Sözlükte “arı, saf, başka bir şey ile karışma ihtimali olduğu halde hiçbir şey karışmamış” anlamına gelen İhlâs, terim olarak “ibadetleri ve diğer tüm amelleri riya ve menfaatlerden arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. Başka bir şey ile karışma ihtimali olduğu halde hiçbir şey karışmamış saf ve katışıksız olan şeye “hâlis” denir.1 Yalnızca Allah rızası gözetilen ve saf bir niyet ile yapılan ameller hâlistir. Yalnızca Allah rızası için yapılan ameller ihlâslıdır. Bedeni amellere göre kalbi ameller daha üstündür. İhlâs da kalbi bir ibadettir ve imandan sonra en üstün ibadetlerdendir. Çünkü kalbi diğer amellerin ve diğer tüm fiili/mali amellerin mayası ihlâstır. O halde kalplerimizi, ihlâsa halel gelecek, ihlâsı zedeleyecek tüm unsurlardan korumak gerekir.

İbadetlerde ana kaide, halisane niyet etmek, Allah’a ihlâsla yönelmektir. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır.”2 Kişi yaptığı ibadetleri kalp huzuruyla yapmalıdır. Eğer kişi hem ruhen hem de bedenen ibadet etmezse bundan sevap beklemesin. Nitekim yine Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Kula, ancak kalp huzuruyla kıldığı namaz fayda verir.”3

İbadetlerde asıl olanın halisane niyetle Allah’a (c.c.) yönelmek olduğunu belirttik. Ancak İslâm dininde emredilen ibadetler, sadece ibadet etmek ve Allah’a itaatte bulunmak için emredilmemiş, ferdin ve cemaatin hayatında faydalı tesirler meydana getirmesi için de emredilmiştir. İslâm, her neyi yasaklamışsa o yasaklamada mutlaka fert ve toplum için bir şerri/kötülüğü defetme hedefi vardır. İslâm’ın nehyettiği şeyler murdardır. İnsanlar onun kötülüğünü ve zararını bizzat görürler. Aynen bunun gibi İslâm, her neyi de emretmişse o emirde mutlaka fert ve toplum için bir hayrı/iyiliği yerleştirme hedefi vardır. İnsanlar bu hayırları hayatlarında açıkça müşahede ederler. İbadetlerdeki dünyevî ve uhrevî bu faydalar Allah (c.c.) tarafından fert ve toplumu güzelliğe yöneltme adına göz önüne alınmış faydalardır. Yoksa kul, Allah’ın (c.c.) rızasının yanında bu faydalar için ibadet edecek değildir.4

Bu girişten sonra ihlâsı zedeleyen unsurlara geçebiliriz. Doğrusu ihlâsı zedeleyen/bozan unsurları/durumları yazmak kolaydır, daha önemli olanı ve çok zor olanı, ihlâslı olabilmektir. Kalbi, ihlâsı zedeleyen unsurlardan korumak ve ihlâslı kalabilmektir. Çünkü söz meydanı ile iş meydanı bir değildir. İhlâslı iş meydanı ise, aşılması çok daha zor olan bir geçittir. Bu durumda ihlâsı zedeleyen/bozan unsurlar/durumlar şöyle sıralanabilir:

Riya/gösteriş yapmak, şirk, çok övmek ve övülmeyi sevmek, dalkavukluk yapmak, makam mevki sevgisi, bazı menfaatleri elde etmek için hırs göstermek, haz ve hız zamanı deyip zaruri olanın dışında her şeyi fotoğraflamak gibi şeylerdir.
İslami kaynaklarda Riya, daha çok ihlâs ve sıdk kavramlarının karşıtı olarak kullanılmıştır. Riya, “saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevî amaçlarla kişinin kendisinde üstün özellikler bulunduğuna başkalarını inandıracak tarzda davranması” şeklinde açıklanmıştır. Geniş tanımıyla riya, “Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terk etmek, Allah’a itaat eder görünerek kulların takdirini kazanmayı istemek, ibadetleri kullanarak dünyevî çıkar peşinde olmak; insanların görmesi ve takdir etmesi için ibadeti açıktan yapmak” şeklinde tanımlanabilir.5

