorar. Zeyneb ise, zindandan yeni çıktığını babasının hatırı için gelmediğini Kur’an’a duyduğu saygıdan dolayı bunu yaptığını söyler. Her ne kadar o anda tevbe etmese de daha sonra tevbe eder ve “Tevbe eden şarkıcılar kervanı” oluşumunun baş aktörü olur.
Yalnızca Mısır’da değil yeryüzünde İslam’ın hâkim olmasını istediği için Pakistan, Suudi Arabistan, Cezayir, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Türkiye, Sudan, Hindistan, Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika, Kanada, Avusturya, İspanya başta olmak üzere pek çok ülkeye tebliğ ve irşad faaliyetlerinde bulunur.
Cezayir’e tebliğ için 320 defa gider. Yine Suudi Arabistan kralı Faysal ile 40 defa görüşür. Kral Faysal’a karma eğitimin özellikle böyle bir memlekete girmemesi konusunda nasihatlerde bulunur. Ve karma eğitim bu ülkeye girmez. Ayrıca 1940’larda faizsiz banka projesi sunar ve kabul edilir.

Afganistan cihadı sırasında mücahidlerin kendi içlerinde ihtilafa düştüklerini öğrendiğinde hemen bulundukları cepheye gidip yaptıkları işin önemini onlara anlatır.
Bu uğurda zindana girdi, eziyetler çekti, işkenceler gördü hem de erkeklerin dahi dayanamayacağı işkenceler gördü.
48 yaşında iken girdiği hapishanede günlerce aç bırakılmış köpekler üzerine salındı ki, 26 köpek ile bir odada bırakıldı. Binlerce kırbaç yedi, kırık ayağı üzerinde yürütüldü, ayağı üzerinde saatlerce bekletildi, sulu zindana atılarak zaten kırbaç darbelerinden ve köpek saldırılarından dolayı yaralar içinde kalan vücudunun balon gibi şişmesi sağlandı ve bunun üzerine de kırbaçlanarak işkenceler edildi, fareli odalara konularak üzerine onlarca fare bırakıldı. Günlerce beton zemin üzerinde yatırıldı. Fahiş küfürler, müstehcen sözler ile de manevi işkenceler edildi.”2

Ama hiçbir şey onu ve onun gibileri davalarından vazgeçiremedi. Ve onların yetiştirdiği nesiller, kurdukları aileler tarih yazdılar.
Üstat, Resûlullah’ın açtığı yolda yürürken biliyordu ki İla-i Kelimetullahın yücelmesi kadın-erkek Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplumun oluşmasıyla gerçekleşecekti ve bundan dolayı bunları davasının en önemli düsturu kıldı.
“Toplumun düzeltilmesinin temeli, ailenin düzeltilmesidir. Ailenin düzeltilmesi ise, genç kızın, kadının düzeltilmesiyle başlar. Çünkü kadın dünyanın öğreticisidir.” diyen üstat toplumun ıslahının aileden geçtiğini, ailenin temelinin sağlamlığının ise kadın başta olmak üzere fertlerden geçtiğini dile getirmiştir.

Ama öyle bir “aile ki, temel özelliği takva olan, her şeyi İslam’a uygun, ailevi ilişkilerinde Resûlullah’ın sünnetinin hâkim olduğu, birbirlerine karşı sevecen, saygı ve sevgi çerçevesinde birbirini incitmeyen, merhamet ve şefkatle birbirine yaklaşan, aralarındaki ihtilafta Kur’an ve Sünneti hâkim kılan mutlu ve huzurlu bir aile.”3 Çünkü aile toplumun en küçük birimi olmanın yanında toplumun temel taşıdır. Temelin sağlamlığı oranında binanın da sağlamlığı tartışma götürmez bir gerçektir.
Allah’ın dininin ihyası ise ancak İslami bir toplumla başlar ki, bu da aile ile mümkündür. İslami toplumun oluşumunda, Hak dava uğrunda çekilen zorluklar karşısında aile; fertler için yıkılmaz bir kale mesabesinde olup, en büyük destek ve dayanaktır. Efendimizin Hz. Hatice (r.anha) için “Hüznümü alan kadındır.” sözü bunun en güzel göstergesidir. Mısır, Filistin başta olmak üzere zindandaki mücahit kardeşlerimizin en büyük desteği yine ailelerinin dik duruşu, yıllarca sabırla bekleyişleri olmuştur. Rabia meydanında aileleriyle birlikte direnen, şehit edilen, tüm musibetlere sabır gösteren ve umutlarını hiç kaybetmeyen aileler yıkılmaz kaleler olduklarını bir kez daha göstermişlerdir. Bugün tüm zalim ve kafirlere Hakkı haykıran yiğitleri yetiştiren kadınlar, yeri geldiğinde şehit eşi, şehit annesi ve şehit olmayı göze alarak Hak davadan taviz vermemişler, zulme boyun eğmemişlerdir. Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplum hedeflerinden vazgeçmemişlerdir. Çünkü onlar yüce Allah’ın vaadine gönülden inanmışlardır.

“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanmışsanız üstün gelecek olan sizlersiniz.” (Al-i İmran,139)
Üstün gelenlerden olabilme duasıyla…

Kaynakça:
1) Hatıralarım, Hasan el-Benna, s. 189. 2) Zindan Hatıraları, Zeynep Gazali. 3) Davet Fıkhı: Mustafa Meşhur, 4/175.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?