İhlâsın fesadı; kendini beğenme, övünme olan “ucb” ve gösteriş anlamına gelen “riya” iledir. Ruhumuza ve vicdanımıza yerleştirilen fıtrî hasletler, ikinci farklı bir şuur ve niyetle son bulup ölürler. Tevazu, tekebbür, ferah, gam gibi vicdana yerleştirilen hâller ruhumuza derç edilmiş olup, hükümlerini fıtrî olarak icrâ ederler. Bu haller vicdanî ve ruhî ahvallerdir. Bunların hükmünü icra etmeleri için ayrıca başka bir niyete gerek yoktur. Şayet ikinci bir niyet edilirse, o vicdanî hüküm, hâl, fıtrî vaziyet gerçek manada ruha hâkim olmamış demektir.6 Kişinin kalbini, şirk ve riyadan, bâtıl inançlar ve bidatlerden, her türlü menfaat hesaplarından ve gösterişten temizlemesi gerekmektedir. Kişinin Allah’ın rızasını kazanma niyetini özenle koruması gerekir. Çünkü kişinin bu niyetine bulaştırdığı her şey ihlâsı bozar.
Savaşın inceliklerini öğrenmek için gazâya gitmek, muhitinde mevki kazanmak amacıyla ilim okumak, susmak sıkıntısından kurtulmak, konuşma zevkini tatmak için ders vermek ve vaaz etmek, âlimler ve diğer halk nazarında itibarlı olmak için âlimlerin hizmetini görmek, yahut yazısını güzelleştirmek için Mushaf yazmak, temizlenmek veya serinlemek için abdest almak, ev kirası vermemek için mescitte itikâfa girmek, yemek telaşından kurtulmak için oruç tutmak, dilencinin ısrarından kurtulmak için ona sadaka vermek, kendisi de hastalandığı vakit ziyaretine gidilsin diye hasta ziyaretine gitmek, iyi tanınması, saygı duyulması ve tazim edilmesi için başkalarına iyilikte bulunmak gibi hareketlerin hepsi de riyadır.7

Konunun bu kısmında, Müslim’in Sahih’inde geçen bir hadisi verelim: “Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah (c.c.) ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Allah (cc): “Peki, bunlara karşılık ne yaptın?” diye buyurur. “Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim.” diye cevap verir. “Yalan söylüyorsun. Sen, “Babayiğit adam.” desinler diye savaştın, o da denildi.” buyurur. Sonra emir verilir de o kişi yüzüstü cehenneme atılır. “Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da: “Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın?” diye sorar. “İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur’an okudum.” cevabını verir.” “Yalan söylüyorsun. Sen, “Âlimdir” desinler diye ilim öğrendin, ”Ne güzel okuyor” desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi.” buyurur. Sonra emir verilir, o da yüzüstü cehenneme atılır. (Daha sonra) Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder. “Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın?” buyurur. “Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sadece senin rızanı kazanmak için verdim, harcadım.” der. “Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını “Ne cömert adam!” desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi.” buyurur. Emir verilir, bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre 152.)

İki hadis daha verelim: “Kim işlediği hayrı şöhret kazanmak için halka duyurursa, Allah onun gizli işlerini duyurur. Kim de işlediği hayrı halkın takdirini kazanmak için başkalarına gösterirse, Allah da onun riyakârlığını açığa vurur.”8 “Azîz ve celîl olan Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya yarayan bir ilmi, sırf dünyalık elde etmek için öğrenen kimse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz.”9

İhlâsın ilacı, nefsin arzularını kırmak, dünyaya olan tamahı kesmek, kalbe iyice yerleşecek şekilde ahirete yönelmektir. Ancak bu şekilde ihlâsa kavuşulur. İnsanların yorularak yaptığı nice amelleri var ki, bunların ihlâs ile ve Allah için yapıldığını zanneder ve aldanır. Çünkü kişi, o amele sirayet eden afetleri bilmez. Zıt anlamı zemmetmek/yermek olan medh kelimesine gelince, “Herhangi bir şeyi yahut bir insanı veya davranışını veya bir özelliğinden dolayı birini övmek” anlamındadır. Yaranmak ve çıkar elde etmek maksadıyla birine abartılı sözlerle methiyeler düzenlere ise meddah delir.10

Bazı insanlar methedilmeyi, övülmeyi bu suretle ün kazanmayı, makam mevki elde etmeyi veya bir menfaat devşirmeyi isterler. Bunun için mümkün olan her şeye başvururlar. Gönülleri kendine bağlayıp kendini methettirmek için amellerinde bile riya yapabilirler. Diğer bazıları, övülmeyi sever, mubah olan yollardan kendini sevdirmeye çalışır. Bir kısmı övülmek peşinde ve sevdasında değil, fakat övülünce kalben sevinir. Bütün bunlar, kişi için büyük tehlikelerdir. Çünkü gönülleri okşayıcı sözler, çekici tavır ve davranışlar için duraklayıcı bir hudut yoktur. Övülmenin kendisine hiç tesir etmediği kişiler, övüldüklerinde ne sevinenler ne de üzülenler, işte bunlar hayır üzeredirler. Methedilmekten hiç hoşlanmayıp kızanlar ve kızdığını samimi bir şekilde belli edenler ise, en üstün derece sahipleridir. Bunun aksine methedilmekten içten sevindiği halde, kızdığını belli etmek ise riya ve nifaktır. Sözün özü, övülmeyi sevip istemek kadar övüp dalkavukluk yapmak da kötüdür, insanın şahsiyetini zedelemektedir.11

Önceleri, “Acaba ihlâsımız zedelenir mi?” diye memur olup olmama konusunda düşünüp tereddüt ederdik. Şimdi çocuklarımızın davetçi olmaları için değil, memur olmaları için tüm gücümüzle çabalıyoruz. Maalesef bizler de daha iyi makam mevkilere gelmek için türlü çabalar sarf ediyoruz. Bu durum, ihlâsımızla beraber bazen şahsiyetimizin bozulmasına ve insanların bize olan güveninin de yitmesine sebep olabiliyor. Çünkü bizler her ne kadar haklı olursak olalım, başkaları her ne kadar haksız olurlarsa olsunlar, aynı şeye talip olmak bazen büyük sorunlara neden olabilir. Burada insanların elindekini almaktan söz etmiyorum. Başkalarının talip olduğu şeylere talip olmaktan söz ediyorum. Çünkü insanlar, haklı haksız olduklarına bakmaksızın ancak gözlerini diktikleri şeyleri görürler. Onların ısrarla istediği şeylere talip olmak bazen büyük sorunlara neden olabilir. Rahmet Peygamberi (s.a.s.) bunu o günden görerek, gerekli uyarıyı yapmış: “Dünyaya rağbet gösterme ki, Allah seni sevsin; insanların ellerinde bulunana (nimet ve imkânlar) rağbet etme ki, insanlar seni sevsin.” (İbn Mâce, Zühd 1)

Kul, her şeyi görüp duyan, her şeyi gözetleyip kontrol eden Allah’ın (c.c.) er-Rakib ismini düşünmesiyle, her şeyden haberdar olan Allah’ın (c.c.) el-Habîr isminin farkında olmasıyla ve kendisini büyük küçük her şeyden hesaba çekecek olan Allah’ın (c.c.) el-Hasîb ismini bilmesiyle kalbindeki bu hastalıklardan şifa bulur. Kul, kalbine gizlenmiş olan ve ihlâsını bozan bu unsurlardan Allah’ın (c.c.) bu güzel isimlerini murakabe ederek ancak kurtulabilir.12

Özetle, bir işi en güzel şekilde yapmak olan ihsan, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uyma, titizlikle haramlardan kaçınma olan takvâ, ibadetlerin edasında duyulan huşû ve Allah’ın rızasını kazanmak için gösterilen çaba, ihlâsı ikmal eden unsurlardır. Kullardan bir beklenti için amellerde yapılan riya, Allah’a (c.c.) ortaklar koşularak yapılan şirk, menfaat beklentisi, övülmeyi sevmek ve dalkavukluk, ihlâsı bozan hatta tamamıyla yok eden unsurlardır.
Allah’tan (c.c.) isteğimiz, bizleri ihlâsı bozan tüm unsurlardan koruması ve ihlâsı ikmal eden unsurlarla bizleri mücehhez kılmasıdır. Ve sallallahu alâ seyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellem.

Kaynakça:
1) Râgıb el-İsfahânî, Müfredât, “hls”; Said Havva, Nefis Tezkiyesi, 312-3313. 2) Müslim, Nesei, İbn Mâce, Darimi, Muvatta, İmam Ahmed b. Hanbel. 3) Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesei. İbn Mâce. 4) Hasan el-Benna, Risaleler 5. Cild, Cuma sohbetleri. 5) TDV İslâm Ansiklopedisi, Riya. 6) Said Nursi, Mektubat. 7) Nefis Tezkiyesi, 195-212. 8) Buhârî, Rikak 36, Ahkâm 9; Müslim, Zühd 47-48. 9) Ebû Dâvûd, İlim 12; İbni Mâce, Mukaddime, 23. 10) TDV İslâm Ansiklopedisi, Medih. 11) Nefis Tezkiyesi, 212. 12) Nefis Tezkiyesi, 400-414. ■

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?